Buyukce bir kopek agzinda bir torbayla kasap dukkanina girer. Agzindaki torbayi yere birakir, kasabin karsisina oturup bekler.
- "Bu da nesi" der kasap diger musterilerine bakarak.
- "Herhalde et alacak" der birisi.
Kopek de tasdik eder :
- "Hav"
- "Nasil et istiyorsun bakalim, kiyma, kusbasi, biftek?"
- "Hav" diye keser kopek kasabin sozunu.
- "Peki ne kadar?, bir kilo, iki kilo?"
Tekrar.
- "Hav" sesi duyulur.
Sasiran kasap siparisi sarar ve torbaya yerlestirirken, etin parasinin da torbada oldugunu gorur. Kopek dukkani terk ederken kasap meraktan catlayacagina kopegi takibe karar verir, dukkani da yardimcisina emanet eder. Kopek bir kac sokak otede bir apartmana girer, ucuncu kata cikar ve bir kapinin onunde durarak pencesiyle kapiya vurmaya baslar.
Kapiyi kizgin bir adam acar ve baslar kopege bagirmaya. Izlemede olan kasap ortaya cikar ve adama ;
- "Dur bir dakika " der "Ne yapiyorsun? Gordugum en akilli kopek, ona niye bagiriyorsun ?"
Adam ;
- "Akilli mi ?" der," bu hafta uc oldu, anahtarini yanina almayi unutuyor."
Nasreddin Hoca, yeni öğrencilerine (mollalarına) dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış.
"Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz vs." diye anlatmış.
Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti:
- "Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim" demiş.
Hocanın evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş;
- "Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik."
İçerden Karısı:
- "Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok." diye seslenmiş.
Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş.
- "Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip, bunlarla da sizlere ikram edebilecektim" ! ...
Nasrettin Hoca bir gün misafirliğe gitmiş. Ev sahipleri de yemek yemişler. Hocayı da yemek yedi sanmışlar ve yemek getirmemişler. O da sıkılmış, bir şey söyleyememiş. Konuşulmuş, görüşülmüş, şerbetler edilmiş, Hocayı öbür odaya götürüp yatağını göstermişler. "Allah rahatlık versin" deyip gitmişler. Hoca, aç karnına bir türlü uyuyamamış. Sağa dönmüş, sola dönmüş, ama yine de uyuyamamış. Kalkıp ev sahiplerinin odasına gitmiş, kapıyı çalmış. "Hayrola Hocam ne var" demişler. Hoca demiş ki:
- Efendim, yumuşak bir yatak yapmışsınız, rahatım kaçtı, uyuyamadım. Bilirsiniz, biz fukaralıktan yetişmiş adamlarız. Siz bana bir kül pidesi verin de yarısını yatak, yarısını yorgan yapayım, mışıl mışıl uyuyayım.