Hasan Ağa'nın üç oğlu bi de kız varmış. En küçük oğlu kara, kurunun sıska, kısa boylu bi şeymiş. Adı da Muço. Hasan Ağa bir gün kahveye oturmuş ama çok neşeli. kahveci merak etmiş. Ya Hasan Ağa bu gün pek neşelisin?
Hasan Ağa; sorma gardaş demiş. Benim büyük oğlam varya. Eeeee. Dün akşam bi sarşın getirdi afet. Ben miktiiim, büyük oğlan miktiii, ortanca oğlan miktiiii. (Eliyle yere doğru işaret ederek) Muço var ya Muço, Muço bile mikti. Aradan günler geçmiş, Hasan ağa yine kahvede neşeli. Kahveci sormuş; Ağa bu gün pek neşelisin? Hasan Ağa; sorma gardaş demiş. Benim ortanca oğlan varya. Eeeee. Dün akşam bi sarşın getirdi afet. Ben miktiiim, büyük oğlan miktiii, ortanca oğlan miktiiii. (Eliyle yere doğru işaret ederek) Muço var ya Muço, Muço bile mikti. Aradan yine günler geçmiş, Hasan ağa yine kahvede yalnız bu sefer suratından düşen bin parça. Kahveci sormuş; Ağa ne oldu hayırdır? Hasan Ağa; sorma gardaş demiş. Benim kız varya. Eeeee. Dün damat getirdi. Beni miktiii, büyük oğlanı miktiii, ortanca oğlanı miktiiii. (Eliyle tere doğru işaret ederek) Muço var ya Muço... Muço öldü.
* Asansörlere ayna konmasının birincil sebebi, kravatınızı ya da saçınızı düzeltin diye değil; kapıyı açınca kabinin yerinde olduğunu görün diyedir.
* Noel Baba'nın kıyafeti aslında yeşildir. Ancak bir kola markası bunu kırmızı beyaz olarak dünyaya sunmustur.
* Maymunlar her yıl uçak kazalarından daha fazla insan ölümüne neden oluyor.
* Kutup αyılαrı sıcαk ve nemli bir ortαmdα kαlırlαrsα kürklerinin rengi yeşile döner.
* Göktürkler ekşiyen yoğurdun ekşiliğini azaltmak için üzerine su döktüklerinde tesadüfen ayranı keşfetmişlerdir.
* Fillerin rengi aslında gri değil tam olarak kızıl-toprak rengidir. Gri görünümlerinin sebebi vakit geçirmeyi sevdikleri çamurlu sulardan çıkınca üzerlerindeki suyun kurumasıdır.
* Uzun süre haşlanan yumurta uzun zamanda öğütüleceği için vücudun harcadığı enerji miktarı yumurtadan daha fazladır. Haşlanmış yumurta bu yüzden çok iyi bir diyet yemeğidir.
* Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur.
* Einstein 9 yaşından sonra akıcı konuşmaya başladı. Aile onda zihin geriliği olduğunu bile düşündü.
* Elma, soğan ve patatesin tadı aynıdır. Fark sadece tamamen kokularından kaynaklanır. Aslında hepsi tatlıdır.
* Salatalığın yüzde 96'sı sudur.
* Bal bozulmayan tek gıdadır.
* En parlak cisim olan ayın ışığının bize ulaşması 1,3 saniye sürüyor.
* Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat uzundur.
* Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi Bambu bir günde 90 cm. kadar uzuyor.
* Dünyanın en çok sатаn telefonu iPhone değil Nokia'nın 2003 yılında satışa çıkardığı ve 250 milyon sатаn Nokia 1100'dur.
* Alışveriş arabaları ve sepetleri daha çok şey satın almanız için büyük yapılmıştır. Yapılan deneyler boyutu iki katına çıkarınca tüketimin yüzde 19 arttığını ortaya koymuştur.
* Ak-47 (Kalaşnikof) makinalı tüfeği 1947 yapımıdır; buna rağmen bir çok modern silahtan daha yüksek kullanım ve hasar puanına sahiptir.
* Soğan doğrarken sakız çiğnenirse göz yaşarması önlenir.
* Jackie Chan dünyadaki bütün dövüş sporlarında dünya şampiyonu olmuştur.
* İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir.
* Ölüm anında dokunma ve görme hissinden sonra duyma yetisini kaybedilir. Kalp durduktan sonra ortalama 2 dk boyunca sesler algılanabilir.
* İnsomnia (uykusuzluk) şikayetiyle doktora başvuranların IQ değerlerinin normalden daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
* İnsanlar uykusunda koku alamaz. Yani, uykunuzda kucağınıza kokarca koysalar sarılıp uyursunuz.
* Oltayla tutulan balıklar, ağ ve torlarla tutulan balıklar gibi saatlerce acı çekmediğinden daha lezzetlidir.
* Niagara şelalesinden düşüp hayatta kalabilen ilk insan olan Bobby Leach, evinde portakal kabuğuna basarak düşmüş ve iç kanamadan ölmüştür * Çakmak kibritten önce üretilmiştir.
* Dünyanın en sadık canlısı denziatıdır. Eşi öldükten kısa bir süre sonra o da ölür.
* Bir salkım üzümden 2 şer 2 şer kopardığınızda en son her zaman 1 adet kalır.
* İnsan yılda en az 1460 rüya görür.
* Çabuk kızaran insanların daha tutkulu aşıklar olduğu kanıtlanmış bir gerçektir.
* Dünyada insanlara en çok verilen isim Muhammed'dir.
* Yıldız kayması diye adlandırılan şey atmosfere girdiğinde yanmaya başlayan küçük göktaşlarıdır.
