Temel karayollarında şef olmuş. Kar kış demeden dağlarda iş peşinde koşturuyor. Bir gece arabasıyla şehre inmeye çalışmış ama yolunu kaybetmiş. Bakmış yakında bir ışık var, gidip kapıyı çalmış. Bir hanım çıkmış karşısına. Temel mahcup şekilde;
- Çok özür dilerim, ben kara yolları şantiyesinde şefim. Dağda yolumu kaybettim. Bir sakıncası yoksa beni bu gece misafir edebilir misiniz?
- Tabii, buyurun içeri, demiş ev sahibi.
Önce Temele lezzetli ve sıcak bir yemek getirmiş. Derken muhabbet falan. Temel dağdaki zor işlerden yakınırken, kadının eşi gurbette çalıştığı için kendisinin de uzun zamandır tek olduğunu anlatıyormuş. Konuşmalar ilerledikçe, üzerine daha rahat bir elbise giyip sormuş Temel'e;
- Bakin Temel Bey, bir kadın ve bir erkek bu evde yalnızız, istediğiniz bir şey varsa çekinmeyin söyleyin.
Ama Temel'de kadının mesajını anladığını gösteren en ufak bir hareket yok. Kâh su istiyormuş, kâh çay. Saat gece yarısını geçip Temel artık uyumak istediğini söylediğinde kadın onun yerini hazırlayıp karşısına dikilmiş:
- Başka istediğiniz bir şey var mi?
Temel, teşekkür edip iyi geceler diledikten sonra uyumuş. Sabah kalktığında kahvaltısı hazır. Ev sahibi kapının önünde tavuk ve horozları yemliyor. Temel bakmış 1 tavuk, 5 tanede horoz var. Sormuş:
- 5 tane horoz, 1 tavuğa çok değil mi?
Kadın cevabı yapıştırmış.
- Siz onların öyle horoz gibi göründüğüne bakmayın. Onların biri gerçek horoz, diğerleri karayollarında şantiye şefidir.

De Gaulle Cumhurbaşkanıyken Italya'yı resman ziyaret etmiş. Gezi programında Fiat otomobil fabrikaları da varmış. Fabrikada dolaşırken De Gaulle birden :
- "Oooo Carlo! Sen burada mısın?" diye bağırmış ve makinenin başında çalışan bir işçiye doğru yürümüş. İşçide :
- "Vay Charles!" diye De Gaulle'e dönmüş, kucaklaşmışlar. Herkes şaşırmış.
Koca De Gaulle ve işçi Carlo! De Gaulle yanındakilere :
- "Carlo benim eski arkadaşımdır" demiş. "Çocukluğumuz beraber geçti. Çok iyi insandır", demiş. Fabrikanın yöneticileri hemen atılmışlar.- "Bizim de en iyi işçimizdir. Çok severiz kendisini!"Bir süre sonra İtalya'yı Nixon ziyaret etmiş. Onu da aynı fabrikaya götürmüşler. O da aynı böüme gelince :
- "O Carlo!" diye haykırmış:
- "Sen buradasın ha!"- "Vay Nik!
Bu ne tesadüf? Bunca yıl sonra seni görmek..."Sarılıp kucaklaşmışlar ve tekrar görüşmek ümidiyle vedalaşmışlar. Bu arada Nixon Carlo'yu Beyaz Saray'a çağırmış. Herkes şaşkın. Nixon gidince Carlo'yu İtalyan Dışişleri Bakanlığın'dan çağırmışlar:
- "Hadi De Gaulle çocukluk arkadaşında. Ya Nixon'u nereden tanıyorsun?"Carlo gülmüş:
- "Gençliğimde Amerika'ya gitmiştim. Bir gangsterlik olayına adım karışmıştı. Nixon da çiçeği burnunda bir avukattı. Beni savundu ve beraat ettim. O zamandan beri dostuz."Sonra bir gün İtalya'yı Sovyet Başbakanı Kosigin ziyaret etmiş. Ona da aynı fabrikayı dolaştırmışlar.
Ve aynı hikaye devam etmiş:
- "O Carlo yoldaş! Nasılsın? Seni bunca yıl sonra burada görmek beni çok sevindirdi."- "Vay Kosigin! Ne günlerdi onlar. Şimdi oturup iki tek votka atsak ne güzel olurdu."Herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutacak. Kosigin, yoldaş Carlo'yu Moskova'ya davet etmiş, o da :
- "Fırsatını bulursam gelirim.", demiş.
