Bir Doktor:
- "100 Dolar karşılığında her türlü hastalığınız tedavi edilir." diye bir ilan vermiş. İlanın altında da:
- "Tedavi yanıt vermezse, 500 Dolar geri ödeme yapılır." şeklinde bir not varmış. Adamın biri bu ilanı okumuş ve bu işten faydalanmaya karar vererek, doktorun muayenehanesine gitmiş. Sırası gelip doktor şikayetini sorduğunda:
- "Hiçbir şeyden tat almadığını, hiçbir kokuyu duymadığını" söylemiş. Doktor hemşiresine:
- "Hastasının gözünü bağlamasını ve içeriden 8 numaralı kutu ile birlikte bir kaşık getirmesini" söylemiş. Hastanın gözü bağlanmış ve 8 numaralı kutudan bir kaşık yedirilmiş. Adam bok kokusunu duymasına ve tadından anlamasına rağmen 500 doların hatırına ses çıkarmamış ama ikinci kaşık teklifinde dayanamayıp:
- "Doktor bey, bunun tadı boka benziyor, üstelik bok gibi de kokuyor!" diye itiraz etmiş. Doktor:
- "Gördünüz mü tat almaya ve koku duymaya başladınız!" diyerek adamdan 100 dolar ücreti almış. Adam kendi kendine:
- "Ulan hem boku yedik, hem de parayı kaptırdık" diyerek buna çok içerleyen adam, ikinci gün tekrar doktora giderek:
- "Bende acayip bir unutkanlık başladı. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Adeta hafızamı kaybettim!" demiş. Doktor hemşiresinden tekrar 8 numaralı kutuyu isteyince:
- "Aman doktor bey, bu hastalığımı da bok yedirerek mi tedavi edeceksiniz?" diye sormuş. Doktor:
- "Gördünüz mü hafızanız da yerine geldi!" diyerek 100 Dolar daha ücret almış. Adam zararını çıkartmak için üçüncü gün tekrar doktora gittiğinde:
- "Bittim, mahvoldum. Hiç cinsel istek kalmadı bende. Bir kadınla birlikte ne yapılacağını bile unuttum!" demiş. Doktor hemşiresine yine 8 numaralı kutuyu getirmesini söylediğinde iyice kızarak:
- "****rim seni de, hemşireni de, 8 numaralı kutunu da" diyerek bağırmaya başlayınca doktordan cevabı almış - "Gördünüz mü? Bu sefer de her şeyi hatırlayıp iyileştiniz, lütfen 100 Dolar ücreti rica edeyim!"
"Önce İnsan" diyerek halkla hizmeti amaç edinmiş, insanların sağlıkları için çok önemli ve kutsal bir görevi yerine getiren, bu yüce mesleğin mensubu bütün fedakar, cefakar hemşirelerimizin "Hemşireler Gününü" kutlayarak meslek hayatlarında başarılar dilerim.
Sağlık hizmetlerinin sunumunda etkin bir rol oynayan ve mesleklerini büyük bir fedakarlıkla yerine getiren bütün hemşirelerimizin, 12 Mayıs Hemşireler Gününü ve 12-18 Mayıs Hemşireler Haftasını kutlar sağlık ve mutluluk dilerim.
Her türlü olumsuzlukta, maddi ve manevi zorlukta ülkemizin her köşesinde, insan hayatının kutsallığından ödün vermeksizin, her türlü özveri ve gayretle mesleğini icra etmeye çalışan tüm hemşirelerimizin "12 Mayıs Hemşireler Gününü" Kutlar sağlık ve mutluluklar dilerim.
Ülkemizin her köşesinde insan hayatının kutsallığından ödün vermeksizin sonsuz sabır, her türlü özveri, gayret ve sevgi ile mesleğini icra etmeye çalışan, değerli Hemşirelerimizin 12-18 Mayıs Hemşirelik Haftasını kutlar, meslek hayatlarında başarılar dilerim.
