Yaşlı bir marangozun emeklilik çagı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştıgı konut yapım işinden ayrılarak eşi ve büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldıgı ücretini elbette özleyecekti. ne var ki emekli olması gerekiyordu. Müteahhit, iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü ve ondan, kendisine bir iyilik olarak, son bir ev yapmasını rica etti. Marangoz, kabul etti ve işe girişti, fakat gönlünün yaptıgı işte olmadıgını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış oldugu meslegine böyle son vermek ne büyük bir talihsizlikti!. İşi bitirdiginde işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. “Bu ev senin” dedi, “Sana benden hediye” Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! keşke yaptıgı evin kendi evi oldugunu bilseydi. O zaman böyle yapar mıydı hiç! Bizim içinde bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çogu zamanda da, yaptıgımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra hatamızı anlarız ama iş işten geçmiş olacaktır. Marangoz sizsiniz. Hergün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. “Hayat bir kendin yap, tasarımıdır” demişti biri. Bugün yaptıgınız davranışlar ve seçimler, yarın yaşayacagınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun. Unutmayın. Paraya ihtiyacınız yokmuş gibi çalışın. Hiç incinmemiş gibi sevin. Kimse izlemiyormuş gibi dansedin. Ve lütfen, bu sözleri bir arkadaşınıza iletin. Ben ilettim.
Vietnam'da savaştıktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır. San Francisco'dan ailesini aradı -Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum. -Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz,diye cevapladılar.. Oğulları, -Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti. -Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum. -Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz. -Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum. -Oğlum, dedi babası, -Bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımiz var, ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır. Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ysa uçtular ve Oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar, ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı. Bu hikayedeki aile de bir çoğumuz gibi. Güzel olan yada birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren yada yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevmiyoruz. Bizim kadar sağlıklı, Güzel yada akilli olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyoruz. Ney seki, bize bu şekilde davranmayan biri var. Biz ne kadar bozulmuş olursak olalım, bizi sonsuz ailesinin yanına çağıran şartsız sevgiyle seven biri. Bu gece, uyumadan önce, insanları olduğu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farklı olanlara karşı daha anlayışlı olabilmemiz için gereken gücü vermesi için Allah'a kısa bir dua edelim.
Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını. Ve Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hakim. “Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun.?” Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı. “Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan.” Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda. Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından. Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti. Herkes onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu. Ve devam etti. “Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim. O bilmez. 50 yıl önceydi. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye. İyi gelirmiş dedilerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Ta ki geçen geceye kadar. O gece takatim kesilmiş. Uyuyakalmışım. Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey göremedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.” Hakim, yaşlı adama dönerek; “Diyeceğin bir şey var mı baba” dedi. Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi. “Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de. Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. O çiçeklerle doludur bahçesi. Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi. İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun. Lafım geçmedi. O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu. Ben ona gece sularsan geçer dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim. O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece o çiçek ben oldum. Sanki. Ona bu yüzden tapabilirdim.” dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle. “Her gece O yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey. Geçen gece de. Yaşlılık. Ben de uyanamadım. Uyandıramadım. Çiçek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım. Sesimi çıkartamadım.” O an Mahkeme salonunda her şey sustu. Ertesi sabah gazeteler “Sedef susuz kaldı” diye yine yalnızca neticeyi haber yaptılar.
Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida’da bir kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan. Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan Maynell New York’ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı’na katılmak için Avrupa’ya doğru yola çıktı. Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı?. Sonunda Blanchard’in Avrupa’dan dönüş günü geldi çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar. New York Tren İstasyonu’nda akşam saat tam 7’de.”Beni tanıman için” diye yazmıştı kız mektubunda, “Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak”. İşte saat tam 7’ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. Hikayenin gerisini Bay Blanchard’dan dinleyelim:
- ” Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. İnce ve uzun boylu, dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş. Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi. Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana ‘Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, denizci?’ diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordumki, o anda Hollis Maynel’i gördüm. Kızın tam arkasında duruyordu. 40’ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış. Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı, ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle ‘Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?’ diye sordum. Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı: ‘Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı’ dedi, ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış .”