* Cep telefonuyla konuşurken yürüyorsanız, yanınızdan biri geçtiğinde yere bakma eğilimine girersiniz.
* Google Earth programıyla Dünya'nın her yerini görüntüleyerek gezebilirsiniz. Ancak insanların % 95'i sadece kendi evine bakıyor.
* Anadolu ve Orta Asya'da, gelinin üzerine şans ve mutluluk getirmesi için darı atma geleneği vardır. "Darısı Başına" sözü buradan gelmektedir.
* Yorgunluk sadece fiziksel değil, duygusal olarak da yaşanır. Yani karşınızdaki sizi ne kadar çok severse sevsin bir süre sonra yorulacaktır.
* Ördeğin sesi yankı yapmaz.
* En büyük kuş yumurtası devekuşunundur. 15 - 20 santimetre uzunluğunda ve ortalama 1.7 kilogram ağırlığındadır. Kaynatılarak pişirilmesi 40 dakika sürer.
* En zeki hayvanlardan biri olarak kabul gören kargalar, tıpkı insanlar gibi yaşlı ebeveynlerini yıllar sonra gidip ziyaret ederler.
* 1 kuruş maliyetinin 1,92 kuruş olması sebebiyle tedavülden kalkmıştır.
* Sinekler ellerini ovuşturup kafalarından geçirme hareketini, uçarken yapışan molekülleri temizlemek için yaparlar.
* İngiliz ölçü birimindeki 1 inç in İngiltere kraliçesi 1. Elizabeth 'in el baş parmağının ucundan ilk eklem yerine kadar olan uzunluğun cm cinsinden değeridir. (2,54 cm) * Uyurken, TV izlerken olduğundan iki kat daha fazla kalori harcarız.
* Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır.
* Süleymaniye camiinin 4 minaresi olmasının sebebi, Kanuni'nin İstanbul'un fethinden sonraki dördüncü padişah olmasıdır. Bu dört minaredeki on şerefe de Kanuni'nin Osmanlı'nın onuncu padişahı olmasının bir işaretidir.
* Başkan John F. Kennedy, yirmi dakikada dört gazete okuyabilirdi.
* Dünyanın en genç üniversite öğrencisi Ganesh Sittampalamdır.. Sittampalam üniversiteye başladığında daha 11,5 yaşındaydı.
* Atakama çölüne 400 seneden beri yağmur yağmamaktadır. Yağan yağmur da havada buharlaştığından yere düşmemektedir.
* Develerin 3 tane kaşı vardır.
* Yunuslar bir gözü açık uyurlar.
* Bir sineğin hızı saatte 8 km. Dir.
* Zürafanın dili 35 cm. kadardır.
* Bir insanın su ve yemek olmadan yaşayabildiği en uzun süre 18 gündür.
* Istakozların kanı mavi renktedir.
* Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.
* Fil zıplayamayan tek memelidir.
* Sığırların 4 tane midesi vardır.
* Kangurular geri-geri yürüyemezler.
* Erman Kunter, 1988 yılında Fenerbahçe formasıyla Hilalspor karşısında 153 sayı atarak rekor kırarken, ilk yarıda da attığı 81 sayıyla bir devrede en fazla sayı üreten basketçi olarak da tarihe geçti.
* Kediler şeker tadını ayırt edemezler.
* Atlar 1 ay kadar ayakta kalabilirler.
* Fare, bir deveden bile daha uzun süre susuz kalabilir.
* Timsahlar dilini dışarı çıkaramazlar.
* Zürafanın ses telleri yoktur.
* Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir.
* Baykuş mavi rengi görebilen tek kuştur.
* Ünlü Arap şairi Kahire üniversitesi profesörü Şeyh Muhammed Abdul İbrahim 150 yaşında vefat etmiştir. 105 sene bekar yaşamış. 105 yaşında evlendikten sonra 5 çocuğu olmuştur.
* 2600 kadar kurbağa cinsi var.
* Yetişkin bir ayı at kadar hızlı koşabilir.
* Sadece domuzlar güneşten yanabilir.
* Deniz kobrası dünyanın en zehirli yılanıdır.
* Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
* Hayvanların en büyüğü mavi balinadır. (uzunluğu 33 m., ağırlığı 190 t.) * Sadece dişi sivrisinekler ısırır.
* Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
* Deve deniz suyu içebileceği gibi bir defada 250 litre su da içebilir.
* Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin başlarındaki kavukların, kefenlerinden oluştuğunu, sık sık ölümü hatırlayıp ona göre karar verdiklerini, ayrıca öldükleri zaman hemen başlarındaki kefenle defnedildiklerini * Karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilir.
* Çekirgenin kulağı dizindedir.
* Yeryüzünün en sıcak yeri Afrikada El-Ezize bölgesidir. (Gölgede 58 derece) * Yeryüzünün en soğuk yeri Antarktika’da Vostok (Rusya) bölgesidir. (- 88.3 derece) * Uzaya ilk defa 12.04.1961 tarihinde Yuri Gagarin uçtu.
* İlk defa aya 21.07.1969 tarihinde Neil Armstrong ayak bastı.
* Eski Romada şişeden hazırlanmış kaplar altın ve gümüşden daha değerli sayılırlardı.
* Dünyada en eski üniversitesi 989 yılındaki Mısırın El-Ezher üniversitesidir.
* İlk yeraltı tüneli 1 km. uzunluğundadır ve bundan 4 bin yıl önce Irak'ta Fırat nehrinin altından geçmiştir.
* Paraguay dünyanın en yağışlı bölgesidir. Bölgede yağmur neredeyse ara vermez.
* Dünyada 2000'e yakın halk ve 3000 e yakın dil var.
