Amerika'ya Oxford Üniversitesine matematik tahsili için giden genç, sömestr tatili için evine dönmüştü. Annesi, dört gözle beklediği çocuğu için en güzel hazırlıkları yapmıştı. Özellikle de, oğlunun tavuk sevdiğini bildiği için, nar gibi kızarmış iki de tavuk yapmıştı.
Çocuk eve girince büyük bir sevinçle karşıladılar ve anne oğlunun uzun yoldan geldiğini ve çok acıkmış olduğunu düşünerek hemen onları mutfağa aldı. Nar gibi kızarmış tavuklar ise masada, en tok adamın bile iştahını kabartacak şekilde ihtişamlı duruyordu. Baba oğluna sordu:
- "Eee! Anlat bakalım oğlum üniversitede neler öğrendiniz?"
- "Baba, pek çok şey gördüğümüz söylenemez. Fakat bize 'mantık' diye bir konu öğrettiler. Harikulade bir şey! Bak baba, bu mantık sayesinde mesela masada üç tane tavuk olduğunu sana ispatlayabilirim." Baba büyük bir hayret içerisinde:
- "Yaa! Öylemi? Nasıl ispatlayacaksın?"
- "Bak baba, şu 1. tavuk, şu ise 2. tavuk değil mi?"
- "Eveet?"
- "İşte 1, 2 daha 3 eder. O halde masada 3 tavuk vardır."
- Yaa! Öyle mi?" Baba büyük paralar harcayarak, büyük umutlarla, büyük bir ülkenin en büyük üniversitesine gönderdiği oğlunun böyle saçma sapan şeyler öğrenerek dönmesine canı çok sıkılmıştır ve hanımına dönerek kızgın bir sesle:
- "Bak hanım şu 1. tavuğu sadece sen yiyeceksin. 2. Sini de ben yiyeceğim. 3. Sünü de oğlumuz yesin."
Sevdalar ve Aşk Her gün bir bardak çay içmek için oturduğum o güzel parkta bir hafta önce tanistigim ve çok güzel sohbetler ettigimiz Yaşlı adamla yine birlikte günesli piril piril bir havada, yemyesil çimenler, Ağaçlar, Rengarenk çiçekler ve kus sesleri içinde çaylarimizi yudumlayip sohbet ederken bizi bu güzel ortamin büyüsünden uzaklastaran bir sesle sohbetimiz bölündü. -"Merhaba baba, nasılsin?"
- "Tesekkürler kizim, sen nasılsin?, bizde sohbet ediyorduk, bak seni arkadaşımla Tanıştırayım. "
Daha sözü bitmeden kiz elini uzatarak o simsicak gülebilen gözleri, tebessüm dolu dudaklari, nese dolu seşöyle -"Merhaba ben ASLIHAN"Onu ilk gördüğüm anda beynimde simsekler çakmis, gözlerim birer Volkan krateri gibi şiddetli patlamalarla sarsilmis, bedenimin her zerresi isteri krizine tutulmus gibi titremeye baslamisti, etrafimizi saran güzellikler ve güzel sohbetimiz uçup gitmis, sanki bir çölün ortasinda serap gören biri gibi olmustum, elini sikmak ve selamlamak için ayaga kalkmaya çalıştigimda sendeledim, ayakta zor durarak normalde çok akici konusabilen ben kekeleyerek -"Merhaba ben ADNAN" diyebildim. Elini Tuttuğumda ise bu sözleri elini tutmadan önce söyleyebilmis olduğuma sevindim, çünkü vücudunun elektrigi bedenimi sarmis ve ben ben olmaktan çikmistim. Bir rüya görür gibiydim o babasına -"Bir haftadir evde anlattigin kişi degil mi, hani sohbetini çok sevdigini ve her gün onunla bulusmak istedigin kişi bu degil mi?"Bana dönerek -"Sizi kiskanmaya baslamistik, babam hep sizden bahsediyor, ona anlattiklarınızi bize anlatiyor ne güzel sözler buluyorsunuz. Sanki sizi bizden çok seviyor diye düsünmeye hatta kiskanmaya baslamistik. "Tekrar babasına döndü -"Bu gün yapacak bir isim yoktu seni görmeye geldim, birazda arkadaşıni merak ettim bahane ile tanismak istedim. "Sözler fazla sürmedi kısa bir süre oturduktan sonra müsade isteyip gitti, gitti ama ruhumuda beraberinde götürdü. Ben artik iki kisiyim bedenim her yerde olabiçecek ama ruhum hep onunla kalacakti. Neydi beni ona baglayan, düsündüm durdum zaten tüm düsüncelerim onunla dolmustu, onun gülen gözleri, tebessüm eden dudaklari, kivir kivir dalga dalga saçlari, nese dolu sözleri hiç aklimdan çikmiyordu. Onunla birlikte oturmak, ellerini ellerime alip, gözlerinin içine bağırak ona gözlerimle anlatmak istiyordum kalbimdökülüri. Içimi kaplayan heyecan firtinasindan biraz olsun siyrilip gerçek dünyama döndügümde her gün zehir içer?ibi yasadigim monoton hayatim beni kahretmeye baslamisti. O ana kadar geçen günlerim aylarim yillarim heba olmuslardi. Ben insanlari dogar büyür is sahibi olur evlenir çocuklari olur belki torunlari bile olur diye bilirdim.
