Bayburt saat kulesi önünde öğrenciler toplanmış, Atatürk koşusu için hazırlık yapılıyorken, Aksaçlı köyünden, Gülbek emi gelir, koşu için hazırlık yapmakta olan öğretmen ve öğrencilere yaklaşır.
Telaş içindeki öğretmen ve öğrencileri görünce dayanamaz ve sorar:
- “Ola uşaklar neydir siz?”
Öğretmenlerden biri, soruyu yanıtlamaya çalışır:
- “Şey emi, Atatürk koşusu var o yapılacak” der.
- “Atatürk koşusu mu?” diye soruyu yineler.
- “Evet, bey emi”.
“Yani benim anniyacağım, bu soğukta segidip gelecekler, he?” diye şaşkınlıkla sorar.
- “Segirdip gelecekler, eee sora ne olacak.?”
Öğretmen yanıt verir:
- “Sonra birinci, ikinci ve üçüncü gelen koşuculara, koşudan sonra ödülleri verilecek”
- “Diyer segidenlere bişe yok, ele mi? Zaten birinci ikinci ve üçüncünün de kim olacağı bellidir!”
- “Evet belli”
“Eee o zaman, bu soğukta, ötekiler niye segidir ki?”
Çocuk okula gelir, tabii bizimki ilkokul talebesi, ama her tarafi yara bere icinde, hoca sorar -oğlum ne oldu sana?, -babam dövmiştir.
Hoca sorar:
- Niye oğlum?
- Valla bilmiyom hocam aksam evde yatiyik biraz sonra babamin sesini duyuyom, ali uyudun mi ali'den ses cikmiy veli uyudun mi, e veli'den de ses cikmiy memed uyudin mi memed'den de ses cikmiy şehmus uyudin mi diy, ben de yok buba uyumadim diyrem oda geliy beni döviy.
Bunun uzerine hoca, bak sehmus bu gibi durumlarda uyumasan da ses etmemek lazimdir der. sehmus kafa sallar eve gider, ertesi gun okulda sehmus daha fena dovulmus olarak gelir. bunu goren hoca merakla gider yanina ;
- Sehmus ne oldi kim yapti,der. sehmus:
- Bubam yapmistir.
- Niye sehmus ne oldi? sehmus anlatir:
- Hocam aksam evde yatiyik biraz sonra yine babam in sesini duyuyom, ali uyudun mi ali' den ses cikmiy veli uyudun mi e veli'den de ses cikmiy memed uyudin mi memed'den de ses cikmiy seyhmus uyudin mi diy, ben de uyumadim ama hic ses itmedim bunun uzerine anam ile bubam bir giprasmaya basladiler anlamadim ne oliy biraz sonra anam dedi ki, la ihsan ben geliyom, bubam da haticem ben de geliyom dedi;
Ben de ula nereye gidiyonuz ben de geliyom dedim...
Yahyalı’ya Adanalı bir ilköğretim müfettişi geldi ve kısa zamanda ahbap olduk. Kendisine köylere gittiğinde genç öğretmenlere yük olmamasını, onların imkanlarının kıt olduğunu anlattım. Çevreyi iyi bildiğim için falan köye gidince falan kişiye selam söyle, onda misafir ol, falan köyün muhtarının hali vakti iyidir, onda kal gibi notlar verdim. Dikme köyüne varınca da Ateş Ağa’da misafir ol, fakat o çok nüktedandır, dikkat et, bir laf söyler altından kalkamazsın, dedim. Günlerden bir gün müfettiş, Ateş Ağa’ya misafir olmuş. Çok iyi ağırlamışlar, ertesi gün ahırdan atını eşeğini çıkartmış, hazırlamış, müfettişi ata bindirmiş, kendisi de eşeğe binmiş, öbür köye kadar götürüyormuş. İki günden beri hiç de o anlattığım gibi nüktedan bir adam olarak göremediği Ateş Ağayı müfettiş yavaş yavaş yoklamaya başlamış:
- Ateş Ağa, maşallah senin Karakaçan çok hızlı, ateş gibi yürüyor, demiş. - Evet beyefendi iyi yürür, demiş. Beklediği cevabı bulamayan müfettiş, biraz sonra Ateş Ağanın eşeği yerde gördüğü tütün paketinin kağıdını eğilip koklayınca, Müfettiş yine söz açmış:
- Ateş Ağa, senin Karakaçan okuma da biliyor herhalde, demiş. Artık sabrı tükenen Ateş Ağa:
- Evet bilir beyefendi. Biraz daha okusa müfettiş olacaktı zaten, demiş.