Osman efendi, bir sabah müthiş başağrısıyla uyanır. İlaç aldığı halde geçmez. Bir-iki gün bekler, ağrı devam edince doktor çağırır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin, Osman Efendi'nin başağrısı azalacagı yerde artmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır. Osman Efendi, Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesebilene servet vaat eder. Doktorların hiç biri ağrıyı durduramadığı gibi, sebebini de bulamazlar. Uşak halkı, birbirine karışır, başağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendi'yi, İstanbul'a karar verirler. İstanbul'da eniyi doktorlar seferber olurlar. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa, Osman Efendi turp gibidir. Oysa, dayanması gittikçe zorlaşan başağrısı ve gözyaşları, hayatını çekilmez hale getirmiştir. Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. Haftalarca hastanede kalır, onlarca profesör tarafından konsültasyon ve testler yapılır. Fakat yine bir teşhis konulamaz. Artık yerinde kalkamayan Osman Efendi'ye ağrı kesici igneler verilir ve son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, ailesi perişandır. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür... Osman Efendi, yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici ignelerle ölümü beklemeye başlar. Birgün hastanın keyfi yerine gelsin diye, Osman Efendi'nin eski berberi olan Berber Mehmet çağrılır. Berber yerinden kalkamayan Osman Efendi'yi traş ederken adamcagız derdini anlatır ve "ölümü beklediğini" söyler. Berber Mehmet, bir an düşünür. "Bey'im..." der, "Sakın sizin burnunuz da kıl dönmüş olmasın?". Bir bakar;"Hah, işte..." der, "Kıl dönmüş..." Osman Efendi'nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın, çantasından cımbızı kaptıgı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendi'nin köyü ayaga kaldıran çıglıgıyla, odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendi'nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttugu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendi'nin kanayan burnuna, pansuman yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yataga yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardan sonra ilk defa, rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Başağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın, sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ızdıraplara yol açtıgını, doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabilecegi kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayaga kalkan Osman Efendi, berber Mehmet'i yanına çağırır ve ona bir servet bagışlar. Şimdi bu gerçek hikayeden çıkarılacak dersler; 1. Mehmet Efendiler'in fikirleri var, dinlemek gerek. 2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur. 3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.
Havada belki güneş yok, sıcaklık ise ateş misali kavuruyor her yanı, bunalmakta tüm insanlık. Sıkıntıları saymaya kalkmak mı? Hayır!. “Kuş misali özgür olmak istiyorum” diyor Melisa. Kuş misali özgür olmak, çiçekler arasında uçuşan bir kelebek, yaşamda çözemediği duygu karmaşası kalması istiyor. Asla sabit bir çiçek gibi toprağa tutunmak niyetinde değil, başarıyı beklemekte. Kendisini anlatıyor; elbiselerinin, eşyalarının, dört bir yanının, o hafif ezgilerle tıngırdatmaya çalıştığı gitarının siyah olmasını istiyor. Bir siyah kadar asil olma düşüncesi. Göklerdeyken aşağılara uzansa, denizlere varma azminde. “Ben ne dersem o olsun, düşlerim gerçekleşsin” hayali içinde. Melisa kim? Nasıl biri? O, hayatının altın yıllarında, uzun