* Paristeki Versailles Sarayının 1300 odası vardır ve hiç tuvaleti yoktur.
* Tarih boyu yapılmış savaşların en uzunu İngiltere ile Fransa arasında olmuştur. Bu savaş 115 sene(1338-1453) sürmüştür.
* İnsanın saçında 102 bine yakın, derisinde ise 20 bine yakın kıl olur. Kıllar her gün 0.35-0.40 mm. uzar.
* İngiltereli Thomas Korne 207 sene yaşamıştır.
* Dünyanın en uzun ömürlü insanı Çinli Li Ching-Yuen 256 sene yaşamıştır. (1680-1933) * Bir köstebek sadece bir gecede 90 m. tünel kazabilir.
* Bir hamam böceği kafası koptuktan sonra açlıktan ölmeden 9 gün yasayabilir.
* Hindistan'ın ücra ve fakir bir köyünde yaşayan Dashrath Manjhi, en yakın doktorun 70 kilometre uzakta olması yüzünden, doktor geç geldiği için karısını kaybeder. O da 1960 yılında eline kazmasını alarak, aradaki yolu 40km kadar kısaltacak bir yol yapmaya başlar. Tam 22 yıl sonra 110 metre uzunluğunda, ve 9 metre genişliğinde yolu tamamlar.
* Pasifik'te küçük bir ada ülke olan Tuvalı her yıl hiçbir şey yapmadan 4 Milyon Dolar Kazanıyor! Bunun sebebi ülkenin kısaltmasının TV olması ve . Tv uzantılı alan adlarının satışından elde edilen gelirlerden pay almaları!
* Radyoloji biliminin kurucusu ve radyoaktiviteyi keşfeden Marie Curie'nin çalışma notları, hala aşırı derecede radyoaktiftir. Bu yüzden özel izin, ve özel kıyafetlerle görülebilir.
* 1800'lerin ortasına kadar Istakoz, fakir yemeğiydi. Eskiden, en fakirler ve köleler ıstakozla beslenirmiş. Fare yemekle eş değer tutuluyormuş. Şimdiyse en sosyete yemeklerden..
* Berlin Duvarı yıkıldı ama, hala uzaydan bakınca Doğu Almanya ve Batı Almanya çok net bir şekilde fark edilebiliyor.. Sebebi, iki tarafta aydınlatma için farklı tarz ampullerin kullanılması!
* Titanik batmadan tam 14 yıl önce kitabı yazılmıştır. 1898 yılında yazılan kitabın adı Titan'ın Enkazı.. Evet ilk dikkat çeken benzerlik kitapta batan geminin adının Titan olması, gerçekte de Titanic olması. Ama sadece bununla kalmıyor! 1- Tita nic için batmaz deniliyordu, kitapta Titan için de aynı ifadeler kullanılıyor. 2- İkisinin de kapasitesi 3000 kişi. 3- Titanic 14 Nisan 1912'de Kuzey Atlantik'in 400 mil açıklarında buzdağına çarparak batıyor. Kitapta anlatılan Titan da, tamamen aynı şekilde, bir Nisan akşamı, Atlantik'in 400 mil açıklarında buzdağına çarparak batıyor !!! Kitabın yazarı kazadan sonra, bu kitabın fikri bana rüyamda geldi demiş..
* Rusya Pluto'dan daha büyüktür. Pluto: 16.650.000 kilometrekare / Rusya: 17.075.000 kilometrekare * Dünya'nın En Yüksek Noktası Everest'te 3G Çeker! Everest parkurundaki 5200 metre yükseklikte bulunan ilk kamp alanına kurulan baz istasyonu sayesinde tüm Everest tırmanışı esnasında cep telefonunuz çeker. İsveçmerkezli mobil operatör firması TeliaSonera'nın sahip olduğu Ncell (Nepal'in Mobil Operatörü) kurmuş baz istasyonunu..
* Gravity filminin bütçesi 100 Milyon Dolarken, Hindistan Mars Uydusu projesinin toplam bütçesi 73 Milyon Dolardır.
* Normal kutu kola suda batarken, kutu diyet kola batmaz..
* Pasifik okyanusundaki bir adanın içindeki gölün içindeki adanın içindeki gölün içinde bir ada daha vardır.
* Paraguay bayrağı dünyadaki önü ve arkası farklı olan tek bayraktır. Ortadaki logo önde değişik, arkada değişiktir.
* Süper Mario oyunundaki bulutlarla çalılar aynı şekillere sahiptir. Bulutlar beyaz, çalılar yeşile boyanmıştır.
* Aşırı sessizlik sizi delirtebilir. Dünyanın en sessiz yeri, Orfield Laboratuarlarındaki yankı odası. Ses dalgalarının %99.99'unu absorbe edebilen yapısı ile insanları gerçekten çok ilginç bir şekilde etkiliyor. O kadar sessiz ki, kendinizi duymaya başlıyorsunuz. Kalp atışınız, midenizden gelen sesler, nefes alış verişiniz, hatta kanınızın pompalanmasının ve akışının sesi. Yeteri kadar vakit geçiren denekler, dengelerini kaybedip halisünasyon görmeye başlamışlar. 45 dakikadan fazla dayanansa olmamış.
* Dubai'deki Burj Khalifa gökdeleni o kadar yüksektir ki, Güneş'in doğuş ve batışını 2'şer kez izleyebilirsiniz. Burj Khalifa'nın tepesindeyeken o kadar yüksektesinizdir ki, Dünya'nın yuvarlaklığını bile farkedebilirsiniz. Tepedeyken Güneş'in doğduğunu gördüğünüz anda hemen asansörle en alta inerseniz, havanın aslında hala karanlık olduğunu ve Güneş'in doğmadığını görebilir, tekrar deniz üstünden doğuşunu izleyebilirsiniz.