Sevdaları asklari okumustum ama hiç yasİmamistim. Asklardan sevdalardan uzak sıradan hayatim birden değişti, renklendi, neselendi, galiba ben asik olmustum. Tekrar kendime baktim; Hayır olamaz şöyle bir şeye hakkim yok şöyle güzel duygulara kapılmaya, ben evliyim, çocuklarim var, sonra bu kiz bir arkadaşımin kizi, duygularimi bilseler bana ne derler, çevremdeki insanlar, akrabalarım, dostlarim neler söylerler, esim çocuklarim ne der diye düsünürken ben ben olmaktan çikmistim. Çok farklı daaranislar sergileyen biri olmustum. Bir tarafta hayatimizin gerçekleri, bir tarafta duygularim hislerim kalmışti. Kararsiz geçen günlerin birinde yine arkadaşımla aynı yerde oturmus sohbet ederken bana -"Sende bir haller var, eskisi gibi degilsin, durgunsun, kelimeler agzinda dügümleniyor, sanki büyük bir siri yasiyorsun sirlar karli daglarin tepelerinden atilan bir kartopu gibi her geçen gün büyürler ve içimize sigmaz oldukçarinda patlarlar, anlatacak bir arkadasa ihtiyacın varsa ben seni dinlemeye hazirim, senin için yapabilecegim bir şey varsa şöyle yapayim" dedi. Birden -"Kizin" diyecektim kelime agzimda dügümlendi. -"Kizma ama bunu kimseye anlatamam içimde bir sir var ve bu sir bir gün benimle birlikte gömülecek. " dedim. -"Seni hülyalara dalduran seni kendinden geçiren başka dünyalara götüren sir gibi bir sirra sahip olmak isterdim" dedi. -"Kimi insan vardir kendinden geçmek ve anlatamadiklarını unutmak için içer?arhos olur sizar, kimi insan vardir anlatamadiklarını resim yapar çizer, kimi insan vardir anlatmak istediklerini siir yapar yazar, kimi insan ise zaten kendinden geçmistir düsledigi an sizar, uyandigi an kalemi olmadan siirini kalbine yazar, firçasi olmadan resmini yapar görebildigi her yere. "
- "Sevdalar asklar hayatimiza renk katan, heyecan veren, Yaşama sevincimizi yücelten ve bize biz olduğumuzu ifade eden en güzel söylerdir. Sende sevdalan, askla saril görebildigin, koklayabildigin, duyabildigin, tadabildigin, temas edebildigin her güzel seye. "Lafimin arasina girdi ve -"Nerde o günler benden geçti asklar sevdalar" dedi. Konuyu biraz dagitmaliydim sözlerime devam ettim. -"Önünde duran çay bardagini ince belinden sikica kavra, gözlerini iyice aç ve gör rengini, demini, bununa götür kokla iyice çek nefesini içine tüm hücrelerin duysun o güzel kokuyu, şimdi gözlerini kapa ve dudaklarına götür bardagi, dudaklarindaki sicakligi hisset, bir yudum iç ve dilindeki lezzeti düsün, artik şöyle çaya güzelligini, şöyle onu sevdigini ve dinle yüreginle dinle çayin sana verdiği cevabı, mutlaka duyacaksın çünkü hiç bir sevgi sözü cevapsiz kalmaz kulaklarını aç ve dinle duydugun an bil ki yasiyorsun sevdaları aski. " günler aylar hatta yillar şöyle geçti, içimdeki sevda ve ask beni eritiyordu, itiraf edememenin büyüttügü sirrim artik zaptedilmez hale geldi. şimdi ben bir başka sehirde yasiyorum. fakat hala ruhum onunla birlikte ve bana dönmüyor. Bir zamanlar yaptigim bir hatanin cezasıni yillardir çekiyorum ve hala çekmeye devam ediyorum. Son günlerde bende bir şeyler değişmeye basladi. Kendimi affetmeyi ögrenmeliyim diyorum. Yillar önce yaptigim o hatadan dolayi kendimi affedip bir sans daha tanimaliyim. Belkide hatada ısrar etmek yanlisti ve ben bu yanlisla yillarimi geçirdim. Artik kararliyim hatami affedip kendime bir sans daha taniyacagim. Iste o gün içimi dolduran sirrimi disa vurup anlatacagim ve sana haykiracagim "SENI SEVIYORUM " diye.
Her şey güzel olacaktı. Sen, ben ve hayatımız. Hayallerimiz ve hedeflerimiz. Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler. Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın. Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık.
‘Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız. ' diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım. Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır ‘yaşıyordum. '
Mutluydun. Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının ‘birbirine bakmak' değil, ‘birlikte aynı yöne bakmak'
Olduğunu ağlıyorduk. Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allah'ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevşöyle aydınlanıyordu sanki.
Huzurluyduk. Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar. 17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık.
Onların dualarını almıştık ‘iki dünya mutluluğu' adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik.
Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük. O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna. Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu.
"Artık uyumalıyız. " diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an. Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allah'ım.
Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet, Allah'ın Celâl İsminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek görekiyordu, bu bir zelzeleydi. Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı. Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz. Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime. Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.
On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik.
On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana ‘Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim. '
Dedin. Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.
Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor, bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz İkinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile. Sekizinci gündü. Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler.
