Kaplumbağaların çok uzun yaşadıkları bilinir. Kaplumbağalar bir gün piknik yapmaya karar vermişler. Yer olarak dağı seçmişler. Hazırlıklara başlamışlar, 10 yıl geçmiş, 20 yıl geçmiş, 30 yıl geçmiş, hazırlıkları bitirmişler. Yola çıkmışlar, 10 yıl geçmiş, 20 yıl geçmiş, 30 yıl geçmiş, 40 yıl geçmiş, 50 yıl geçmiş, 100 yıl geçmiş, 150 yıl geçmiş dağa varmışlar. Yemekleri hazırlamaya başlamışlar, 10 yıl geçmiş 20 yıl geçmiş, 50 yıl geçmiş hazırlıklar bitmiş, tam yiyecekler, gazoz açacağı yok. Ne yapacaz ne yapacaz. Yaşlılardan biri "Gençlerden biri gidip alsın ben dayanamam" demiş. Gençlerden biri seçilmiş. "Ama ben gelmeden yemeyin" demiş. Yola çıkmış, 10 yıl geçmiş, 20 yıl geçmiş, 30 yıl geçmiş, 50 yıl geçmiş 100 yıl geçmiş, 150 yıl geçmiş, 250 yıl geçmiş, artık yaşlı kaplumbağalardan biri "Ben dayanamayacağım yiyeceğim" demiş. Tam ilk lokmayı yerken çalılıklar sallanmış, genç kaplumbağa çıkarak "Biliyordum lan yiyeceğinizi, gitmiyorum işte!
Fransiz delikanli, Paris’in bulvar kafesinde oturmus, tipik kahvaltisini yapiyor. Kahve, kruvasan, ekmek, tereyag, recel Yan masaya agzinda cikleti ile tipik bir Amerikali turist oturmus, sohbet baslamis.
Amerikali:
- "O ekmegin hepsini yiyecek misin?"
Fransiz:
- "Tabii"
Amerikali : Biz yemeyiz, icinden biraz alir yeriz, kalan bir ficida toplanir,
Fabrikaya gider, kruvasan yapilir, Fransa’ ya satilir."
Fransiz cevap vermemis.
Amerikali:
- "Recel de yer misiniz?"
Fransiz (Ofkeli):
- "Tabii"
Amerikali : Biz meyveyi taze yeriz. Kabuklarini, cekirdeklerini, curumuslerini bir ficida toplar fabrikaya gonderir, recel yapar, Fransizlar’ a satariz."
Fransiz:
- "Peki siz kullandiginiz prezervatifleri sevistikten sonra ne yaparsiniz?"
Amerikali:
- "Atariz tabii"
Fransiz:
- "Biz atmayiz. Bir ficida icindekilerle biriktirir, fabrikaya gonderir, ciklet yapar, Amerika’ ya satariz!"
Kasabanın en zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi olduğunu sanırmış.
Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış. Süslü ve pahalı elbiseler giyer, gururla dolaşırmış.
Nasreddin Hoca'nın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa;
- "Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı" der bilgiçlik taslarmış.
Bir gün Murat Ağa'nın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hoca'ya ve cemaate hitaben:
- "Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim" diye feryat eylemiş.
Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle:
- "Bak komşu, Kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahirette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan korkmayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir adamın böyle ufak bir yangın için telâşı da ne demek olur!" demiş.