boylu, kısa saçlı, sempatik. Gözlerinde rengarenk ahenk var, elinde gitarını konuşturur, bir yandan da söylemekte. O Melisa. Kendi ayakları üzerinde durabileceğini düşünüyor, tam olgunlaşmamış meyve belki, ya da büyümekteki fidan. Ailenin ayrılmasına altı yaşlarında şahit olmuş, ama o onyedi yaşında. Gerçek bir babayı, belki hayatını paylaşabileceği insanda bulma niyetinde, bunun farkında değil. Kimbilir dağları belki o yarattı. Kitaplarıyla kardeş olmak istiyor. Bir acemi gibi hepsini aynı anda okumak istiyor. Sabretmek ona göre değil. Yalnızlığın gezdiği yolda ilerlemekte. Belki ileride Goethe’nin “Werther” ini yaşayabilir, kim bilebilir ki! “Ateşli hastalık geçirdiğimde sabit bir rüya görüyorum, bir balon içinde göklere yükseliyorum” diyor Melisa. Bilemediği özgürlüğe hapis, çıkış noktası arar Melisa. Evrenin sonsuz boşluğunda yol almak ister, belki olmaz ama o ister, kesinlikle olmalı. Hayatının baharını yaşamaktasın, bir zamanlar vurulmuşsun, onun bıraktığı izi taşıyorsun. Sen o izin kaybolması niyetinde yeni bir iz peşindesin aslında. Bak bir etrafına, gökyüzüne bak, bulutların özgür biçimde darmadağın olmasına bak, sen o basitliğe indirgenemezsin. Sen kumsalda eşi benzeri olmayan bir taş, sen parlayan çakmak taşı olmalısın. Evin bir köşesinde beslediğin zarif kuşu sen bıraktın Melisa. Ama o geri dönsün, tekrar seninle olsun istiyorsun. Sen beklemeksizin sorguluyorsun. “Neden ben değil de başkası, ya da başkası değil de neden ben?” Neden mi? Bazı gerçekleri sorma, buna özgürlük diyorlar Melisa. Seçebileceğin iki yol var; Biri görünür, diğeri görünmez, iki yol ardından. Karanlığı istiyorsun, karanlık öyle yakın ki, sen o karanlığı, siyahlarınla buluyorsun. Karanlık, bir katran karası gibi simsiyah, hafif bir ışık arıyorsun hissettirmeksizin. Karanlıkta görmek değil düşünmek vardır Melisa. Karanlığın etkisinden kurtulmuş, ışık sayesinde, bir gölge kalmış Melisa. Sen siyahlarınla karanlığa uygun, karanlık senin yanında. Bir bardak var içi su dolu. İçinde hafif alkol bekler seni. Rengarenk bir sıvı, dışında cam. Koklamak mı? Görmek mi? Tatmak mı? Hayır!. Senin için hissetmek. Senin aradığın derinlerde. Duygu mu - tutku mu? Senin aradığın duygu. En duygusal an şimdi gökyüzünde. Haykır o zaman dolsun bulutlar, ağlasın. Gökyüzünden senin adına akan sular gölleri doldursun, göller taşsın, akarsular çağlasın. Ağla Melisa, gözlerin parlasın. Çiçek olmak sabitlik değildir, son tozlarınla etrafa dağılırsın, mutlak bir arı olmak değildir önemli olan, arı gelir senin yapraklarına konar. Belki sen, dört yapraklı bir yonca olursun, belki de açılmamış gonca, körpecik. Karanlık çöküyor etrafa, her yer bulanık, sis var. Deniz gel-giт olaylarını yaşıyor. Deniz, yavaş yavaş çekiliyor kıyılardan, uyuyor. Hafif hafif kıyıya vuruyor dalgalar, seslerde ahenk var. Senin gözlerin sonuna kadar açık, gözlerinde en ufak yorgunluk ifadesi görünmüyor. Bir enerji modülü, geceleri sana sunuyor. Uyumuyor, düşünüyorsun. Geceleri göremezsin Melisa, düşünürsün. Bir yarasa gibi hissedersin, dokunmadan sıyrılırsın taşlardan. Sen siyahsın Melisa. Karanlıktan korkma Melisa. Gecenin bir vaktinde pencerene bir kuş konabilir, o bıraktığın kuş değil belki ama yeni ve umut dolu bir kuş. Ya da bir bülbül, sabahları şakıyarak uyandırır seni, sabahları hissedersin. Doğadaki bir çiçeğe arı konar, özüne ulaşır, ya da bir kelebek çırpınır etrafta. Melisa, asi kız. Melisa, göklerde uçan şahin kadar gösterişli. Melisa siyah, Melisa farklı. Haydi özgürlüğe uzan, uzanabildiğin kadar uzağa, yakalayabilirsin. O, Melisa.