12 Mayıs Dünya Hemşireler günü, sağlık personelimize kutlu ve hayırlı olsun.
12-18 Mayıs Hemşireler haftası. Bütün hemşirelerimizin Hemşireler günü kutlu olsun.
Ebe ve hemşireler günü kutlu olsun. Bu ülke sizinle gurur duyuyor.
Fedakar hemşirelerin Hemşireler günü kutlu olsun.
Fedakarlık, samimiyet ve iyi niyetin ete kemiğe bürünmüş haline gelen; hemşirelerimizin hemşireler haftasını kutlar, şiddetten uzak, mutlu ve huzurlu bir hayat dileriz.
Gece gündüz demeden sağlığımız için çalışan tüm hemşirelerimizin hemşireler günü kutlu olsun.
Hayatımız ve sağlığımız için emek harcayan hemşirelerimizin Hemşireler Günü ve Hemşireler Haftası kutlu olsun.
İnsan sevgisiyle dolu, şefkatle, sabırla yapılan bu kutsal ve onurlu mesleğin mensubu olan tüm hemşirelerimizin “12 Mayıs Hemşireler Günü” nü en kalbi duygularımla kutluyor, tüm sağlık tesislerinde görevli hemşirelerimize görevlerinde üstün başarılar diliyorum.
Sağlık sektörünün vazgeçilmez haline gelen tüm hemşirelerin hemşireler günü kutlu olsun.
Sağlıklı bireyler ve sağlıklı bir toplum için; çok önemli ve kutsal bir görevi ifa eden bu yüce mesleğin mensubu bütün fedakar hemşirelerimizin, Hemşireler Haftasını kutlar, meslek hayatlarında başarılar dilerim.
Samimiyet, sabrın ve iyi niyetin sembolü olan hemşirelik, temelinde insan sevgisi şefkat bilgi ve beceri ile yoğrulmuş kutsal bir meslektir. Bu mukaddes rolü üstlenerek sonsuz sabır, özveri, gayret ve sevgi ile mesleğini icra etmeye çalışan tüm hemşirelerimizin "12 Mayıs Hemşireler Günü"nü tebrik eder sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Sevgi, şefkat ve hoşgörünün simgesi haline gelen hemşirelerimizin hemşireler günü kutlu olsun.
Tüm hemşirelerimizin, Hemşireler Haftasını kutluyor, sağlık ve mutluluk diliyorum Ülkemizin dört bir yanında görev yapan hemşirelerimizin Hemşireler Haftasını kutluyor, aileleriyle birlikte sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler diliyorum.
Yurdun her yerinde, tüm güçlüklere karşın hizmet veren hemşirelerimizin, görevlerini kolaylaştırmak için herkes üzerine düşeni yapmalı, gereken özeni göstermelidir. Güç ve yüce bir görev üstlenen hemşirelerimizin, Hemşirelik Haftasını kutluyor, mutluluk ve esenlikler diliyorum.
Hasret hanım'la, hemşire olarak çalıştığım hastaneye yattığı gün tanıştım.
Hasret hanım sedyeden alınıp yatağına yatırılırken, eşi de yanındaydı.
Yakalandığı ince hastalık olarak adlandırılan vereme karşı amansız bir Savaşıveriyordu. Hastalığı son safhasında olmasına rağmen; teni bembeyaz, solgun yüzü, biçimli kırmızı dudakları olan, neşeli ve canlı bir hanımdı. Yatağına yerleştirdik. Kullanacağı tüm eşyalarını yerleştirdikten sonra:
"Başka bir ihtiyacınız var mı?" diye sordum. "
Evet" dedi. Çantamdaki kitaplarımı alabileceğim kadar yakınıma koyar mısın? Duygulu, hassas ve romantik bir hanımdı. İlerleyen günlerde ki konuşmalarımızıan pembe dizilere, aşk konulu filmlere ve romantik kitaplara düşkünlüğünü gördüm. Aramızdaki dostluk; her geçen gün ilerliyordu. Bir ara baş başayken:
" Evleneli nerdeyse tam yirmi beş yıl oldu. Yani tam bir çeyrek asır. Kadınları sürekli ‘aptal kadın' gözüyle gören bir erkekle evlilikte ne kadar mutlu ve mesut olabilirsiniz?