Çığlıklar, ‘Sesimi duyan var mı?'lar. İsyanlar, sabırlar. Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı. Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim. Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu. Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar. İnsanların dilinde tek kelime: Deprem. fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı. Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları. Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye - i hayâllerimiz. Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım, ‘Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun. ' diyorlar. Aslâ!. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle "ötelere"sevdalandık. Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter. Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana ‘unutursun'
Diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli "öteleri"aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ. İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb'imden. Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil. Vekillerin En Güzeli'ne emanet ol. * 1999 Marmara Depremi'nde yaşanmıştır.
Evliliğinin üçüncü yılında kocası Barry'yi motosiklet kazasında yitiren Sharon dünyaya küsmüş, hele hele aşktan elini eteğini iyice çekmiş.
Büyük bir kozmetik firmasında çalışıyor. 25 yaşındaki Sharon, çok sevdiği Barry'nin olmadığı bir hayata henüz hazır değil. Sharon:
Barry'nin ölümünden bu yana bir yıl geçti. Ancak bir türlü onu unutamadım. Acaba son saatlerini hangi duygularla geçirmişti? Neler hissetmişti? Kazadan sonra kendime "yeni yaşamıma"çabucak uyum göstermem gerek diye düşündüğümü biliyorum. Ancak bunu başardığımı söyleyemem.
Her şey anlamını yitirmiş gibi. Sanırım tekrar başka biriyle ilişki kuramayacağım. Tabii ki ciddi bir ilişkiden sözediyorum. Başka birini öpme ve onunla aşk yapma düşüncesi dayanılmaz geliyor bana. Hele hele evlenmek düşüncesişöyle uzak ki. Ancak diğer yandan da yaşamımın geri kalanını yalnız geçirme düşüncesi de korkutuyor. Şöyle yalnızım ki. Sue:
Belki de "ciddi"ilişki için daha çok erken, belki de henüz hazır değilsin. Ne dersin? Sharon: Evet Sanırımşöyle. Ancak belki de bir kez daha hiç sevmeyeceğim diye korkuyorum. Ne dersiniz? Sue: Ben bir daha sevmeyeceksin gibi bir sonucun geçerli olmasını gösteren herhangi bir şey görmüyorum. Ancak Sanırım öncelikle çözmen gereken bazı sorunlar var. Son yılda çok ağladın mı? Sharon: Hayır, pek değil. Sue: Peki nedenini biliyor musun? Sharon: Tüm yaşamınızı ağlayarak geçiremezsiniz, değil mi? Sue: Görünürde bu kötü deneyi büyük bir cesüretle karşılamışsın. Ancak endişen tekrar ilişkiye geçemeyeceğin konusunda.
Kendini serbestmiş gibi hissedemiyorsun. Çünkü içinde ifade edemediğin büyük bir üzüntü var. Ağlaman çok normal. şöyle duygularla yüklü olman da normal. Daha önce ailenden birinin ölümünü gördün mü? Sharon: Evet, babam ben 16 yaşındayken ölmüştü. Sue: Sen ve ailen yas tuttunuz mu?
Sharon: Hepimiz babamı çok severdik. Elbette çok üzüldük. Ancak duygularımızı pek açığa vurmadık. Annem çok cesurdu. Eğer üzüntüsünü belli ederse bunun bizi üzmekten başka bir sonuç vermeyeceğini düşünüyordu. Erkek kardeşim ise 12 yaşındaydı. Ve olayı tam olarak anlamıyordu. Annem sırf bizim için kendini cesur olmaya zorluyordu. Sue:
Sen de Barry'yi yitirdiğinde annen gibi cesur olman gerektiğini mi hissettin? Sharon: Evet. Ancak bunu annem kadar iyi başardığımı sanıyorum. Kendimi çaresiz hissediyorum. Anneme büyük bir umutsuzlukla doluyken nasıl bu kadar cesur görünebildiğini sormak istedim. Ancak onunla bu konu hakkında konuşamadım. Annemle gerçi çok görüşüyoruz.
Barry öldüğünden beri çoğu haftasonlarını annemle geçiriyorum. Ancak duygularımızıhakkında pek konuşmuyoruz. Ben bu konulardan annemin önünde söz etmekten özellikle kaçınıyorum. Ona kötü anılarını tekrar anımsatmak istemiyorum. Sue: Sanırım birbirinize açılmaya alışmalısınız.
Barry'nin ölümünden sonra yine aynı evde mi kalmaya devam ettiniz?
Sharon: Evet. Başka bir yere taşınmayı hiç düşünmedim. oturduğumuz daireyi evlenmeden hemen önce almıştık. Bir yıldır çıkıyorduk. Ve daireyi almak için bayağı uğraştık. balayımızı bile bu dairede geçirdik.
Başka bir yere gitmeye gücümüz yetmiyordu. Ancak balayımız çok güzeldi.
Burası bizim, sadece ikimizin yeriydi. Sue: Boş zamanlarında neler yapıyorsunuz? Sharon: Fazla boş zamanım olmuyor. Büyük bir kozmetik şirketinde müdürün özel asistanıyım. Bu nedenle çok çalışmam görekiyor.