“Dünyada her şey kadının eseridir.” Mustafa Kemal Atatürk.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, saygıdeğer Türk ve Dünya kadınlarına sağlık ve mutluluk getirsin. Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun.
8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, saygıdeğer Türk ve Dünya kadınlarına sağlık ve mutluluk dolu bir gelecek diliyorum.
8 Mart, dünyada kadınların eşitlik, kalkınma ve daha huzurlu yaşam özlemlerini dile getirdikleri gündür. Kadınlarımızın bu anlamlı gününü yürekten kutluyorum.
Acıyla yoğrulan, sabırla bilenen kadınlarımızın dünya kadınlar günü kutlu olsun.
Adam olmadan önce insan olabilmenin en temel unsurudur kadın. Çoğu zaman değil, her zaman her gözün nuru, hayatın can damarıdır. 8 Mart dünya kadınlar gününüz kutlu olsun.
Analarımız, bacılarımız, hayatımızın yarısı hatta çok daha fazla değerlerimizi ifade eden kadınlarımızın Kadınlar Gününü kutluyorum.
Anneciğim, bir günümde değil her günümdesin, annem olman dünyadaki en büyük şansım, iyi ki varsın, seni çok seviyorum kadınlar günün kutlu olsun.
Arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremezsin ama senin için her zaman var olduklarını ve seni düşündüklerini bilirsin. Kadınlar günün kutlu olsun.
Aslında senin küçük bir kopyanım. Umarım senin kadar sevgi dolu olurum. Kadınlar günün kutlu olsun.
Aşkım seni çok seviyorum! Belki sevgimi her zɑmɑn gösteremiyor olabilirim ama sen bunu daima biliyorsun. Kadınlar günün kutlu olsun sevgilim.
Ateş karşısında bozulmayan altın, altın karşısında bozulmayan kadın; kadınlar günün kutlu olsun.
Baş tacı kadınlarımızın kadınlar gününü kutluyorum.
Benim için her şeye katlanan, her zaman yanımda olan, değeri paha biçilemeyen dünyanın en güzel kadınına; Kadınlar günün kutlu olsun!
Bir günümde değil her günümdesin. Her gün, her saniye benimlesin. Her zaman bana destek oldun. Sen benim için çok özelsin. Kadınlar günün kutlu olsun.
Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur. Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur. Dünya kadınlar gününüz kutlu olsun.
Bu sabah mavi bulutları avucuna, mutlulukları gönlüne, sevgimi usulca kalbine bırakıyorum. Güneş her zaman senin için doğsun, en güzel günler seninle olsun. Kadınlar günün kutlu olsun.
Bütün dünya kadınlarına sağlık, mutluluk ve esenlik dolu günler diliyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.
Bütün kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, eşitlik, özgürlük ve mutluluk dolu bir yaşam sürmelerini diliyorum.
Bütün kadınların Kadınlar Gününü kutluyor, eşitlik, özgürlük ve mutluluk dolu bir yaşam sürmelerini diliyorum.
Can dostum biricik arkadaşım 8 Mart Dünya Kadınlar Günün kutlu olsun.
Canım arkadaşım, sağlık, mutluluk ve esenlik dolu günler diliyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.
Cumhuriyet ile kazanılmış çağdaş haklar ve özgürlüklerle birlikte, yaşamın her alanında başarıyla yer almış kadınlarımızın kadınlar gününü kutluyorum.
Cumhuriyetimizin odak noktasında yer alan kadınlarımız, modern ve çağdaş günlere gelmemizde önemli görevler başarmışlardır. Kadınlar gününüz kutlu olsun.
Doğumdan ölüme kadar her hayatın her anında varlıklarını hissettiğimiz, bizi biz yapan değerli kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.
Dostum, arkadaşım, sırdaşım! Bir gün, umarım bana gösterdiğin sevgi ve sabrı sana gösterebilme şansım olur. Seni çok seviyorum! Kadınlar günün kutlu olsun.