Bunun ne kadar can sıkıcı bir hayat olduğunu bilir misin? Onun beni sevdiğini biliyorum ama bu güne kadar bir defa dahi olsa ‘seni seviyorum' demedi. Hakkını inkaç edemem. Ne aç koydu, ne açıkta bıraktı.
Her insanın karnını doyurabilir, sırtını giydirebilirsiniz. Ama onalrdan daha önemlisi oların kalbini, yüreğini, düşünce ve duygularını da düşünmek, doyurmak görekmez mi?" Hastanenin bahçesindeki yaprakları dökülmekte olan ağaçlara bakarken; son günlerini yaşamaktaydı. İçini çekerek söyleniyor, gözlerinden sıcak bir damla yanaklarına doğru kayarak düşüyordu. "Bana ‘seni seviyorum' demesi için neler vermezdim.
Ama bu onun sanki tabiatına aykırı gibi bir insan o. "kocası ise her gün Hasret hanım'ı ziyarete geliyordu. Önceleri, Hasret hanım yatağında kitabını okurken veya televizyon seyrederken, o da yatağının ayak ucunda oturuyordu. Hasret hanım, daha sonraki günlerde, uzun saatler uyurken;
Odanın dışındaki koridorda aşağı yukarı veya hastanenin bahçesinde yürüyerek geçiriyordu. Çok geçmeden, Hasret hanım hiç kitap okuyamaz oldu. Uyanık olarak geçirdiği süreler, dakikalarla ölçülür olmuştu. Ben ise vaktimin çoğunu onun yanında kocasıyla ile geçiriyordum. Bana müteahhitlik yaptığını ve sık sık avlanmaktan zevk aldığını anlatmış.
İki kız çocukları olmuş, birini yıllar önce yuvadan uçurmuşlar diğeri ise başka bir şehirde üniversitede okuyormuş. Hasret hanım, bu amansız hastalığa yakalanana kadar, birlikte baş başa geçen, hayatın tadını çıkarmak adına bir çok seyahat ve gezi yapmışlar. Mesut Bey, eşinin yavaş yavaş ölüme yaklaştığı gerçeği karşısında, duygularını bir türlü dile getiremiyordu. Bir gün kafeteryada birlikte kahve içtikten, konuyu kadınlara ve biz kadınların yaşamlarında romantizme ne denli göreksinim duyduğumuza, eşimizden romantik sözler, mesajlar, kartlar ve aşk mektupları almaktan ne kadar hoşlandığımıza getirdim. " Hasret hanım'a kendisini hiç sevdiğini söylediniz mi?" diye sorduğumda, bana tuaf bir şey söylemişim gibi garip garip bakmıştı. "söylememe gerek var mı?"
Dedi. "Kendisini sevdiğimi zaten o biliyor!"