* Venüs'te 1 Gün, 1 Yıldan Daha Uzundur. Venüs'ün kendi etrafında 1 tur dönmesi Dünya zaman ölçüsüyle tam 243 gün sürer. Güneş etrafında 1 tur dönmesi ise 224.7 gün.
* Bir kavanoz balı 3000 yıl saklayabilirsiniz.
* Tüm Internet 540 Milyar Trilyon (10 Üzeri 21) Elektron ile birbirine bağlı. Toplam ağırlıkları yaklaşık 1 çilek kadar..
* İskambildeki papazlardan sadece kupa papazının bıyığı yoktur.
* Pablo Escobar'ın uyuşturucu karteli o kadar büyüktü ki, her yıl 2500 dolarlık paket lastiği alınırdı.. Paraları tutmak için.
* Dünyada 4300’den fazla ve birbirinden farklı din vardır.
* Karaoke kelimesi Japonca kara ve orkestra kelimelerinin kısaltılmasıdır. Kara ise Japonca’da boş anlamına gelir.
* Her iki kişiden 1 tanesi en son ne zaman telefonundan ayrı kaldığını hatırlayamıyor.
* İnsanların 3’te 2’si denize çiş yaptıklarını itiraf ediyorlar. Peki denize çiş yapmak zararlı mıdır? İdrarın, yüzde 95’i sudur, bunun dışında sodyum, klorür içerir, yani sofra tuzunun içeriklerir ki bunlar zaten denizsuyunda olan maddelerdir. İdrarın deniz suyunda olmayan tek içeriği üredir. Bilim adamlarıan göre üre deniz bitkileri için besleyici bile olmaktadır.
* Dünyada köken, dil, ırk gözetmeksizin bütün yeni doğan bebekler 440 hz yüksekliğinde ve “la” notasıyla ağlar.
* 60 yaşın üzerindeki her 4 kişiden 1’inin hiç dişi yoktur.
* Dünyadaki Facebook kullanıcılarının 189 milyonu (ülke nüfusumuzun 80 milyon civarlarında olduğunu hatırlatayım) Facebook’u yalnızca telefon uygulaması olarak biliyor ve yalnızca telefondan kullanıyor.
* Türk erkeklerinin boy ortalaması 1,72, kilo ortalaması ise 75,8 kilogramdır.
* Türk kadınlarının boy ortalaması ise 1,61, kilo ortalaması ise 66,9 kilogramdır.
* Develer hiç su içmeden 3 ay boyunca çölde yaşayabilirler.
* İnsanların saçları neden beyazlar biliyor musunuz? Çünkü aslında her insanın saçı zaten beyazdır fakat saç kökünden salgılanan bir pigment saçınıza renk verir. Bu pigmentin üretimi yaşınız ilerledikçe durur ve böylece saçlarınız doğal, beyaz rekli haline döner.
* Haşlanmış yumurta besin değerleri yüksek olsa bile sindirimi de bu ölçüde enerji yakıcı olduğu için iyi bir diyet yiyeceğidir.
* Karabasan yani uyku felci hakkında bilimsel olarak çok fazla veri olmaması ilginç bir konu olmakla birlikte, bazı ekstrem kaabasanların süreleri 4-5 saati bulabilmektedir.
* Kaptan korsanların kullandıkları tek göz bandının amacı, karanlık yerlere girildiğinde karanlığa alışma süresini ortadan kaldırmak içindir.
* Denizin 10 metre derinine indiğinizde kanınız yeşil görünür. Çünkü bu seviyeden sonra kırmızı ışık dalgası bulunmaz.
* General Douglas Mac Arthur'un Batı Cephesine atanmak için yaptığı iki başvuru da reddedilmiş. Ama yılmak bilmeyen Mac Arthur üçüncü kez başvurmuş ve böylelikle tarih kitaplarına geçmeyi başarmış.
* Basketbol yıldızı Michael Jordan lisedeyken basketbol takımından atılmış.
* Winston Churchill altıncı sınıftayken sınıfta kalmış. İngiltere Başbakanı olduğunda ise, tam 62 yaşındaymış. Başbakan olduktan sonra çok kez geri adım atmak zorunda kalmış ve büyük yenilgiler yaşamış. Yaşamının en büyük başarılarını emekli olduktan sonra elde etmiş.
* Ünlü opera sanatçısı Enrico Caruso'nun anne babası, oğullarının hep mühendis olmalarını istemişler. Caruso'nun müzik öğretmeni ise, onun sesinin hiç iyi olmadığını ve şarkı söylemesinin olanaksız olduğunu söylemiş.
* Albert Einstein 4 yaşına kadar konuşamamış. Okumayı ise yedi yaşında öğrenebilmiş. Öğretmeni Einstein'ı tanımlarken şu ifadeleri kullanmış:
"Kafası çok yavaş çalışıyor. Üstelik çok asosyal ve aptalca düşlerin peşinde bir serseri. "Okuldan atıldığı için de Zürih Politeknik Okuluna kabul edilmemiş.
* Louis Pasteur üniversitedeyken vasat bir öğrenciymiş ve kimya dersinden aldığı ortalama not ise, 22 üzerinden 15'miş.
* Blue Book Mankenlik Ajansı'nın yöneticisi olan Emmeline Snively 1944 yılında Norma Jean Baker'e (Marilyn Monroe), "Bence sen ya sekreterlik yap ya da evlen; bu işi başaramazsın" demiş.
* Decca plak şirketi, ünlü İngiliz rock grubu Beatles ile çalışmayı reddettiğinde şöyle bir açıklama yapmış:
"Tarzlarından hiç hoşlanmadık. Onlardan çok daha iyi gruplar var."
