Mart ayı gelmiştir, kediler her akşam süslenip, püslenip, mis gibi kokularını sürünüp dışarı çıkmaktadırlar. Aralarında bir de küçük erkek kedicik vardır. Bir gün “ben de gelmek istiyom†der. Kediler sinirlenir. “Hadi len, senin daha yaşın küçük, giт misket oyna. € Bir gün, iki gün, üç gün... Bizimkini iyice merak sarar. Son bir kez daha dener şansını bir akşam: “Ya ne olur beni de götürün nereye gidiyorsanız?†aralarından babacan bir kedi çıkar: “Gel lan, sen de gel de öğren, ilerde lazım olacak. Sevişmeye gidiyoruz. Mart ayı bizim ayımız. € Hepsi toplanır. Aylardan mart dedik ya, hava soğuk, damda beklerler. “Bak,†der babacan kedi:
- Aşağıdan dişi kedi geçtiğini gördün mü saldır! Aradan saatler geçer, ne gelen, ne giden var. Bizim gariban kedicik iyice üşümüştür. Babacan kediye yanaşır, kolunu hafifçe vurarak: “Abi ya,†der:
- Ben bi beş dakka daha sevişiyim, gitcem.
Kadınların erkekleri avuçlarında oynatmak için programlanmış bir toplumsal bilinç altları var. Bu kurallar her kadına, kadınlık hormonlarıyla birlikte geçiyor ve genetik olarak devam ediyor.
Kadın genlerindeki kodların şifrelerini çözdüğünüzde karşınıza çıkan liste şöyle:
1. Asla gerçekten düşündüğün şeyi söyleme.
Asla!
2. Her zaman anlaşılmaz ol.
3. Aylar evvel tartışılmış bir konuyu gündeme getir, hır çıkar. Yıllar evvelki bir olayı gündeme getirerek devam et.
4. Erkeğin her şey için özür dilemesini sağla.
5. Ağla ve "Hep senin yüzünden" de.
6. adamın çantasına, elbisesinin cebine, arabasının torpido gözüne üzerinde "Seni seviyorum" yazan notlar bırak.
7. Erkeğin gözlerinin içine bak, sonra bir kahkaha at, adam ne olduğunu anlayamasın, bir kahkaha daha at.
8. Ağla.
9. Adam "güzel gözlerin var"
Dediğinde "O kadar mı?" diye sor.
10. Her yere ve her şeye geç kal. Adam gecikecek olursa bas bas bağır.
11. Regl döneminin cinayeti affettirici unsur olabileceğini anlat.
12. "Bilmem anlatabiliyor muyum?" de adamın gözlerine bak, sonra adamın söyleyeceği her şeye "anlamamışsın" cevabını ver.
13. Babanın silah koleksiyonundan, abinin kara kuşak karateci olduğundan bahset.
14. Ailedeki herkes bana "Prenses" der diye anlat.
15. Eski erkek arkadaşının göbeğinin olmadığını her fırsatta söyle.
16.
Tuvalete gruplar halinde giт. Asla yalnız başına bir şey yapma.
17.
Bağımsızlık bir zaafiyet işaretidir, anne baba evinde oturmaya devam et.
18. Ağla.
19. "Bil bakalım canım ne istiyor?" diye sor, bilemediğinde azarla.
20. Her şeyi dakikası dakikasına planla, sonra asla o plana uyma.
21. Kız arkadaşlarını eve çağır, balkonda avaz avaz "Kapı açık, arkanı dön ve çık" diye şarkı söyle.
22. Adamın konuşmasını "E leri açık söyleme" diye kes.
23. "Kilo mu aldım"? diye sor, cevabı beklemeden "Tereyağlı ekmeği" yemeye başla.
24. Ağla.
25. Fıkraların sonunu unut.
26. Sadece arkadaş grubundaki erkeklere merhaba de ve "onları" birbirlerine düşür.
27. Adamın giyimine sürekli karış, üç dakikada bir "dik yürü" diye uyar.
28. "Neyin var senin?" sorusuna "Madem anlamıyorsun ben de söylemiyorum." cevabını ver.
29. Adamla ilgileniyor gibi görün, o sana ilgi duyduğu anda azarla.
30. Beş saniyelik bir sessizlik olduğu anda "Ne düşünüyorsun?" diye sor.
31. Saçlarının uçlarını düzelttirdiğinde, adam fark etmezse bütün gece somurt.
32. İnsanların sürekli kafasını karıştır.