- "Ama bu patronlar insana hiç fırsat verir mi?"Kosigin gider gitmez, fabrikanın müdürü Carlo'yı çağırmış:
- "Yahu hepsini anladık ama Kosigin'i nereden tanıyorsun?"
- "Ben eski komünistim. Biz birbirimizi tanırız."
Müdürün tepesi atmış:
- "Sen böyle herkesi tanırmısın?"
- "Tanırım ya!"
- "Şimdi bana Papa'yı da tanıdığını söyleyeceksin herhalde!"
Carlo müstehzi olmuş.- "O ne biçim laf? Elbette Paul benim en iyi arkadaşımdır."Müdür hırsından kıpkırmızı kesilmiş.- "Palavra atma yahu! Sen Papa'yı nereden tanıyacaksın?. Hem de arkadaşınmış...
Lafa bak."İşçi Carlo gayet soğukkanlılıkla cevap vermiş:
- "Ben iddiaya girmem, girenleride sevmem. Ama size dediklerimin doğruluğunu ispat edebilirim. Bu pazar Vatikan'a gidelim. Orada benim Papa'nın arkadaşı olup olmadığımı görürsünüz."Müdür pazar gününü iple çekmiş. Sabah erkenden Carlo'nun evine arbasını göndermiş ve buluşup Vatikan'a gitmişler. Vatikan meydanı ana baba günüymüş. Biraz sonra Papa balkona çıkıp halkı takdis edecekmiş. Bu arada Papa'yı merak eden her dinden ve milletten insan meydanı doldurmuş. İşçi Carlo müdürü bir elektrik direğinin dibine bırakıp, kalabalığı yarmış ve Vatikan Sarayı'nın kapısından içeri girmiş. Müdür şaşırmış ama, "Dur bakalım!" diye kendi kendini teselli etmiş.. Biraz sonra balkonun kapısı açılmış ve Papa ile Carlo kolkola yürümüşler. Hem de gülerek. Papa hıristiyanları takdise başlarken Carlo da sağa sola bakarak müdürü aramış. Bir de ne görsün koca müdür bir seksen uzanmış, yerde yatıyor ve etrafındakiler kendisini ayıltmaya çalışıyorlar. Carlo hemen Papa'ya dönüp - "Bana müsaade, bizim müdür bayılmış" diyerek ayrılmış. Koşup müdürün yanına gelmiş. Birini elinde kolonya müdürü ayıltmaya çalışıyor. Carlo dayanamayıp sormuş:
- "Ne oldu bu adama?"- "Bilmiyoruz! Siz Papa'yla balkonda görününce arkasında duran iki japon -Allah Allah! Şu adam bizim Carlo! Ama yanında duran adam kim? dediler ve bu da düşüp bayıldı."
Amerika’da küçük bir kasabada tenha bir pub.. hayli çarpıcı bir sarışın bara doğru yaklaşır ve barmene doğru eğilir.. barmen hemen karşılık verir, o da eğilir barın üzerinden sarışına doğru.. sarışının hareketleri de, sesi de iç gıcıklayıcıdır.. elini uzatır, parmaklarını barmenin sakallarinin içine sokarken konuşur:
- "buranın yöneticisi sen misin?"
Sarışın, barmenin yüzünü iki eli ile okşarken adam yanıt verir:
- "pek sayılmam.."
Kadın ellerini barmenin sakallarından saçlarına kaydırırken gene kısık sesle fısıldar:
- "bana yöneticiyi çağırabilir misin hemen, ona söyleyeceklerim var.."
Adamın nefesi kesilir..
- "şu anda çağırmama imkan yok.."
Tahrik oldugu artık iyice anlaşılmaktadır..
- "bana söyleyin, ben yardım edebilirim belki.."
- "tabii edebilirsin"
Der, sarışın iyice kısıklaştırdığı sesi ile.. bu sırada parmaklarını barmenin ağzina uzatmış, adamın onları emmesine de izin vermiştir..
- "tabii yardım edebilirsin hayatım.. ona de ki, bayanlar tuvaletinde, tuvalet kağıdı kalmamış.."