İtiraf etmeliyim bu da benim işime geliyor. Beni meşgul ediyor. Ve üzülmeye fırsat bulamıyorum. Eve geç geliyorum. birşeyler yedikten sonra, ya biraz televizyon seyrediyor ya da duş alıyor ve yatağa gidiyorum. Daha iyi birşeyler yapmak için pek zamanım yok. Sue: Olay oldukçan sonra işe gitmemezlik ettin mi? Sharon: Birkaç gün. Daha fazla gitmemek beraber çalıştığım arkadaşlarıma karşı haksızlık olurdu. Zaten evde ne yapacaktım? Evde hep kendimi kederli hissedecektim. Ben de işe döndüm. Herkes bana karşı çok nazikti. Onlarla birlikte olmayı istiyordum. Sue: Arkadaşların sana yardımcı oldu mu? Sharon: Evet, ellerinden geldiğince. Ancak beni anlayabildiklerini sanmıyorum. Bana yeni başlangıç yaİmam gerektiğini söylüyorlar. Ancak söylemek yapmaktan daha kolay. Arkadaşlarımın çoğu evli çiftler. Beni bekaç erkeklerle tanıştırmaya çalışıyorlar. Ancak bu beni daha da kötüleştirmekten başka birşeye yaramıyor. Bilmiyorlar ki hiçbiri Barry gibi olamaz. Sue: Ya hafta sonları? Sadece anneni mi görüyorsun? Sharon: Çoğunlukla annemi görüyorum. Bazen Barry'nin ailesini de görmeye gidiyorum. Barry onların tek çocuğuydu. Barry'nin ölümü onları elbette çok etkiledi. Onları hep sevdim ve onları görmekten çok mutluyum. Onlarla Barry hakkında konuşabiliyorum. Barry'nin babası tıpkı Barry gibi. Ve bundan hoşlanıyorum. Sue: İdeal olarak nasıl yaşamak isterdin? Sharon: Sorun bu. Barry'siz bir yaşam çok zor. Kendimi başka biriyle düşünemiyorum.
Annemin babamın ölümünden sonra neden bir daha evlenmediğini merak etmişimdir. Gerçi babamı yitirdiğinde benim Barry'i yitirdiğim yaştan daha yaşlıydı. Ancak hala çok çekiciydi. Şimdi onun neden tekrar evlenmediğini anlayabiliyorum. Bir bebeğim olmadığı için gerçekten büyük bir pişmanlık duyuyorum. Hep istedik. Ama çok gençtik. Ve önümüzde çocuk sahibi olmak için uzun yıllar olduğunu düşünüyorduk. Eğer bir bebeğim olsaydı, ondan bir parçam olmuş olacaktı. Ancak insan gençken kendini sanki ölümsüz sanıyor. Sue: Barry neden özel biriydi? Sharon: O sevdiğim tek erkekti. Önceden birkaç erkek arkadaşım olmuştu. Ancak Barry benim tüm yaşamımdı. Bazen onun ölümünde benim de suçum varmış gibi hissediyorum. Sue: Barry'nin ölümünden neden kendini suçluyorsun?
Sharon: Barry ne zamandır bir motosiklet almak istiyordu. Ben de iş arkaşdaşlarımdan birinin motosikletini sattığını ona söyledim. Bunu söylemeseydim belki de Barry hala hayatta olacaktı. Ve hala akşamları evde beni bekliyor olacaktı. Bu beni kahrediyor. Sue: şöylesi bir olayı yaşayanlar genellikle "ah olmasaydı" diyerek kendilerini suçlarlar.
Ancak tabii ki gerçekte şöyle bir suçluluk duygusu mantıksızdır. Şimdi biraz zor bir soru soracağım. Öldükten sonra Barry'nin bedenini gördün mü? Sharon: Hayır. Ne ben ne de ailesi buna daynamadı. Amcam onu teşhis etti. Sonraları keşke onu son bir kez görüp " Elveda" diyebilseydim diye hayıflandığım oldu. ÖZETLE SUE GOODERHEM:
"Sharon çok sevdiği Barry'nin kaybıyla unufak olmuştu. Acısını bu denli arttaran nedenlerden biri de, babasının ölümünde de kederini dışa vurİmamaktı. Birlikte birçok seans yaptık. Şimdi kendisine yeniden aşık olabiçecek cesüreti buluyor"
"Toğlum ölüm olayına bir tabu gibi yaklaşır. Her şey hakkında konuşulabilir. Ancak bu konuda konuşmak pek iyi karşılanmaz. Barry'nin ki gibi ani ve kötü bir yokoluştu. Sharon, bu ölümü kabullenmekte gerçekten büyük zorluklar çekti. Uzun süren bir hastalık, kişiyi ölüme hazırlaması için zaman verir. Ama ani ölüm bir şansı vermez. Üç adımda ölüm. Sevdiğini yitiren kişinin duygusal yaşamı üç aşamada farklılıklar gösterir. Öncelikle ölümü kabul etme durumunda kalır. O artık yoktur.
İkincisi büyük bir üzüntü: Gözyaşları, öfke ve suçluluk duygusu. Ve üçüncüsü olarak yeni bir kimlik arayışı: Onsuz yeni bir yaşama başlamak.
Bu aşamalar sevilenin ölümü ya da bir ilişkinin bitiminden sonra yaşanan duygulardır. Ve sağlıklı bir başlangıç için bu aşamalardan geçilir. Sharon'a Barry'nin bedenini öldükten sonra görüp görmediğini sordum. Çünkü görseydi, bu ona gerçeği kabullemede yardımcı olacaktı.