Dün sana kızdıklarımı bugün ben yapıyorum. Çünkü aslında senin küçük bir kopyanım. Umarım senin kadar sevgi dolu olurum. Kadınlar günün kutlu olsun.
Dünyada birçok insan vardır. Kimi mutlu, kimi mutsuz, kimi gülüyor, kimi ağlıyor. Ama tüm güzelliklere ve mutluluklara layık biri var; O da şu anda bu mesajı okuyor. Kadınlar Günün Kutlu Olsun.
Eğer yanınızda olsaydım size sımsıkı sarılır, yaşam boyu gözlerinizdeki ışıltının devam etmesini, huzurlu bir hayat sürmenizi dilerdim. Kadınlar gününüz kutlu olsun.
Emek veren, acı çeken, özlem duyan, hakkını savunan tüm kadınlar 8 Mart Kadınlar Günü Kutlu Olsun.
Güneş yüzlü annem, ellerinden öperim. Kadınlar günün kutlu olsun.
Hakkı ödenemeyecek olan kadınların 8 Mart kadınlar günü kutlu olsun.
Her kadın bir annedir ve her erkeğin annesine gösterdiği saygıyı diğer kadınlara da göstereceği bir dünyada yaşama dileğiyle. Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun.
Her kadın bir çiçektir. Bu özel günlerinde onlara bir çiçek hediye edelim. Kadınlar gününüz kutlu olsun.
Her şeye değer senin sonsuz sevgin. Seni çok arıyorum. Çok özledim. Kadınlar günün kutlu olsun biricik meleğim.
Her zaman ne istediğini bilen, erkeğinin ardında ona destek veren, çocuklarının başında koruyup kollayan kadınlar. Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun.
Kadın, doğası gereği zayıftır; ama acıya en çok o dayanır. Kadının direncini kıran tek şey; hayal ettiği kişinin boş çıkmasıdır. Hiçbir kadının hayali boşa çıkmasın Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun.
Kadınlar İnsanlığın devamı için olmazsa olmazdır. En büyük dertlerin dertlisi, en büyük mutlulukların ardındaki kahramandır. Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun.
Kadınlar olmasaydı dünyadaki hiçbir şeyin önemi kalmazdı. En kıymetli varlık olan kadınların dünya kadınlar günü kutlu olsun.
Kadınların başımızın tacıdır. Anamız eşimiz bacımız bir elmanın diğer yarısıdır. Üzmeyelim onları bir gün değil her gün bizim canlarımız Kadınların özgür olabildiği, kadına saygının olduğu bir yıl olması dileğimle. Kadınlar Gününüz kutlu olsun.
Kelimelerle anlatılamayan fedakarlık ve karşılıksız sevgiyi, tarif et desen bana herhalde sadece "anne" derdim. Kadınlar günün kutlu olsun.
Kısa bir mesaj olmalı bu. Sana binlerce öpücük ve sevgi yolluyorum buradan. Bil ki unutulmadın. Kadınlar günün kutlu olsun.
Meğer dilimdeki ve beynimdeki en güzel kelime senin adınmış. Sana her seslendiğimde ya acım diniyor ya da sevgim coşuyor. Kadınlar günün kutlu olsun.
Mesafeler uzak olsa da, yüreğim hep senin canım. Kadınlar günün kutlu olsun.
Mücevher gibidir, bir kadının gözyaşları. Onlar damladıkça, sizin değeriniz düşer. Tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü canı gönülden kutlarım.
Müminler için en güzel örnek Sevgili Peygamberimizdir. O, hanımlara karşı daima sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış göstermiştir. Bırakın dövmeyi; hanımlara karşı hiçbir zaman kaba davranmamış; hep güler yüzlü olmuştur. Dolayısıyla Peygamberimizin hanımlara karşı gösterdiği bu tavır, hepimiz için örnek olmalıdır. Bu vesile ile tüm kadınlarımızın gününü kutluyorum.