" Elbette biliyor. " dedim ve uzanıp elini tuttum. Elleri sıradan bir erkeğin ellerinden daha sertti. Bir kazma kürekle çalışan birinin ellerinin olması gerektiği gibiydi. O anda tutunabileceği tek şeyin elindeki fincanmış gibi sıkı sıkıya ona yapışmıştı. "Mesut Bey, Her kadın sevildiğini, seven için ‘ne anlama geldiğini bilmek' ister. Bunları hiç düşündüğünüz oldu mu?"Birlikte Hasret hanım'ın odasına doğru yürüdük. Mesut Bey, odaya girdi. Ben ise diğer hastaları ziyarete gittim. Daha sonra, Mesut Bey'i Hasret hanım'ın yatağının kenarında oturduğunu, onun elini tuttuğunu gördüm. İki gün sonraydı. Sabah hastaneye gitmiştim. Mesut Bey, koridorun duvarına yaslanmış, gözlerini yere dikmişti. Hasret hanım'ın güneşin yeni bir gün için doğmakta olduğu; sabah 05:45'de öldüğünü; baş hemşireden öğrendim. Mesut Bey beni görünce yanıma geldi. Gayri ihtiyari bana sarıldığında; bütün bedeni titriyordu. Gözleri kızarmıştı ve yanakları gözyaşlarının izleri vardı. Sonra, sırtını duvara yasladı ve derin bir nefes aldı. "Sana bir şey söylemeliyim" dedi. "Ona sevdiğimi söyledikten sonra kendimi çok iyi hissettim. "Sustu ve başını kaldırdı.
"Söylediklerinizi uzun uzun düşündüm. Bu sabaha karşı ona: ‘kendisini ne kadar çok sevdiğimi, onunla evli olmaktan ne kadar mutlu olduğumu'
Söyledim. Onun ne kadar güzel gülümsediğini görmeliydiniz!" Hastaneden götürülmek üzere; hazırlıkları yapılan Hasret hanım'a veda etmek için odasına girdim. Hasret hanım'ın yüzü asudelik içindeydi. Bir ömür boyu beklediği sözü, yeni bir hayata başlamak üzere giderken; alabilmiş olmanın rahatlığı ve huzuru içinde gibiydi. Başucundaki komodinin üzerinde Mesut Bey'in yazmış olduğu bir Sevgililer Günü kartı duruyordu.
Üzerinde:
"Sevgili Karıma. Seni Seviyorum" diye yazıyordu. Daha sonraki günlerdeydi. Mesut Bey'le yolda karşılaşmıştım. "Onun değerini, onu kaybettikten sonra çok daha iyi anladım. Geçen gün bir yazı okudum.
Keşke onu yıllar önce okusaymışım. İnsanlığın yüce rehberinin bir hadisi şerifinde:
" Erkek hanımının yüzüne güler yüzle bakarsa ‘bir köle azat etmiş sevabı', tebessüm ederse ‘haç ve umre etmiş sevabı' kucaklar ve severse ‘sıddıklar' sevabı yazılır" diyordu. "Bu hadisi şerifi okuduktan sonra daha da iyi anladım ki' söyleyenin kendisinden hiç bir şey eksilmediği halde; ‘Seni seviyorum' dememekle; biz erkekler ne kadar da cimriymişiz meğer!. " diyordu.
JAPON OLMANIN FAYDALARI - Bakkalınızdan Japon yapıştırıcısı isterken gururla "- Şu bizim yapıştırıcıdan versene" dersiniz. - Çok kiloluysanız zayıflamak için milyonlarca lira harcamaz aksine Sumo göreşçisi olup üstüne para kazanabilirsiniz. - "- Adamlar yapmış ağbi! " diyerek hep kulaklarınızı çınlatırlar. - Devleti yönetenlerin koltuklarını bırakmaları için ölmelerini beklemezsiniz.
İNGİLİZ OLMANIN FAYDALARI - Her zaman için beyaz atlı prensin kapınızı çalma ihtimali vardır(Prens Charles! ). - Ve üstteki mantığa göre kaynananız bir kraliçe olabilir. - Hiç bir baltaya sap olamazsanız, bir tamirhanede "İngiliz anahtarı "olabilirsiniz. - İngilizceyi su gibi konuşursunuz. (!) AMERİKALI OLMANIN FAYDALARI - Kendinizi iyi hissetmeniz ve Amerikalı olmanın hazzını ve gazzını almak için, herhangi bir Amerikan filmini seyretmeniz yeterlidir. Eğer hala övünmekten böğ gelmemiş ve kuİmamışsanız. - Her zaman ülkeniz Savaşıadır ama size zarar gelmez. - NBA maçlar ını izlemek için sabahın köründe kalkmazsınız. - Her apartmandaki 10 kişiden 5 'i dünyayı kurtaracak güçtedir. Düşman ister uzaylı olsun isterse bir göktaşı. (örnek: Rambo, terminator, v. s.