Anlaşılan nedenlerle akrabalar cesedi yaralar içinde görmekten çekinirler. Ancak ceset onların görebileceği gibi hazırlanırsa girmelerinde bir sakınca yoktur. Ölü bedeni görmek psikolojik açıdan faydalıdır. Aksi takdirde her an geri dönebileceği takıntısından kurtulmak zor olur. Sharon da Barry'inn öldüğünü tam anlamıyla kabullenmiş değildi. Kedeşöyle yaşamak Sharon üzüntüsüne ifade etmekten büyük aranda kaçınıyor. Çünkü kendisini annesi gibi cesur daaranmak zorunda hissediyor. Bu nedenle anneşöyle duyguları hakkında konuşmuyor.
Öte yandan arkadaşları da ona bu konuda pek yardımcı olmuyor. Oysa sorunlarını çözmeden cesur bir yüz takınmanın pek faydası yok. Kendisini Barry'nin motosiklet almasına ön ayak olduğu için suçlu hissediyor.
Eğer biraz konu hakkında daha akılcı düşünürse Barry'nin istedikten sonra başka bir yerden motosiklet satın alabileceğini anlayabilir. Öte yandan, ağlayabilmek, duygularını kontrol altında tutmadan açığa vurabilmek için birini onu cesüretlendirmesini bekliyor. Duygularını içine atmadan bunları biriyle paylaşmayı denemek sorunun büyük bir bölümünü çözecektir. Çünkü bastırılmış duygular ciddi bir depresyon nedeni olabilir. Gelecek var mı? Sharon'un acısını daha zorlu ve derin yapan nedenlerden biri de kaybetmeyi ilk kez yaşadığı babasının ölümünde de kederini tam anlamıyla dışa vuramadığındandır. Birkaç seans sonunda Sharon geleceğe daha olumlu bir yaklaşım içine girdi. Hatta kendisini yeni bir ilişkiye görebiçecek ve aşık olabiçecek kadar serbest bile hissedebilirdi. Barry'i asla unutamayacak. Ve unutmayı da istemiyor.
Ancak onun için artık şu olasılık geçerlidir: Yeni bir evde, yeni bir erkekle, yeni bir yaşam.
Doktor Serkaç Acar beyin şaşkınlığını kanser olduğumu ve beynimdeki radyoaktif maddenin iki ay içerisinde ölümüme sebeb olacağını açıklamaya çalışırken gözlerinden okuyabiliyordum. Neden olmasındı çünkü bu üçüncü kez kansüre yakalanışımdı. Bir insan üç kez mi kansüre yakalanırdı?
Ümitsiz bir sesle devam etti " göğüs ve cilt kanserlerini daha önce yenmeyi başarmışsınız. Yine bağırabilirsiniz. Allah'tan ümit kesilmez"
Hastaneden çıktığımzda hava kararmıştı ve umutsuz bir sonbahar yağmuru yağıyordu. Bir taksi çeviren kocam şoföre "konak pier " dedi. Oraya vardığımızda yağmur şiddetini iyice artırmıştı. Koşarak içeri girdik ve deniz manzarası olan bir kafenin cam kenarına oturduk. İkimizde sessizdik. Ben başımı pencereye dönerek denize düşen yağmur tanelerinin oluşturduğu noktacıkları izlemeye koyuldum. Kalbim güm güm vuruyor ve bu sefer ölümden çok korktuğumu düşünüyordum. Aslında kendim için değil küçük kızım için korkuyordum. Çünkü zavallıcık henüz sekiz yaşındaydı.
Bu vahşi dünyada onu nasıl annesiz bırakabilirdim ben. Bu düşünşöyle pencereden şiddetle yağan yağmuru izleyip sitemle "Allah'ım neden yine ben" diye mırıldandım. Sesimi duyan kocam bana doğru usulca uzandı avuçlarını yanaklarıma yapıştırarak gözyaşlarımı sildi. " Hayatım "
Dedi, onunda gözlerinden akaç acı yaşları görebiliyordum. Buna rağmen çok tatlı bakışları vardı. Lafını bitirmeesine izin vermeden "korkuyorum " dedim. "bu sefer çok korkuyorum, mücadele edecek gücüm kalmadı "
Ellerimi yanaklarıma kocamın ellerinin üzerine yapıştırdım ardından yüzümü çevirerek avuç içini tarif edilemez bir hüzünle öptüm. Ellerim benide şaşırtacak derecede titriyordu. Kocam konuşmaya devam etti. "Pes edemezsin. Sende biliyorsun Önünde kalıcı eserler bırakabilmen için koskoca iki ayın var. Hem sen demiyormuydun - bir gün herkes tarafından beğenilen resimler çizip ünlü olacağım - diye. Hadi önümüzdeki iki ayı dolu dolu değerlendirelim. "Kocam son derece içten konuşuyordu. Titrek bir sesle "Öleceksem bile iz bırakarak öleceğim" diyerek kocamı tasdikledim. Günler hızla ilerlemeye başladı. her gece ölümü hatırlayıp kızımı öpüyor, kokluyor kocamla vedalaşıyordum. Allah'ım ne kadar acı vericiydi bu. Öte yandan Doktorun belirttiği iki ayı doldurana kadar gece - gündüz resim yaptım. Bana "anne" diyen öğrencilerimle daha fazla zaman geçirdim. Bu arada Mithatpaşa caddesi Asansör durağında "Obje Sanat Galerisini "açtım. Herşey mükemmel gidiyordu benim için. Ölümü bile unutmuştum. fakat bir öğleden sonra öğrencilerimle birlikte çay içiyorken baygınlık geçirmişim. Beni hemen doktoruma götürmüşler.
