Ülkenin tanınmış genç avukatlarından biri, yaban kazı avı zamanı, tüfeğini alıp avlanmaya çıkmış. Kazları uçarken görmüş. Hemen nişan alıp ateş etmiş. Kuş döne döne yere inmeye başlamış. Etrafı çitle çevirili bir araziye düşüvermiş sonunda.
Avukat hemen araziye girip kuşu almaya yeltenmiş. Tam çitlerden içeri girecekken karşısına yaşlı bir köylü çıkmış.
Köylü avukata sormuş:
─ Ne yapıyorsun benim arazimde ?
Avukat:
─ Şu yaban kazını vurdum da, almaya çalışıyorum.
Yaşlı köylü:
─ Arazi benim olduğuna göre, içindeki her şey gibi, kuş da benimdir.
Avukat hemen diklenmiş:
─ Ben bu ülkenin en önemli avukatlarından biriyim. Beni uğraştırma beyamca!
─ Mahkeme masrafı falan der, çiftliğine kadar elinden alırım bak !
Yaşlı köylü gülmüş:
─ Biz buralarda böyle küçük sorunları mahkemeyle değil, üç tekme kuralıyla çözeriz.
Demiş.
─ Nedir o üç tekme kuralı?
Diye sormuş, avukat merakla. Yaşlı köylü:
─ Önce biri ötekine üç tekme vurur, sonra öteki. Sonra yine ilki. Bir kişi pes edene kadar devam eder. Pes eden kaybeder.
Avukat genç, güçlü kuvvetli, sportmen. Köylü ihtiyar. İçinden "ben bunu haklarım" diye düşünerek:
─ Kabul.
Demiş.
─ Burası benim arazim olduğuna göre ilk vurma hakkı bende.
Demiş yaşlı köylü. İlk tekmeyi atmış avukatın kasıklarına. "Ufff" diye dizlerinin üzerine çökmüş avukat.
İkinci tekme tam midesine gelmiş ki, avukat öğlen yediği yemekleri çıkarmış, "böğğğ" diye bağırıp dört ayak haline gelmiş yerde.
Yaşlı köylü üçüncü tekmeyi tam kıçının ortasına yerleştirince de öne doğru kapaklanmış avukat.
Önde de köylünün ineğinin biraz evvel oraya bıraktığı ıslak tezek var, avukatın suratı aynen gömülmüş içine.
Avukat:
─ Şimdi sıra bende, ihtiyar tilki, diye doğrulmuş, ağzına kadar giren pislikleri ceketinin koluyla temizlemeye çalışırken.
Yaşlı köylü gülmüş:
─ Pes ediyorum.
─ Bir kaz için dövüşmeye değmez, al kuşunu giт buradan!
Susuzluktan kıvranan bir köy halkı, nefesi kuvvetli, "Bir dua etti mi gökten rahmet boşalıyor" diye namı yürüyen kasabadaki hocaya haber salıp getirmişler. O gece hoca efendi, bir güzel ağırlanmış, yedirilmiş, içirilmiş sabah namazından sonra hep birlikte yağmur duasına çıkılmış Hoca dua etmiş, köylü ellerini açıp amin demiş, dua bitmiş, köye dönüyorlar, onlar yağmur beklerken hava açmış, pırıl pırıl güneş... Köye yaklaşırken, homurtular başlamış:
- Ne biçim hoca bu yahu? -Hani bir okuyacak bir üfleyecek, gök gürleyecek yağmur yağacaktı...
- Güya karşı köye gitmiş, daha ellerini açıp duaya başlarken, gökten rahmet boşanıvermiş... Sonunda muhtar hocanın yakasına yapışmış:
- Hani hoca yağmur yağacaktı ne oldu? Hoca dönmüş:
- Size yağmur yağmaz!
- Niye yağmasın? Hocaysa hoca, duaysa dua, daha ne istiyorsun?
- Siz bana güvenmediniz!
- Ne demek güvenmedik? Güvenmesek kasabadan alır buraya getirir miydik? Aldık, getirdik, paranı peşin verdik, sen dua ettin, biz amin dedik, daha nasıl güveneceğiz?
- Siz yalnız bana değil, töğbe estağfurullah, Allah'a da güvenmediniz... Sizin kalbiniz bozuk! Köylü hep birden itiraz etmiş:
- Haşa sümme haşa, nereden çıkarıyorsun bu lafları? Hoca efendi elindeki şemsiyeyi göstermiş:
- Bre zındıklar eğer güvenseydiniz, hepiniz yağmur yağacak diye şemsiyelerinizi yanınıza alırdınız. Hani nerede şemsiyeniz? Bir ben güvendim, şemsiyemi aldım o da yetmedi!...