) ÇİNLİ OLMANIN FAYDALARI - Çocuğunuzun İsmini tabak çanak kırıp koyabilirsiniz. Çang, Çung, Çing gibi. - Uzaydan görülebilen tek insan eseri olan "Çin Seddi"ni gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşarsınız. - Uzağı net görmek için gözlerinizi kısmanız görekmez. - Tek yataklı oda parası verip üç kişi yatabilirsiniz. aranSIZ OLMANIN FAYDALARI - İngilizce bildiğiniz için değil, bilmediğiniz için hava atarsınız( Yani onlarşöyle sanıyor). - Her şeye aransız kalabilirsiniz. - aransızca küfür bile etseniz şiir okuyosunuz sanırlar. İTALYAN OLMANIN FAYDALARI - Kaybolmazsınız. Çünkü her yol Roma'ya çıkar. - Herkesin sırtını yaslayacak bir dayısı vardır, özellikle Sicilya dolaylarında. - Dünya kızları, yakışıklılıkta hep sizi örnek gösterir. - Doğan SLX fiyatını FERRARİ alabilirsiniz( Abartık ama olsun! Eee. şöyle vergilere şöyle espri!). VE TÜRK OLMANIN FAYDALARI - 2050 yılında dünyanın tek hakimi olabilirsiniz(Çünkü herkes uzaya çıkmış olacak). - Eğer dünyanın hakimi olursanız, uzaydan gelebilecek UFO lara taş atıp onları korkutup, kaçırabilirsiniz( UŞAK da yaşanmıştır). - Restaran, lokanta gibi yerlerde masaları birleştirebilir ortaya bir salata söyleyebilir, masanın kısa bacağının altına katlanmış kağıt koyabilirsiniz. - Otobüs, uçak, hastahane, vb. gibi cep telefonu kullanmanın yasak olduğu yerlerde gizli gizli cep telefonu ile konuşabilir, plajda cep telefonunuzu mayonuza sıkıştırabilir ve herşey çok normalmiş gibi daaranabilirsiniz. - İşsizlik, üretimsizlik, sosyal eşitsizlik, trafik canavarı, enflasyon ve sonu gelmeyen zamlarla canla başla mücadele ederek, "ülke yönetmecilik "oynayan SİYASETçilere yıllarca katlanarak "Varolmanın dayanılmaz eziyeti "ve"insanoğlunun dayanıklılık gücü"konularında bilimsel araştırmalara katkıda bulunabilirsiniz.
Turna Kuşu Japonya'da atom bombası atıldıgında iki yaşında olan bir kız oniki yaşına geldiginde, maruz kaldıgı radyasyon nedeniyle kansüre yakalanmış.
Savaşıa öksüz ve yetim kalan zavallıcık hastaneye yatırılmış. Ancak durumu ümitsizmiş. Hastanedeki tüm doktorlar küçük kızın ölümü için gün sayarken, küçük japon kızı hayat doluymuş. Koridorda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım ediyormuş. Hastaların arasında en sevdigi kişi ise seksen yaşlarında, kendisi gibi kanser olan Yaşlı bir kadınmış.