Uyandığımda kocamın, dostlarımın ve ailemin yanımda oldukçarını gördüm.
Değişik duygular içerisindeydim. Mutlu mu olsaydım üzülsemiydim?
Hepsinin gözlerinde ölümümü gün be gün an be an izlemiş olmanın verdiği hüznü görebiliyordum. Ölüm bir insana bu kadar mı yaklaşırdı. Bir süre sonra doktorun odasına çağrıldığımda karmakarışık duygularla içeri girdim. Doktor tatlı tatlı gülümsüyordu, önce otuİmam için yer gösterdi ve sonra konuşmaya başladı "kızım, sana önemli iki haberim var, bunların ilki, beyninde biriken ve kansüre neden olan radyoaktif maddeyi terle atmışsın. aslında birkaç tahlil daha yapacağız ama bu formaliteden öteye gitmeyecek"şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Doktor gözlerimdeki merakı anlamış olmalı ki daha açık bir şekilde hem heceleyerek hemde daha neşeli bir sesle " Ha - ya - ta ge - ri dön - dün" dedi. Hayata geri dönmüştüm. Evet kızıma, kocama ve öğrencilerime geri dönmüştüm. İlacım resme ve insanlara duyduğum sevgi ve inandığım şeyler için çalışmamdı.
Ağlıyordum. Hem gülüyor hem ağlıyordum. Ne garip birşeydi. doktor devam etti "baygınlığının sebebini merak etmiyor musun "
" Ediyorum " dedim.
"Iyi Öyleyse sıkı dur, "tüm dikkatimi doktora yönelttim, vurgulayarak devam etti "Tam iki aylık hamilesin "O an yüksek tonlu bir çığlık attım.
Sesten ürken kocam ve ailem son sürat oDadın içeri girdiler.
Şaşkınlardı. Kocamı görür görmez sımsıkı sarılarak " Hamileyim, iki aylık hamileyim" diye çılgınca bağırdım. Kocam ya hastalığın diye homurdandığında ise sevinçle "yendim, onuda yendim. Hayata üçüncü kez geri döndüm "İşte şöyle, beynimdeki radyoaktif madde beklenmedik bir surprizdi benim için. İlk duyduğumda şöylenenlerin yalan olmasını o kadar çok istedim ki, bu gerçekle başa çıkmak kolay olmadı ama çalışarak atlattım. Yaşamdan kolmamak için resme sarıldım. Gece gündüz resim yaptım. Ve hala galerimdeki çocuklarıma dersler veriyor ve resim yapıyorum.
Bu sabah uyandığımda ev sessizdi. Salona geçtim saate baktım saat on iki'ye geliyordu. Amma'da uyumuşum. Kimse bu sabah beni uyandıİmamış. Masanın üstünde bügünün gazetesi vardı, tam baş sayfada bir ölüm haberi, yine bir genç basılmıştı. söylerim diken diken oldu ürperdim bir anda. üstümü giydim ve dısarı çıktım. Adım adım yürüyordum, köyün içinde. Bütün evlerin kapıları kapalıydı insanlar yok olmuş gibiydi. Sankide terk edilmiş bir köydü. Yürüdükçe içime bir sıkıntı doğuyordu. Sonra sokağın sonuna geldim ve mezarlığın tarafında bir kalabalık gördüm. Telaşla koşmaya başladım. Koşuyordum ama sanki nefes almıyordum nefesim hiç tükenmiyordu ve ben hiç yorulmuyordum. Mezarlığa varınca annemi gördüm, ağlıyordu. Ama garip olan benim adımı haykırıyordu. Sesi gökyüzünü inletiyordu. Bütün ailem perişan bir haldeydi, kimi ağlıyor kimiyse sadece adımı sayıklıyordu. Anneme seslendim ‘anne ben burdayım, niye ağlıyorsun?' diye sordum. Sesimi duymadı beni gormemiş gibi devam etti ağlamaya. Tek tek herkese dokundum coğuna ilk defa sarıldım ama kimse duymadı, hissetmedi. ‘Ağlamayın, ağlamayın, ağlamayın. ben ölmedim' diye haykırdım defalarca ama kimse duymadı. O anda anlamıştım neler olduğunu hepsini tekrar yaşıyormuş gibi hatırladım. Ben ölmüştüm dün o bir türlü gelemeyen ambulans hiç gelmemişti ve bu cenaze benim cenazemdi, benim için bitmişmişti hayat başlamıştı ölüm. Dün hergün olduğu gibi yine evden çıkmıştım kimseyle vedalaşmadan. Tam eve dönecekken otostop çekmeyi beklerken meğersem ecelimi bekliyormuşum. Çünkü karşıdan hızla gelen bir araç benide aldı bereberinde ve hayatımda biriken acılarla beni sürükledi yerde. Çok canım acımıştı ama şimdiyse hiçbirşey hissetmiyorum. Dün evden çıkarken hiç geri dönemeyeceğim diye bir his yoktu içimde. Vedalaİmamıştım kimseyle. Onları aslında ne kadar sevdiğimi söyleyememiştim. Belkide ilk kez ama son kez sarılİmamıştım.