33. "Meclis'te kadın kotası" fikrini aç, bütün gece bu konuyu anlat, başka konuya geçmek isteyenleri "Maço" ilan et.
34. Ağla.
35. Kızarmış patatesleri erkeğin tabağına koy, bunun bir sevgi gösterisi olduğunu söyle, sonra "Sen biraz kilo aldın" de.
36.
Tuzluğa bak ve adama "Bu tuzluk sana neyi hatırlatıyor?" diye sor. Adam bilemediğinde "daha doğru dürüst tanışmıyorduk bile. Ben senden tuz istemiştim, tuzluğu verdiğinde küçük parmağın küçük parmağıma değmişti"
Diye anlat ve "Aramızdaki elektrik bitti" de, tuvalete giт. Döndüğünde masada şampanya yoksa olay çıkar.
37. Ağla.
38. Kulağında kaç delik olduğunu sor, bilemezse eski sevgilinin bunların hepsini bildiğini anlat.
Bir zamanlar İngiliz hükümeti, çocuğu olmayan ailelerin bu sorununu çözmek için, "Cici Baba" servisi kurmuş.
Cici Baba, evliliklerinin ilk beş yılında, çocuk sahibi olamayanlara yardım eden, bir devlet memuru.
Smith ailesi de böyle bir servis için başvuruda bulunur.
Bayan Smith, heyecanla "Cici Baba"yı beklerken kapı çalınır. Ancak gelen kişi, cici baba adayı değil, kapı kapı dolaşan bir bebek fotoğrafçısıdır. Konuşma şöyle gelişir:
Bayan Smith :
"Günaydın"
Fotoğrafçı :
"Günaydın efendim ben şey için gelmiştim."
Bayan Smith :
"Açıklamanıza gerek yok kocam her şeyi anlattı. Buyrun içeri girin."
Fotoğrafçı :
"Öyle mi? Bebek işinde üstüme yoktur, özellikle ikizlerde."
Bayan Smith :
"Kocamda öyle söyledi buyrun oturun."
Fotoğrafçı :
"O zaman kocanız belki de size........."
Bayan Smith :
"Aa evet, ikimiz de en iyi sonucun böyle alınacağını düşünüyoruz."
Fotoğrafçı :
"Öyleyse hemen başlayalım."
Bayan Smith : (Kızararak) "şey nerede başlamalı?"
Fotoğrafçı :
"Her şeyi bana bırakın. Ben genellikle iki kez banyo küvetinde, bir kez kanapede ve belki bir kaç kez yatakta denerim. Bazen oturma odasının Halısında iyi oluyor."
Bayan Smith :
"Banyo! Oturma odasının Halısı! Neden bizim beceremediğimiz anlaşılıyor."
Fotoğrafçı :
"Şey hanımefendi, hiç kimse, ilk seferinde iyi bir sonuç garanti edemez ama altı yedi kere denersek bir tanesi mutlaka şahane olacaktır."
Bayan Smith:
"Afedersiniz ama biraz fazla olmuyor musunuz?"
Fotoğrafçı :
"Kesinlikle değil benim işimde insanlar aceleci olmamalıdır."
Bayan Smith :
"Başarılı oluyor musunuz bari?"
Fotoğrafçı : (Çantasını açarak bebek fotoğrafları gösterir). "Şu bebeklere bakın bunlar benim işlerim. Bakın bu dört saat sürdü."
Bayan Smith :
"Evet çok güzel bir bebek"
Fotoğrafçı :
"Fakat gerçekten güç bir iş. Görmek istiyorsanız şuna bakın, ister inanın ister inanmayın bu Londra'nın ortasında, otobüsün üzerinde oldu."
Bayan Smith :
"Tanrim!"
Fotoğrafçı :
"Bunlar da şehrin en şirin ikizleri. Anneleri ile çalışmanın ne zor olduğunu bilseniz, ikizlerin şirinliğine daha çok şaşırırsınız."
Bayan Smith :
"Öyle mi?"
Fotoğrafçı :
"Sormayın. Şunun da işini doğru yapabilmek için onu Hyde Park'a götürdüm. Herkes çevremizi sardı. Peş peşe dört beş tam boy ve iş bitti."
Bayan Smith :
"Dört beş tam boy!"
