Politika Fıkraları, Politik Fıkralar
Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. Yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce, bir yarışma düzenlemeye karar verdi. Isteyenin bu yarışmaya katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyecegini söyledi. Yarışma günü, insanlar akın ettiler. Bazıları en güzel arabalarını, bazıları en güzel elbiselerini getirmişti: Kadınlardan kimileri saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı, kimi de yanlarında en güzel yiyecekleri getirmişti. Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca koşmaya hazırlanıyordu. Nihayet, tüm gün insanlar yoldan geçtiler, fakat yolu kat edip tekrar kralın yanına döndüklerinde hepsi aynı şikayette bulundu: Yolun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını vardı ve bu moloz yığını yolculuğu zorlastırıyordu. Günün sonunda yalnız bir yolcu da bitiş çizgisine yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz toprak içindeydi, ama krala büyük bir saygıyla yönelerek elindeki altın kesesini uzatti:
"Yolculugum sırasında, yolu tıkayan tas ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı."
Kral gülümseyerek cevap verdi:
"O altınlar sana ait delikanlı."
"Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı."
"Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandin, zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir !"
Şinasi Nahit, keskin kalemli bir güldürü yazarıydı. Devir, Demokrat parti dönemiydi. Yazılarından dolayı sık sık yargılanıyordu usta mizahçı. Mahkeme aynı mahkeme, yargıç aynı yargıçtı. Her mahkeme, hakimin "gereği düşünüldü" demesiyle bitiyor. Verilen cezayı Yargıtay onaylıyor, ünlü yazar da cezaevine atılıyordu.
Bir dava, yine hakimin "gereği düşünüldü" cümlesiyle sona ermek üzereyken, Şinasi Nahit, artık dayanamadı, yerinden fırlayarak:
- Hakim bey, hakim bey, dedi. Sen hep gereğini düşünüyorsun, biraz da beni düşünsene.
Vicdanında bir sızlama hisseden politikacı, yaşlı bir adama fikir danışmış:
- Ben halka 6 defa yalan söyledim baba, demiş. Bana günahımın affı için ne yapmamı tavsiye edersin?
İhtiyar, soru üzerinde düşünmüş, sonunda şu cevabı vermiş:
- İki koç kurban et, peşinden tövbeyi unutma, demiş.
Politikacının yanındaki arkadaşı da fırsatı kaçırmadan sormuş:
- Ben, beş kez yalan söyledim, bana ne tavsiye edersin?
İhtiyarı bir düşünce almış, ama onun da çaresini bulmuş:
- Bir defa daha yalan söyle. Altı olunca, sen de iki koç kesip tövbe edersin.
Timur’un içki ile başı hoş değilmiş. Hele bir ağzına vuran olsun!
Alimallah, anasından emdiğini burnundan getirirmiş.
Günün birinde, kör kandil, birini tutup getirmezler mi bizimkine, gayri köpürmüş, küplere binmiş:
“Şimdi görürsün sen, dünyanın kaç kulaç olduğunu. Yatırın şu keratayı, vurun bin değnek!” diye gür gür gürlemiş.
Geçmiş gün, Hoca da orada imiş Mübarek adam, bu söze bıyık altından gülecek olmuş ama, Timur’un gözünden kaçar mı? Hemen kaşlarını çatmış:
“Bre Hoca, sen de vara, yoğa gülersin; gülünecek ne var bunda?” diye sormuş.
Rahmetlinin hali malum, dobra dobra konuşmak, kaçamaklı laf arar mı?
“A devletlim; siz ya değnek yememişsiniz, ya da sayı bilmiyorsunuz. Bin değnek, dile kolay!” demiş.