Üc gün mevlit okundu bizim evde. Annem hep ağlıyordu. Ne çok sevenim varmış meğer. görememişim hayattayken. Benim için ne kadar insan ağlıyor ne kadar insan üzülüyordu. Ama herşey bitmişti. Ölümmüş son nokta.
Yaşadıklarım, yaşayamadıklarım, hepside geride kalmıştı. Neden? diye sordum Allaha. Bana bir şans daha vermesi için yalvardım söz veriyorum daha dikkatli olacağım her saniyenin değerini bileceğim diye isyan ettim. Günlerce yalvardım Allaha bana bir şans daha ver diye. Ama vermedi bana tekrar bir şans vermedi. Dokunuyordum ama beni kimse hissetmiyordu, ben ordaydım ama beni kimse görmüyordu, ben artık bir hiçtim. bir ölüydüm sadece. Benim için bitmişti hayat başlamıştı ölüm.
Geriye kalan gözü Yaşlı bir anne ve baba vardı bana sarılamadıkları için sevdiklerini söyleyemedikleri için pişmanlık duyan bir anne ve baba.
Kardeşlerim, ailem, arkadaşlarım ve o sabah ölüm haberimi gazetede okuyup bana acıyan insanlar. İnsan her kapıdan çıkışında dönüp'de bakmalı bir arkasına düşünmeli geri dönebilecekmiyim diye yada ardımda bıraktıklarımı bir daha görebilecekmiyim diye. Ben düşünemedim. Aklıma hiç gelmemişti ölüm daha çok gençtim ve yapacak daha çok şeyim vardı hayatta. Hayattayken sonsuza dek yaşayacakmışsın gibi gelir insana. Ama hayatşöyle garipki bir saniye varsın bir saniye yoksun. Ileride pişman olmamak için insan sevgisini göstermeli, kimseyi kıİmamalı, insan hayattayken yaşamanın değerini bilmeli. kaç gün geçti aradan artık ölümü kabüllendim ve Allah beni affetmeyecek bana yaşİmam için bir şans daha vermeyecek. Vaktim doldu ben gidiyorum. hoşcakaç anne hoşcakaç baba hoşcakaç köyüm, hoscakaç dünya hakkınızı helal edin Ben sizinle hep olacağım ben ölmedim ruhum yaşıyor biz ölmedik ruhumuz yaşıyor. Siz beni görmesenizde, duymasanızda, hissetmesenizde. Siz bizi görmesenizde, duymasanızda, hissetmesenizde. Ben yaşıyorum. BİZ YAŞIYORUZ VE HEP BURDAYIZ.
Orda Bahar Geldi mi Bilmem AmaBirgün kasabamızın küçük patikasından yukarıya doğru tırmanıyordum. Yanıma solgun yüzlü, on - onbir yaşlarında küçük bir çocuk geldi ve bana: _Abla, size birşey sormak istiyorum, izin verir misiniz?. dedi. Ben de ona gülümseyerek: _Tabi sorabilirsin!.
Dedim. Gözleri bir anda pırıl pırıl oldu ve: _Ben. , şeyy, cennete bir mektup göndermek istiyorum!. Bana bunu nasıl yapabileceğimi söyleyecek kimsem yok. Acaba siz bana yardımcı olabilir misiniz? Çok şaşırmıştım. Şöyle ümit dolu,şöyle yalvaran gözlerle bakıyordu ki.
Ardından devam etti: _Bana yardım ederseniz size anneme yazdığım bu mektubu okuyabilirim. Tabi eğer bunu isterseniz!. Gözlerim dolmuştu. Bir an duraksadım ve: _Belki de sana yardım edebilirim küçük. dedim.
Dudaklarındaşöyle bir gülümseme belirdi ki hala aklımda. _Çok teşekkür ederim, gerçekten çok teşekkür ederim. Emin olun size büyüdüğümde mutlaka bu iyiliğinizin karşılığını ödeyeceğim. _Hayır küçük, benim için hiçbir şey yapmana gerek yok. Sadece annenin mezarının nerede olduğunu şöyle bana, bu yeterli!. _Aaa, evet tabi kiii!. Ama önce size mektubu okumak istiyorum. Bunu istiyor musunuz? _Sen bilirsin, bu özel bir şey olmalı. _Evet çok özel ama size okumak istiyorum. _Peki öyleyse. dedim ve yürümeye başladık. Ardından da mektubu okumaya başladı: Hani, bir zaman bacağını kırdığım için, Çok kızdığın küçük bir masam vardı. Onu tamir etmek için çok uğraşmıştın hani. Şimdi o kırık masa benim tek arkadaşım. Şimdi ağlamakla geçiriyorum günlerimi O kırık masanın başında. Bir de pencerem var tabi. Aa, o da ne penceremin önüne Küçük, küçücük, zavallı bir güvercin kondu. Kim bilir kime ait. Kim bilir annesi nerden. Ben de ona benziyorum bir parça. Onun gibi zavallı, yapayalnız. Ama bu güvercin bence bir şeyleri işaret ediyor Yoksa, yoksa bahar mı geliyor!. Aman Allah ım. Yoksa, kışın o soğuk o kıranlık günleri bitiyor mu?. Lütfen, lütfen izin ver bana. Bir kaç dakika dışarıya çıkayım. Evet, evet bu masadan kalkmalı ve. Ve dışarıya çıkmalıyım. Şimdi geldim anneciğim. Seni beklettiğim, Birkaç dakika da olsa mektubu geciktirdiğim için Çok özür dilerim!. Bu birkaç dakikada ne çok şey gördüm bir bilsen. Bir bilsen anneciğim, O kuş cıvıltıları, O yumuşacık güneş ışınları Ve hiçbir zaman bana arkadaşlık etmemiş olan Hayalimdeki sevgili arkadaşlarımın kahkahaları ile, Sen gittiğinden beri Benden nefret eden babamın bakışları, O kadar farklı ki birbirinden.