Fotoğrafçı :
"Evet üstelik üç saatten fazla sürdü. Sonunda bir kaç kişi kalabalığı tuttu. Karanlık olmadan önce yeniden denemeliydik, ancak serçeler aletimin üzerine konup, gagalamaya başladılar. Bu yüzden işi bırakmak zorunda kaldık."
Bayan Smith :
"Yani gerçekten serçeler şeyinizi aaa - aletinizi ısırdılar mı?"
Fotoğrafçı :
"Evet böyle şeyler oluyor tabi. Ben tekniğimi geliştirmek için, tam üç yıl harcadım. Mesela şu bebek. Bu neticeye ancak, büyük bir mağazanın ön vitrininde ulaşabilirsiniz."
Bayan Smith :
"Bu kadar da olmaz!"
Fotoğrafçı :
"Hanfendi hazırsak ayağı alıp geleyim."
Bayan Smith :
"Ayak mı?"
Fotoğrafçı :
"Aa evet, alet ağır olduğu için sürekli elde taşımak zor oluyor, bunun için ayak kullanıyorum. Hanımefendi. hanımefendi. Hay Allah neden bayıldı şimdi bu."
Nasa, 1966 yılı civarında, aya gidecek Apollo astronotlarını eğitmek için, Kızılderili Rezervasyonu sınırlarında bulunan ve ortamı ay yüzeyine çok benzeyen Tuba City'e götürmüş. Astronotlar çalışmaya başlamış. Acayip görünümlü kamyonların arasında, sadece 2 uzay giysili astronot görünüyormuş uzaktan. Yakınlarda da yaşlı bir Navajo çobanı ile oğlu koyun otlatıyormuş. İki astronot dikkatlerini çekmiş, izlemeye başlamışlar. Bu arada da bazı Nasa personeli onları fark etmiş ve yanlarına gelmiş. Çoban İngilizce bilmediği için, oğlu aracılığıyla, o iki acayip adamın ne olduğunu sormuş. Nasa personeli de:
- "O adamlar aya gidecek astronotlar, eğitim yapıyorlar." deyince çoban çok heyecanlanmış ve:
- "Astronotlarla aya bir mesaj yollaması mümkün mü?" diye sordurmuş oğluna. Nasa personeli bunun çok orijinal bir şey olacağını düşünüp bir koşu teyp getirmişler ve adamın mesajını Navajoca teybe kaydetmişler. Mesaj kayıdı bitince Nasa personeli çocuktan babasının mesajını tercüme etmesini istemiş ama çocuk reddetmiş. Daha sonra Kızılderili rezervasyonunda birçok kişiye yanaşmışlar, her biri, önce "Cık cık cık" demiş, sonra da mesajı tercüme etmeyi reddetmiş. Ama en sonunda eline para sıkıştırılınca, bir genç, yaşlı adamın mesajını tercüme etmiş:
- "Bu heriflere dikkat edin, topraklarınızı çalmaya geldiler."
Dünyada insanlar, çok çeşitli nedenlerle firmalara ve kurumlara dava açıyor. Aynı davalar Türkiye'de açılsa neler olurdu, işte araştırma sonuçları:
* Eline kahve dökülen kadın, üzerinde 'Sıcaktır' yazmadığını iddia ederek, dava ettiği Mc. Donald's dan 2.5 milyon dolar tazminat kazandı.
BİZDE OLSAYDI: Kadının eline diş macunu sürülür. Kadın yaygaraya devam edince de garsonlar kadını bir temiz döver, sonra da derin dondurucuya kapatırlardı.
* San Diego'da bir adam, erkekler tuvaletinde kadın gördüğünü söyleyerek, duygusal travma geçirdiği iddiasıyla dava açtı.
BİZDE OLSAYDI: Öncelikle travmayı erkek değil, erkekler tuvaletine gören kadın geçirirdi. Hem de duygusal olmayanından. Hatta başına daha neler gelirdi Allah bilir.
* Bir soyguncu, kendisine bedava deodorant vermediği için hapishane yönetiminden şikayetçi oldu. BİZDE OLSAYDI: Adam Önce "Burası Migros mu lan" cümleleri eşliğinde güzelce bir ıslatılır, adamın ter kokusu hafifletilir, ceza evinde parasız hiçbir şeye sahip olamayacağı bir güzel anlatılırdı. Ertesi gün de mahkuma sadece deodorant değil, cep telefonundan tabancaya kadar satın alabileceği her türlü ürünün listesi verilirdi.