* Grand Ole Opry'nin menajeri Jimmy Danny 1954 yılında ilk performansından sonra Elvis Presley'i işten kovmuş. Presley'e ise şunları söylemiş:
"Hiçbir işe yaramazsın, oğlum. Sen giт kamyon sürücülüğüne dön!"
* Alexander Graham Веll 1876 yılında telefonu icat ettiğinde, kimse telefonu kullanmak istememiş. Başkan Rutherford Hayes ise bu konuda şunları dile getirmiş:
"Çok gülünç bir buluş. Böyle bir aleti kim kullanır ki?"
* Thomas Edison elektrik ampulünü icat ettiği zaman, ampulü çalışır hale getirebilmek için 2000'in üzerinde deney yapmak zorunda kalmış. Bir gazeteci kendisine bu kadar başarısızlığa uğradıktan sonra neler hissettiğini sorunca, onu şöyle yanıtlamış:
"Hiç başarısızlığa uğramadım ki. Ben elektik ampulünü icat ettim ve bu icat sadece 2000 aşamalı bir süreçti. "
* İşitme kaybı geçen yıllarla giderek artan Ludvig Van Beethoven, 46 yaşında tamamen sağır olmuş. Ancak, en büyük bestelerini - bu besteler arasında beş önemli senfoni vardır - yaşamının son yıllarında yapmış.
* Bence dünya pazarında ancak 5 bilgisayara yer var. "(Thomas J Watson, IBM, Yönetim Kurulu Başkanı. ) * Telefon denen bu aletin o kadar çok eksiği var ki, ona bir iletişim aracı demek ciddiyetten uzaktır. Bu aletin bizce hiçbir değeri yoktur. (Western Union dahili memorandum, 1876) * Aktörlerin konuşmalarını kim duymak ister ki?" (H. M. Warner, Warner Brothers, 1927) * Onların soundunu sevmiyoruz, zaten gitar müziğinin de modası geçiyor. "(1962 de the Beatles'ı reddeden Decca Kayıt Şirketi. ) * Biz de Atari firmasına gittik ve, ‘Hey, bizim harika bir şeyimiz var, sizin bazı parçalarınızı bile imal edebiliriz. Bize parasal kaynak olmaya ne dersiniz? Ya da onu size verelim. Biz sadece onu yapmak istiyoruz. Maaşımızı ödeyin, sizin için çalışalım.' ‘Hayır', dediler. Sonrada Hewlett - Packart'a gittik. Onlar da, ‘Hey, size ihtiyacımız yok. Siz daha üniversiteyi bile bitirmemişsiniz, ' dediler. "(Apple Computer Inc. kurucusu Steve Jobs, Steve Wozniak'la birlikte tasarladıkları kişisel bilgisayarı, Atari and H-P'ye götürdüklerinde) * Petrol çıkarmak için kuyu açmak mı? Yani toprağı delip petrol aramaktan mı söz ediyorsun? Sen delisin!" (Edwin L. Drake 1859'da bazı kuyu açıcılara iş teklifi götürdüğünde, onlar ona bu cevabı vermişlerdi. ) * Gelecekteki bilimsel ilerlemeler ne olursa olsun, insanlık Ay'a asla ulaşamayacaktır." (Dr. Lee De Forest, vakum tüpünün kaşifi ve televizyonun babası. ) * Keşfedilebilecek her şey keşfedilmiş bulunuyor. "(Charles H. Duell, commissioner, U. S. Office of Patents, 1899) * Lokomotiflerin posta arabalarından iki kat daha hızlı gidebileceği hakkında beslenen kanaatten daha saçma ne olabilir?" (The Quarterly Review, England (March 1825) * Ameliyatlarda acının dindirilmesi aptalca bir hayaldir. Onu aramaya çalışmak saçmalıktır. Ameliyatlardaki bıçak ve acı hastaların zihninde ebediyen birlikte yaşayacak iki kelimedir." (Dr. Alfred Velpeau (1839) French surgeon) * İnsanların Ay'a seyahat edebileceklerini düşünmek, fırtınalı Kuzey Atlantik Okyanusunu buharlı gemiler kullanarak geçebileceklerini düşünmek gibidir. " (Dr. Dionysus Lardner (1838) Professor of Natural Philosophy and Astronomy, University College, London) * Ay'a roket göndermek gibi aptalca bir fikir, habis uzmanlaşmanın düşünceye karşı kapıları sımsıkı kapalı hücrelerde çalışan bilimcileri hangi saçma noktalara götürebileceğinin bir örneğidir." (A. W. Bickerton (1926) Professor of Physics and Chemistry, Canterbury College, New Zealand) * Paris sergisi kapanınca elektrik ışığı da sönecek ve artık ondan hiç söz edilmeyecek. "(Erasmus Wilson (1878) Professor at Oxford University) * İyi bilgilenmiş kimseler bilirler ki, sesi teller üzerinden nakletmek imkansızdır, bu mümkün olsa bile böyle bir şeyin pratik bir değeri olamaz. "(Editorial in the Boston Post 1865) * Geçen yıl hiç bir radikal gelişme ortaya çıkmamış olmasından anlaşılıyor ki otomobil gelişiminin son noktasına pratik olarak ulaşmıştır. "(Scientific American, Jan. 2, 1909) * Havadan hafif ve uçabilen makineler imkansızdır. "(Lord Kelvin, ca. 1895, Biritish mathematician and physicist) * Radyonun geleceği yoktur. "(Lord Kelvin, ca. 1897) * Televizyon teorik ve teknik olarak mümkün olsa bile ben onun ticari ve finansal bakımdan imkansız olduğunu ve geliştirilmesi için çok fazla zaman harcamamak gerektiğini düşünüyorum. "(Lee DeForest, 1926 American radio Pioneer) * ENIAC'ın üstündeki hesap makinesi 19,000 vakum tüpüyle donatıldığına ve 30 ton geldiğine göre, gelecekteki bilgisayarlarda belki de sadece 1,000 vakum tüpü bulunabilir ve onlar 1,5 ton ağırlığında filan olabilir."(Popular Mechanics, March 1949) * Herkesin evinde bir bilgisayar bulunmasının gereği yok. "(Ken Olson, 1977, President, Digital Equipment Corp. ) * Nükleer enerjinin bir gün elde edilebileceğine dair en ufak bir gösterge bile bulunmuyor. Bu, atomu istediğimiz gibi parçalayabileceğimiz anlamına gelirdi. "(Albert Einstein, 1932)
- ---- EN İLGİNÇ BEDDUALAR --------- * Uyuz olasın da kaşıyacak tırnak bulamayasın.
