Patronlar Hakkında Fıkralar
Bir kasabaya sirk gelmiş. sirkin geldiği gün aslan terbiyecisi istifa etmiş gitmiş. patron panik halinde "hemen yerel gazeteye ilan verin acele bir aslan terbiyecisi bulalım" demiş. ilan vermişler, iki kişi gelmiş. Biri uzun boylu, sarışın bir fıstık, diğeri kel kafalı,kısa boylu, şişman bir adam. patron, "ikiniz de aslan terbiyecisi misiniz diye sormus", evet demişler. kıza, "önce sen gir bakalım kafese" demiş.
Kız girmiş, arkasından kafesi kilitlemişler. aslan kıza bakmış, ağır ağır yaklaşmaya başlamış, kız birden önünü açmış, çırılçıplak.
Aslan önce afallamış, sonra kıza yaklaşmış ve ayak ucundan başlayarak yukarıya kadar yalamış. sonra, gevşemiş ve sakin, mutlu bir şekilde kızın ayaklarının dibine yatmış. patron dönmüş.
Adama, "sen de aynı şekilde yapabilir misin?" demiş.
Adam, "yaparım ama önce aslanı kenara çekin" demiş.
Afrika'da, çok geri kalmış olan bir köye gelen bir papaz, yerlileri eğitmeye çalışıyormuş. Her sabah insanların iyilik yapmalarını, birbirlerine karsı iyi davranmalarını vaaz ederken, öğleden sonraları da kabilenin reisine, İngilizce öğretmeye çalışırmış.
Bir gün papaz yanına kabile reisini alıp dolaşmaya başlamış. Bu arada gördükleri şeylerin ingilizcelerini de söyleyerek şefin İngilizce bilgisini arttırmaya çalışıyormuş.
Bir kayanın önünde papaz "Kaya" demiş, şef de "Kaya" diye tekrar etmiş. Bir göle gelmişler, papaz "Göl" demiş, şef de "Göl" deyince Papaz sevinip "Aferin" demiş. Biraz sonra çalılıkların arasında sevişmenin son aşamasında olan bir çifte rastlamışlar.
Papaz: biraz kızarmış ve yutkunarak,
"Bisiklete binmek" demiş.
Yerlilerin şefi oynaşanlara söyle bir bakmış ve tüfeği ile ateş ederek her ikisini de öldürmüş. Papaz şaşkınlık içinde bağırmış "Ne yapıyorsun, bunca zamandır sizi medenileştirmek için uğraşıyorum, insanlara karşı iyi davranmanızın lâzım olduğunu, bunu tanrının istediğini anlatıyorum. Şu yaptığın ise bak!
Şef parmağı ile ölü kadını göstermiş,
"Ama bisiklet benim bisiklet"
Gazetede yayınlanan “daktilo bilen bayan sekreter arandığı” ilanı üzerine uzun boylu yakışıklı bir adam da başvurmuştu. şirketin patronu :
- “iyi ama yanlışlık olacak. biz bayan sekreter arıyorduk”, deyince, adam elindeki bavulu açmış. içinden cansız manken çıkarmış :
- “işte efendim, demiş… modern tekniğin son buluşu olan sekreteriniz… yemez içmez… hiç bir kaprisi yoktur. izin nedir bilmez… telefonla aynı anda sekiz kişiyle görüşür, bu arada da beş ayrı daktilo makinesinde beş ayrı yazı yazar. bunlara kendisinin dokuz yabancı dil bildiğini ve anında çeviri yaptığını da eklemeliyim. maaşı filan da yok. bana hemen yüz milyon lira ödeyeceksiniz. bu kadar…”
Patronun aklı yatmamış, yüzünü buruşturmuş. harika manken sekreteri getiren adam hemen sekreteri oturtmuş, beş dakikada elli sayfalık bir kitabı sekiz dile çevirmiş, aynı anda telefonlara cevap verilmiş falan filan… patronun gözleri fal taşı gibi açılmış. derhal yüz milyonluk çeki yazıp adama vermiş ve cansız manken sekreteri almış.
Satıcı adam odadan çıkıp da elinde boş bavulla asansörün gelmesini beklerken, içeriden patronun odasından feci bir feryat yükselmiş :
“ahhhhh!”
Bunu duyan adam elini alnına vurmuş,
- “tuh be!” demiş, “cansız mankenin alt tarafının kalemtıraş olduğunu söylemeyi unuttum…”.
Bir işadamı birkaç gün önce sekreterini kovmuştu, yeni bir sekreter aramaktaydı. Bir arkadaşı, sekreterini neden kovduğunu sorunca anlatmaya başladı:
- İki hafta önce 48. yaş günümdü ve o sabah kendimi çok keyifsiz hissediyordum. Kahvaltı sırasında karımın doğum günümü kutlamasını ve hediyemi vermesini bekliyordum. Ancak o bana bir günaydın bile demedi. Karım unutmuşsa da çocuklarım hatırlar diye içimden geçirdim fakat onlar da tek bir söz etmediler. Ofisime girdiğimde Jessica, "Günaydın Patron, doğum gününüz kutlu olsun" dedi. En azından birinin hatırlıyor olması beni memnun etmişti. Öğlen yemek zamanı geldiğinde Jessica kapıya vurdu ve "Dışarıda hava çok güzel ve bugün sizin doğum gününüz, haydi yemeğe çıkalım, sadece siz ve ben" diyerek beni davet etti. "Bütün gün duyduğum en güzel şey bu. Haydi gidelim" dedim. Yemeğe çıktık. Normalde gittiğimiz bir yere gitmedik, şehirdışında özel bir lokantaya gittik. İki martini içtik ve yemekten sonsuz zevk aldık. İşyerine dönerken, "Hava çok güzel, ofise dönmemiz gerekmiyor değil mi? diye sordu. "Hayır, sanırım gerekmiyor" diye yanıtladım. "Benim evime gidelim ve size bir martini daha ikram edeyim" dedi. Evine gittik. Başka bir martininin daha tadını çıkardık ve Jessica dedi ki "Patron, izninizle, yatak odasına geçip üzerime daha rahat bir şeyler giyeyim." Ona memnuniyetle izin verdim. Yatak odasına gitti ve 5 dakika sonra yatak odasından çıktığında elinde kocaman bir pasta taşıyordu, arkasından karım ve çocuklarım geliyordu. Hepsi "İyi ki doğdun" şarkısını söylüyorlardı ve ben orada üstümde sadece çoraplarımla oturuyordum.