Genç mühendis, İlçe Tarım Müdürlüğü tarafından, çiftçileri bilinçledirmek amacıyla, kahvehane toplantılaarı yapmakla görevlendirilmişti. İlk toplantısını da Yumurtalık-Hamzalı köyünde yapmıştı.
Köylüler etrafına toplanmışlar merakla dinliyorlardı. Mühendis, toprak tahlilinin önemi, dekara atılacak gübre miktarı, kullanılan gübre çeşidi filan derken baktı ki; ilgi iyi , geriye doğru kasılıp heyecanla anlatmaya devam etti. Bu kasılma Musa dayının gözünden kaçmadı.
Mühendis çayından bir yudum almak için durakladı. Musa dayının elini kaldırdığını gördü:
- Buyur amca , anlamadığın bir yer mi var?
- Evet yavrum. Kendini boşa yorma. Zahmet edip gelmişsin. Hoş geldin. Ancak çayını, ayranını iç seni uğurlayalım.
- Musa dayının bu çıkışı mühendisin pek hoşuna gitmedi. Yüzü değişti.
- Niye amca anlattığım şeyler yararlı olmuyor mu?
- Bre oğul, bacının .. Mını eniştenden iyi mi bilecen? deyiverdi Musa dayı.
Kadın gece uyanıyor ve kocasının yatakta olmadığını görüyor. üzerine sabahlığını atıp, aşağıya iniyor. kocası mutfakta oturmuş, önünde bir fincan kahve, derin düşüncelere dalmış görünüyor. Gözlerinden süzülen iki damla gözyaşını elinin tersi ile silerken, kahvesinden de bir yudum alıyor.
- Hayırdır, gecenin bu saati aşkım? nedir derdin? diyor kadın.
Adam, kahvenin üzerinden ona bakarken;
- Hatırlar mısın aşkım, çıkmaya başladığımızda sen henüz 16 yaşındaydın! ne kadar duygusal, ne kadar şevkat ve sevgi doluydun!
Kadının gözleri doldu;
- Evet tabii ki hatırlıyorum.
Kocasının sözleri gırtlağında düğümleniyordu;
- Hani arabanın arka koltuğunda babana basılmıştık!!
Adam devam etti;
- Ve silahı kafama dayayıp, ‘ya kızımı alırsın, ya da 20 yıl hapislerde çürürsün!!’ dediğini.
Yumuşacık bir sesle ‘hımmm’ dedi kadın..
Adam yanağından bir gözyaşı daha silip, sözlerine devam etti;
- Işte bugün çıkıyor olacaktım!!!
Baba, pazar sabahı neşeyle uyandı. Bütün gün miskinlik yapıp evde oturacak, elinde kahve, pencere kenarında gazeteleri evire çevire okuyacaktı.
Ama daha kahvaltıda oğlu, sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Oğluna verdiği sözü tamamen unutmuştu. Bu pazar onu sinemaya götürecekti. Hay Allah! Bir bahane bulmalıydı.
Birden masanın yanında duran gazetenin, promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. İşte bahanesi yanıbaşındaydı. Haritayı alıp odaya gitti, onu makasla küçük parçalara ayırdı ve tekrar mutfağa dönerek :
- "Tamam oğlum, ama önce sana bir görev: Bu haritayı düzelt, ondan sonra gidelim" dedi. Sonra da "Kendim bile bu haritayi düzeltemem artık" diye düşünüp, keyifle pencere kenarına kuruldu.
Ama on dakika sonra çocuğu yanıbaşında bitmiş, sevinçle:
- "Haritayı düzelttim baba, hadi sinemaya gidelim" diyordu.
İnanamadı ve görmek istedi. Ve hayretle içinde gördü.
- "Bunu nasıl yaptın oğlum?"
- "Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İnsanı düzeltince dünya kendiliğinden düzeldi.
Alman’ın birisi yeni Müslüman olmuş ve Bayburtlu bir kızla evlenmiş. Kurban bayramı, bakmış bütün Müslümanlar kurban kesiyor.
O da dini vecibelerini yerine getirmek için, bir kurbanlık alır, evinde kesmek ister. Yatırmış koçu, keserken tam yarıya gelmiş, ya bu Müslümanlar kurbanı keserken bir şeyler diyorlardı, acaba neydi diye aklına takılmış.
Hanımına sormayı da, gurur meselesi yapmış. Koşmuş gitmiş bir Türk kahvesine elinde bıçak üstü başı kan, sormuş;
- “Kurban kesmeyi kim biliyor? Millet tırsmış, elinde bıçak üstü başı kan. Hiç kimseden ses çıkmamış. Ya burada Müslüman var mı? demiş.
Bayburtlu bir amcada elinde tespih bir köşede oturuyormuş. Millet onu işaret etmiş Alman’a. Alman da onun başına dikilmiş sormuş.
- “Sen Müslüman mısın amca?” demiş. Bayburtlu amcada onu böyle kan revan içinde görünce çekinmiş, demiş ki;
- “Vay beni işaret edeni… Bana Müslüman diyenin avradını” diye bitirmiş..