Onlardan olduğumuz ve yaşamımızın doğumdan ölüme her anında varlıklarıyla onurlandığımız, ihtiyacımız olduğunda desteklerini esirgemeyen, eğiten, yetiştiren, bizi biz yapma yolunda yüreklerindeki sevgi ve şefkati karşılıksız veren fedakar kadınlarımızın Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.
Peygamberimizin (Cennet annelerin ayakları altındadır) sözünün muhatabı olan tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlarım.
Sabırlısın, sıcaksın, şefkatlisin, koruyucumsun, bağışlayansın. Annemsin. 8 Mart Dünya Kadınlar Gününün Kutlu Olsun. Seni çok seviyorum.
Sen hayatımın kutup yıldızı oldun, nereye gidersem gideyim ışığının altında sevginle uyudum. Doğru yolu buldum, seni seviyorum! Kadınlar gününü en içten dileklerimle kutlarım.
Sen o kadar bir şey söylemeden gidersin ki; üstüne milyonlarca bir şey söylenir. Kadınlar günün kutlu olsun.
Seni çok seviyorum. Anneciğim, bir günümde değil her günümdesin, annem olman dünyadaki en büyük şansım, iyi ki varsın, seni çok seviyorum kadınlar günün kutlu olsun.
Senin sevgin dünyamı ısıtan tek güneştir. Hiç ışığın eksilmeyecek biliyorum. Varlığınla mutluyum. Kadınlar günün kutlu olsun sevgili anneciğim.
Sevgilim, bir gün umarım bana gösterdiğin sevgi ve sabrı sana gösterebilme şansım olur. Kadınlar Günün Kutlu Olsun.
Sosyal, ekonomik ve siyasal hayatta önemli bir yer tutan emekçi kadınlarımızın, büyük mücadelelerle elde ettikleri Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü en içten duygularımla kutlarım.
Tüm dünya, ülkemiz ve üyelerimiz arasında görev yapan kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Yaşam kaynağı, cennetin habercisi, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın baş taçları Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun!
Yaşamımızın doğumdan ölüme her anında varlıklarıyla onurlandığımız, ihtiyacımız olduğunda desteklerini esirgemeyen, eğiten, yetiştiren, bizi biz yapma yolunda yüreklerindeki sevgi ve şefkati karşılıksız veren fedakar kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.
Yokluğun yağmura yazı yazmak kadar zor, sensizlik ölüm kadar acı, sen nefes kadar önemli, canım kadar değerlisin, iyi ki varsın birtanem. Kadınlar günün kutlu olsun.
Yüreğindeki sınırsız sevgi ve sabır için çok teşekkürler kadınlar günün kutlu olsun.
Zamanın birinde korkunç mu korkunç, cani mi canı bir ağa varmış, bir kasabanın giriş yolunu tutmuş, kasabaya her giren, arabanın yolunu keser soygun yaparmış, kimsede buna het lan diyemez mi, yine bir gün ağa pusuya yatmış, kasabanın giriş yolunu gözlüyor, bir araba yaklaşıyor, ağa aracı durdurmuş, içinden yakışıklı mı yakışıklı bir delikanlı çıkmış, ağa -dökül paraları, altınları demiş, çocukcağızda ne yapsın, neyi varsa ağanın önüne bırakmış, ağa baktı ki başka alınacak bir şey yok, delikanlı da yakışıklı, gözüne kestirmiş olan ağa -soyun lan demiş, delikanlı da “-aman ağam hık mık, olur mu? demiş, tabi kelle koltukta, ne yapsın çocuk, hemen soyunmuş, bu arada ağada soyunuyor, soyunma işleri bitince ağa -geç lan arkama Çocukcağızda ağanın arkasına geçmiş. Dalgasını ağaya geçirmeye çalışıyor, ağada sımsıkı ne yapsın. -ağam biraz öne eğil, kıpırdat biraz Ağa öfkelenmiş tabi bu lafa -heyyytttt ulan ağanın götü başı oynar mı!