* Canın dondurma çeksin de, buzluktaki dondurma kabından köfte çıksın.
* Çayın içerisine batırdığın bisküvi kırılsın da çayın içine düşsün.
* Ayak serçe parmağın kanepeye çarpsın.
* Çöle düşesin de kutup ayısıyla karşılaşasın.
* Evlendirme programına çıkasın da arayan kimsen olmasın.
* En sevdiğin dizi çıka da elektrikler kesile izleyemeyesin.
* Yazın ayrana, kışın yorgana muhtaç olasın.
* En sevdiğin dizinin karşısına geçtiğinde, dizinin günü değişsin inşallah.
* On parmağından biri kala, o da dolama ola.
* Nikahında kaleminin mürekkebi bite de imzanı atamayasın.
* Yetmişine kadar kaynananla aynı evde yaşayasın.
* Düğün günü cırcır olasın.
* Yeni aldığın elbisenin üstüne çamaşır suyu döküle, hiç giyemiyesin de gözün kala.
* Ekmeğin tavşan, kendin tazı ol, koştur da yakalayama.
* Çok sıkışasın da gidecek tuvalet bulamayasın.
* Çayın üstüne döküle üfleyecek nefesin olmaya.
* Diyetisyenlerin, plastik cerrahların elinde kalasıca.
* Allah senin işini devlet dairesine düşüre.
* Tam 24 saat ola da telefonun hiç çalmaya.
* Saçını değiştiresin de kocan fark etmesin.
* Evlilik yıl dönümünü unutasın da, karın 40 yıl başının etini yiye.
* Yüzün sivilce dola da, sürecek gram fondöten bulamayasın.
* Kuş gibi uçasın da konamayasın.
* Kulağına su kaçsın da çıkarama.
* Nezle olupta peçete bulamazsın İnşallah.
* Çorbandan kıl çıksın.
* Allah ölmüşlerine kavuştursun.
* Allah seni davul etsin, beni de tokmak emi.
* Yaşam ünitelerine bağlanan fişini çekme kararları bana sorulsun inşallah.
* Sırtından sopa, kafandan bit eksik olmasın.
* Takım elbiseyle çamurlara düşesin.
* Terliğinin kenarı kopsun da yolda kal.
* Topu inşaata kaçasıca.
* Tuttuğun takım küme düşsün.
* Umarım yeni giydiğin çorap ile banyoda ıslağa basarsın.
* Maşa yaparken kulağını kıvırırsın inşallah.
* Kırık azı dişinin içine et kaçsın da onu çıkarmaya kürdan bulama. Dilin sürekli oraya gitsin. Ağzın yamuk geze.
* Fıkrana kimse gülmesin.
* Çekirdek çitlerken son cekirdeğin çürük çıksında ağzında o iğrenç tat kalıcı olsun.
* Araban yolda bozulsun da itecek birilerini bulama inşallah.
* Arabanın altında kal, jiletle kazısınlar.
* Öpüşürken sevgilinin suratına hapşurursun inşallah.
* Allah senin işini devlet dairesine düşüre.
* Heyecanla bir şeyleri ballandıra ballandıra anlatırken, adam gelsin desin ki bunu daha önce anlatmıştın.
* Hapşırman gelsin de hapşırama.
* Bütün beddualarım tutsun da iflah olamayasın inşallah.
* Araba kullanırken cep telefonuyla konuşasın, sonrada trafik polisine yakalanasın.
* Ucuza aldım diye sevindiğin araban çalıntı çıka.
* Silikonun patlasın inşallah.
* Hem fikir, hem zikir suçlusu olasın.
* Ne yersen ye asit yapa ağzında, bir "falım" çiklet bulamayasın.
* Susurluk Skandalı'na adın karışsın.
* Medyalara gelesin inşallah. Talk showlara, reality showlara çıkasın imajın sarsıla.
* Tam otomatik çamaşır makinen kireçlensin, bir gram Calgonit bulamayasın.
* Dağın başında araban bozula, kontörün bite.
* İddaa kuponun son maçtan yatsın.
* Sayısal da 5 tuttur inşallah.
- ------ BİLGİ İŞLEM BEDDUALARI ------- * Mouse'un kırılsın, tık tıklayama.
* Hatların kopsun da hiç bir yere bağlanama.
* Disk'lerin "crash" ola.
* File'larına virüs bulaşa.
* Network'lerden atılasın.
* İnternetin kopa da hiç bir yere bagῘanamayasan * Database'in patlaya.
* Security key'lerin deşifre ola.
* Back-upların bozulsun da geçmişe dönemeyesin.
* Kartuşun bitsin.
* Bütün hatlar dolu ola da bağlanamayasın.