Küçük Japon kızı, ölüm döşegindeki bu Yaşlı kadını hiç yanlız bırakmamış. Kadın ölmeden hemen önce "Benim için çok geç ama bizim inanışımıza göre, eğer bir kişi kagıttan bin tane turna kuşu yaparsa, her istedigi kabul oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul!" demiş ve son nefesini vermiş. Küçük Japon kızı çok üzülmüş ama hayatta kalma arzusuyla, geleneksel Japon sanatı olan origaşöyle kagıttan turna kuşları yapmaya başlamış. Neşe içinde çalıştıgından ilk başlarda çok hızlı yapıyormuş. Bin tane turna kuşu yapması işten bile degilmiş. fakat bu sırada da saglıgı bozuluyormuş. Bu hazin öykü önce yerel, sonra da uluslararası basında yer almış. Dünyanın dört bir yanından insanlar kıza binlerce turna kuşu göndermeye başlamışlar. Ancak küçük Japon kızı, haberler basında elini kıpırdatamaz hale gelmiş. Hayattaki son saatlerini altı yüz yedinci kuşu yaparak geçirmiş. Kuşu bitirmiş;
Gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar postadan çıkar yüzlerce origami turna kuşuyla odasına girmişler. Küçük Japon kızı, yüzünde bir tebessüm yatagında cansız yatıyormuş. Postacılar aylarca turna kuşu taşımışlar hastaneye. Sayısı milyonlara ulaşan turna kuşları Japonya'da bir müzede sergilenmektedir.
Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu. Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve “Sevgili Michael” diye başlıyordu. Ve “Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini” anlatarak devam ediyor. “Ama sakın unutma, seni daima seveceğim” diye bitiyor. İmza. Hannah!. Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım. Görevli kişi, kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında:
“Belki, size yardımcı olabilirim” dedi. “Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.” dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi. “Bağlıyorum efendim.” Telefonda, karşıdaki hanıma “Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını” sordum. “Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık” dedi. “Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.”
“Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres bulursunuz.” deyip bana huzurevinin adını verdi. Hemen aradım. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş. Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki orada bilirlermiş. “Bunların hepsi aptalca aslında” dedim kendi kendime. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki. Aradım numarayı. Bir kadın “Şimdi Hannah’nın kendisi bir huzurevinde” dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim. Ses; “Evet, Hannah burada yaşıyor” dedi. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah’yı görmek için. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama. Anlattım olanları. Cüzdanı ve mektubu gösterip. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve “Genç adam” dedi, “Bu mektup, Michael ile son kontağımdı. Onu öyle seviyorum ki. Sean Connery gibi yakışıklıydı. Hani şu meşhur aktör. Ama ben 16 yaşındaydım. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.” Derin bir nefes daha. “Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen. Onu hep düşündüm. Hep.” Bir ufak sessizlik. Bir derin nefes daha. “Ve onu hep sevdim.” İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden. “Ve hiç evlenmedim. Michael gibi birisini bulamadım ki.” Hannah’ya teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız “Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size” dedi.” Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim” dedim. Cüzdanı elimde sallayarak. O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı. “Hey baksana. Bu Bay Michael’ın cüzdanı. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım. Cüzdanını hep kaybederdi zaten. Üç kere ben buldum, koridorlarda. “Michael sekizinci katta yaşıyordu. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla. Sonra sevinçle “Evet bu benim cüzdanım” dedi. “Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum.”
“Hiçbir şey borçlu değilsiniz” dedim. “Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum.”
“Mektubu mu okudun?”
“Sadece okumakla kalmadım. Hannah’yı da buldum.”
“Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.”
“Çok iyi. Hem de harika” dedim, yavaşça. “Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım.” Elime sımsıkı sarıldı. “O benim tek aşkımdı. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti.”
“Bay Goldstein” dedim. “Gelin benimle.” Asansörle üçüncü kata indik. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu. Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu. “Hannah” dedi. “Bu bay’ı tanıyor musun?” Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden. “Michael” dedi, Michael, kapıda, kısık sesle. “Hannah. Ben Michael. Beni tanıdın mı?.”
“Michael” diye yutkundu Hannah. “İnanmıyorum. Bu sensin. Benim Michael’ım.” Michael Hannah’ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı. “Gördün mü, bak?” dedim “Yaşamda, yaşanması gereken her şey, er ya da geç, bir gün kesinlikle yaşanacaktır.” *** Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı. Gelebilir miydim? Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi… Aşklarını on sekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.