Hayat bu mu anneciğim. Hayat baharda kış yaşamak mı her zaman. Hani, bana kardeşlik, mutluluk hikayeleri anlatırdın, Hani hep bahardan, onun güzelliklerinden bahsederdin!. Çiçeklerden. Yemyeşil çimenlerden Ve onların üzerinde zıp zıp zıplayan Bembeyaz tüylü keçilerden. Sen gittiğinden beri Bunları anlatan kimse yok bana. Aslında kimsenin, Anlatacağı hiçbir şey yok!. Halbuki benim o kadar çok var ki!. Ama kime, nasıl anlatırım?. Nasıl paylaşırım şu küçücük kalbime sığmayan Kocaman sevgiyi. Nasıl paylaşırım senin sevgini. Hem, kim dinler kii beni. Kim umursar. Şimdi yanımda olsaydın Ki herhalde yanımdasındır! Herhalde bu güzel bahar gününde Benim bu kıranlık odada Bu kırık masanın başında Yalnız başıma otuİmama Asla izin vermez " Hadi birlikte dolaşmaya çıkalım" derdin Ben sevinçle boynuna sarılır Öpücüklere boğardım seni.
Sonra birlikte küçük tepemize tırmanır, Orada ıslak çimenlerin üstüne otururduk. Başımızı gökyüzüne kaldırır O sonsuz maviliği seyre dalardık.
Senin dizine koyardım başımı sonra. Ama sen yoksun kii. Belki birlikte en mutlu olacağımız zamanlarda Beni bırakıp gittin. Yoksa orada burda olduğundan daha fazla mı mutlusun?. Orda bahar geldi mi bilmem ama.
Burda bahar geldi. Kimi canlılar yaşamına başladı yeniden, Rengarenk çiçekler açtı, Tabiat hayata döndü anneciğim, Kış günlerinin bitişi Yeniden hayata döndürdü onları. Sen kışın bittiğinin farkında değil misin yoksa? Kış bitti anneciğim, Sen niye hala hayata dönmüyorsun?.
Orda mevsim hep bahar mı yoksa. Kış geldiğinde burda solacağından mı korkuyorsun?. Yoksa, yoksa bıktın mı bahardan?. Yoksa orda hiç mi bahar gelmiyor?. Özledin mi?. Öyleyse buraya gel. Yeniden mutlu olalım.
Seninle birlikte hayata yeniden başlayalım. Korkuyor musun yoksa?. Orda bahar geldi mi bilmem ama. Burda çoktan geldi ve SENİ BEKLİYOR!. Mektubu bitirdiğinde annesinin mezarına ulaşmıştık. Gözlerimdeki yaşları göstermemek için arkamı döndüm. Ağladığımı anlamış olacak ki: _Özür dilerim, şöyle olacağını bilseydim okumazdım. Sizi üzdüğüm için affedin beni. _Ben önemli değilim küçük, şimdi bunun hiç önemi yok!. Ve devam ettik yürümeye. Annesini İsminin yazılı olduğu mezar taşını gördüğünde, hıçkırıklara boğuldu. O güne kadar hiç şöyle içten ağlayan birini görmemiştim. Onun bu halini gördüğümde ben de dayanamadım ve ağlamaya başladım. Sonra onu anneşöyle baş başa bıraktım. Ağlamayı bırakmış, gözlerini hiç ayırmadan mezar taşını izlemeye koyulmuştu. Her tarafta bir ölüm sessizliği vardı. Sanki az önce cıvıl cıvıl olan doğa birden bire sus pus olmuştu. Birazdan elindeki yeşil zarfı toprağın üzerine bıraktı ve yanıma geldi. Gülümsemeye çalışarak: _Mutlu olmalısın, sen cennete mektup gönderen ilk insansın!. dedim. O da gülümsemeye çalışarak: _İsterseniz bu oyuna devam etmeyelim. dedi. Çok şaşırdım ve:
- Nasıl yani, ne demek istiyorsun sen küçük? dedim. _Cennete asla mektup gönderilemeyeceğini biliyorum aslında ben. O an şoka uğradım, yere eğildim ve çocuğa sıkıca sarıldım. Sonra elinden tuttum ve geldiğimiz yoldan ikimiz de tek kelime konuşmadan geri döndük. O günden sonra bir kaç kez daha karşılaştım çocukla ama ikimiz de nedense hep yere baktık ve hiç konuşmadık. Bir ay sonra çocuğun yağmurda fazlaca ıslanıp zatürree olduğunu öğrendim. Evlerini buldum ama gittiğimde onu son kez görebilmek için çok geç kalmıştım. Çocuğun o günkü gözyaşları geldi aklıma ve onun için sevindim. Çünkü şimdi bir zaman mektup gönderdiği cennette, anneşöyle birlikte. Mevsim de BAHAR!.