* E-mail'in bozula da kimseyle mesajlaşamayasın.
* Netten 500 MB'lik bir dosya indirirken, bitmesine iki dakika kala elektrikler kesile de mosmor ol inşallah!
* Chat yaparken kapı zilin çalsın.
* İçtiğin çay klavyeye dökülsün.
* Arama motorlarına giremeyesin.
* Hitin düşsün, liste sonu ol.
* Posta kutuna iki ay mail gelmesin.
* Üç vakte kadar bağlantın kopsun inşallah.
* Klavyenin sesli harf tuşları basamaz olsun da, sevgiline mektup yazamayasın.
* Windowsun çöksün, ele güne muhtaç ol inşallah.
* Kafana harddiskler kadar taş düşsün.
* Kodlarını yanlış yazasın da web sayfası yapamayasın.
* Askerliğini uzun dönem yapasın da, 12 ay nete bağlanamayasın.
* 2 senedir yazmaya çalıştığın 500 sayfalık roman dosyana virüs girsin de, edebi hayatın bitsin.
* Pes kolunda ki savunma tuşun tutukluk yapsın da ceza sahası dışından gol ye emi.
* Klavyenin space tuşu bozulur inşallah.
* Kapsama alanı dışında kalasın.
* Cep telefonun kırılsın, laptopun yansın.
* Teknolojiden mahrum kalasın.
* Modemin olur da, bilgisayarın olmaz inşallah.
* bilgisayarın geçersiz işlem yürütsün emi.
* Bilgisayarına virüs kaça da format atmak zorunda kal inşallah.
* Bilgisayarına virüsler dadansın inşallah.
* Evde kumandayı bulama.
* Parmakların klavyenin arasına sıkışa, enter tuşun bozula da bir şey gönderemeyesin.
- ------ EKONOMİK BEDDUALAR ------- * Repo'da açığa düşesin, faiz sana zarar yaza.
* IMKB 100 endeksin 1600 direncini kıramaya.
* Uygun kur bulmaya, pozisyon açığına düşesin.
* Reuters'in arızalana, rate'leri izleyemeyesin.
* Paran aracı kurumda kala, iç edile; Dövize endeksli kredi alasın.
* Merkez Bankası para piyasalarına müdahale ede. O sırada sen de orada olasın, halden anlamayan Bireysel Danışmana denk düşesin.
* Sabah seansında endeks hızla düşe, sen panik olup kağıt çıkasın, ikinci seansta endeks kendini toplaya ama iş işten geçmiş ola.
* İMF nin gazabına gelesin.
* Aldığın dolarlar sahte çıka.
* Kredi kartının şifresini unutasın da paranı çekemeyesin.
- ---- ÖĞRENCİ BEDDUALARI --------- * Sınavda kaleminin ucu bitesice.
* Tarih sınavından önce kitabını okulda unutasıca.
* Akşam servisini kaçırasıca.
* Fen projesini evde unutasıca.
Yeni Gelin:
- "Böööööüüü çok acıoooooooooooo" Yeni Damat:
- "Eee yavrum ben sana dedim ama dimi, güneş kremi sür diye. Bir de şemsiyeyi kapattırdın, tam oldu."
Yeni Gelin:
- "Hah bir de sen azarla ben bilerek yaptım sanki"
Yeni Damat:
- "Güneşin yaktığı yüzyıllardır bilinen bir gerçekken sen nasıl bilmeden yapmış olabiliyorsun? diye düşünesim var ama."
Yeni Gelin:
- "Böööüü bir de bana salak muamelesi yap. Evet evet, hem salak, hem ıstakozum bir de azarla"
Yeni Damat:
- "Düşünesim var dedim, ama bak sırf bu yüzden düşünmüyorum."
Yeni Gelin:
- "Ne demek o?"
Yeni Damat:
- "Hiç bişi demek diil. Yoğurt mu sürsek acaba yaa"
Yeni Gelin:
- "Ya ben dalga geçme diyorum o hala yoğurt dio bana yaaaaaaaa"
Yeni Damat:
- "Acısını alırdı ama. Ben demedim bişi tamam"
Yeni Gelin:
- "Ya yardım etcene bana, orda beni salak yerine koyup dalga geçion ama sen yaaaaa, insan evliliğinin ilk günlerinde bari bu kadar vurdumduymaz olmaz yanee öhühüüü"
Yeni Damat:
- "Ben sana o şemsiye açık dursun dedim mi?"
Yeni Gelin:
- "Dedin evet. Ama o zaman nası bronzlaşcaktım"
Yeni Damat:
- "İyi de piştin şimdi de bronzlaşmadın ki. Ama hata bende senin üç kuruşluk aklına uydum da kapattım o şemsiyeyi. Gerçi orda da böyle nasırına basmışlar gibi ağlamanın etkisi olmadı değil ama neyse."
Yeni Gelin:
- "Böööüüöö telefonunu ver"
Yeni Damat:
- "Naapcan doktor mu çağırcan ehehehe"
Yeni Gelin:
- "Annemi arıcam seni şikayet etcem. Görsün o çok sevdiği damadını. kızın burada piliç çevirme olmuş hala dalga geçio dicem"
Yeni Gelin:
- "Aneeeeeeeeeeeemmmmmmm"
Anne:
- "Kızıııııııım nooldu niye ağlıyosun sen?"