* Gene Amerika'da bir kanser hastası, öngörülen süre içerisinde ölmediğini söyleyerek sağlık müdürlüğünü dava etti. Doktorların koyduğu teşhise göre çoktan ölmesi gerektiğini söyleyen davacı tazminat istedi.
BİZDE OLSAYDI: Hasta tazminat talebinin ardından yetkililerce apar topar Devlet Hastanelerinden birine yatırılır, kanserden olmasa da kaptığı başka bir enfeksiyondan ölmesi kesin olarak sağlanırdı.
* Bira düşkünü bir Alman, Anheuser - Busch biraları üreten şirkete 10 bin dolarlık dava açtı. Biracıya göre reklamda birayla kadınların tavlanacağı söyleniyordu. Ancak kendisi başarılı olamamıştı. BİZDE OLSAYDI: Açtığı davanın ardından, derhal ana haber bültenlerine çıkar. Magazin programlarına konuk olur ve kendi çapında ciddi bir şöhrete ulaşırdı adam. Ve bu sayede kadın bulduğundan bira şirketi de tazminat ödemekten kurtulurdu.
* Florida'da bir balıkçının ailesi, hava tahmini tutmadığı için fırtınada ölen babalarının ardından, hava tahmini yapan kanalı mahkemeye verdiler.
BİZDE OLSAYDI: Dava asla açılamaz ve sonuçlanamazdı. Çünkü Türkiye'de hava tahminleri her türlü ihtimal göz önüne alınarak yapılır. "Yarın hava kar yağışlı olacak ve zaman zaman da güneşli geçecek." Veya "denizlerimizde hava 2 ile 6 kuvvetinde olacak." (Bu hava tahmini gerçekten yapılır bizde ve inanın yaşayan bilir, ama 2 ile 6 hava arasında dağlar kadar fark vardır.) * Bir kadın sürücü, çarptığı ve öldürdüğü adamın eşinden, kaza anında kendisine şok yaşattığı için tazminat talebinde bulundu.
BİZDE OLSAYDI: Sık sık olan bir vakadır bizde bu. "Önüne baksaydı kardeşim" ile başlayan ve "onlar da dikkat etseydiler birader" denilerek salınan çok trafik canavarı vardır bu ülkede.
Tazminat istemediklerine dua edelim.
Öğretmen, öğrencilerinden Hasan'ın her gün derse gelirken bir yerlerinin kanadığını, kızardığını fark eder. Öğrencinin yaramaz olduğunu düşünerek üzerinde durmaz. Fakat biraz daha yakından tanıyınca, Hasan'ın hiç de yaramaz biri olmadığını fark eder. Yaralarının sebebini sorunca Hasan şöyle anlatır:
- "Hocam, bizim evimiz tek odalı. Bu yüzden annem, babam ve kardeşlerimle aynı odada yatmak zorundayız. Gece geç vakitlerde babam uyanıyor:
- "Hasan uyudun mu?" diye soruyor. Ben de:
- "Uyumadım baba deyince, kalkıp beni bir güzel dövüyor. Bu yüzden her tarafım yara bere içinde."
Bunu duyan öğretmen işin özünü anlar. Çocuğa öğüt vermeye başlar:
- "Bak oğlum, gece yatınca baban "Uyudun mu?" diye sorunca, uyumamış olsan bile hiç ses çıkarma. O zaman seni dövmezler." Hasan:
- "Tamam, öyle yapacağım" der ve evine gider. Ertesi gün olunca okula gelmez, iki gün sonra alçılı koluyla sınıfa gelir. Öğretmen bunu görünce çok şaşırır. Hasan'a ne olup bittiğini sorar. Hasan anlatır:
- "Hocam, sizin dediğiniz gibi gece yattık. Zaman geçmişti ki babam "Hasan uyudun mu?" diye sordu. Ben hiç ses çıkartmadım. Bir daha sordu, yine ses çıkartmadım. Anama bir şeyler söyledikten sonra garip garip sesler çıkarmaya başladılar. Biraz sonra annem "Ben geliyorum" dedi. Ardından babam "ben de geliyorum" dedi. Bunu duyunca ben kafamı kaldırdım ve "nereye gidiyorsanız, ben de geliyorum" dedim. Bunu der demez, ikisi bir oldu benim üzerime çullandılar ve beni bir güzel dövdüler. Kolum kırıldı, kafama da iki dikiş atıldı. Bu yüzden okula gelemedim" der.