Yeni Gelin:
- "Anneeeeeeee ben piştim burada, kızardı her yerim, senin bu damadın benle ilgilencene geçmiş karşıma dalga geçio az önce de üstüne yoğurt sürelim dedi banaaaaaaaaaa bi de salak dediiiiiiiiiii"
Anne :
- "Kızım yoğurt alırdı acısını ondan demiştir ver bakim sen onu telefona"
Yeni Damat:
- "Efendim anne"
Anne:
- "Nooldu evladım orda nasıl piştiniz o kadar"
Yeni Damat:
- "Ben pişmedim anne Nehir pişti. 40 derece sıcakta bronzlaşamıcam diye şemsiyeyi kapattırıp güneş kremi sürmeyi reddedince haliyle birazcık kızarıyo insan."
Anne:
- "Eee oğlum bilmez o, söyleseydin ya yanarsın diye"
Yeni Damat:
- "Söyledim de anne dinlio mu senin kızın. Bütün sahili ayağa kaldırdı ağlaya ağlaya, ben onun bronzlaşmasını kıskanıyomuşum."
Anne (fısıldayarak):
- "Elleme bırak kıvransın o zaman orda"
Yeni Damat (fısıldayarak):
- "Anne ben bırakıcam da uyutmuyo ki zırıl zırıl"
Yeni Gelin:
- "Böööööüüü çok acıoooooooooooo aşkkkkkıııımmmmmm"
Anne (fısıldayarak):
- "Pamuk tıka sen kulaklarına oğlum ağlar ağlar susar o birazdan."
Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da onlarla Sohbet ediyor:
- "Nerelisin?" gibi sorular soruyordu.
Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir delikanlıya takıldı. Yanına çağırdı ve merakla sordu:
- "Adın ne senin evladım?" dedi.
- "Ali, komutanım" dedi.
- "Nerelisin?"
- "Tokatlıyım, komutanım. Tokat’ın Zile kazasındanım"
- "Peki evladım,bu kafanın hali ne?
Saçlarının ortası neden kırmızı boyalı böyle?"
- "Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden yaktığını da bilmiyorum."
- "Peki" dedi üsteğmen.
- "Gidebilirsin Kınalı Ali."
O günden sonra Ali’nin adı Kınalı Ali oldu.
Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor, saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı. Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı.
Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından yardım istedi:
- "Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum.
Ama okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?"
Biri değil, birçok arkadaşı yardıma geldi:
- "Sen söyle biz yazalım" dediler.
Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu:
- "Sevgili anacığım, babacığım hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin."
Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra:
- "Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir" tümcesi ile bitiriyordu.
Tam zarf kapatılırken Ali:
- "İki üç satır daha ekleteceğim” diyerek mektubun sonuna şunları yazdırdı:
- "Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, Burada komutanlarım da, arkadaşlarımda benle hep dalga geçiyorlar. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet’e gelecek, O'nu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burada onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım."
Gelibolu’da savaş giderek şiddetleniyordu. İngilizler kesin sonuç almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı. Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer birer, sonraları beşer beşer, onar onar şehit oluyorlardı. Gelen destek güçleri de yeterli olmuyor, onlarında sayıları giderek azalıyordu.
Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali’nin komutanı bu durum karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Genç erlerine insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah’a dua ediyordu.
Komutanlarını düşünceli ve sıkıntılı gören Kınalı Ali ve arkadaşları, komutanlarına gidip, ondan kendilerini cepheye göndermesini istediler. Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile bile, bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
Kınalı Ali ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye, hayır bile bile ölüme gidiyorlardı.
O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Ali’nin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Ali’ye anne, babasından mektup geldi. Onun yerine, komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile okumaya başladı. Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu:
- "Oğlum Ali, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim.
Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum ha. Sen sakın bizi düşünme."
Babası mektupta köydeki herkesten akrabalarından haberler verdikten sonra:
- "Şimdi ananın sana diyeceği var" diyerek sözü ona bırakıyordu.
Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Ali’nin anasının ağzından yazılmıştı şöyle diyordu anası:
- "Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin.
Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler.
Bizde üç işe kına yakarlar;
1 – Gelinlik kiza, gitsin ailesine, çocuklarina kurban olsun diye, 2 – kurbanlik koça, allah’a kurban olsun diye, 3 – askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye.
Gözlerinden öper, selam ederim. Allah’a emanet olun."
Ali’nin mektubu okunurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken, hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu.
(Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesindedir.)
* Kadınlar ağlar. Ancak tek başına bir köşeye çekilip de yalnız ağlamaz. Kadınlar sadece sevdiği erkek duyabilecekse ağlar.
* Bütün kadınlar kesin bir cevabı olmayan konularda soru sormakta müthiş ustadır. Maksat, siz kendinizi sürekli suçlu hissedin.
* Kadınlar asla sır saklayamaz. Daha doğrusu, kadınlar için bir sırrı en yakın üç arkadaşlarına söylemek, sırrı açık etmek kapsamına girmez. Bu mantıkla hepsi en yakın arkadaşlarına söylediklerinden sonunda sırrı bilmeyen kalmaz.
* Kadınlar telefona cevap vermeyi sevmez, uzun uzun çalsa dahi rahatsız olmadan açmayabilirler. Lakin telefonda en uzun konuşmaları yapanlar yine onlardır.
* Kadın yatağa yatmadan evvel saçını tarayan tek yaratıktır.
* Kestirme yola sapıldığında her kadına bir "kaybolacağız" korkusu gelir.
* İstisnasız her kadın vermesi gereken bir-iki kilo olduğunu düşünür.
* Kadınlar durup dururken eve bir buket çiçekle gelen kocadan şüphelenir.
* Kadınlar tuvaletin kapağını küçük bir hareketle indirmek yerine tuvaletten salona kadar yürür, kocasına söylenir ve tuvalete geri döner.
* Erkek konuşurken kadın lafın ortasından konuşmaya dalar ve devam eder. Aynı şeyi erkek yapacak olsa kıyamet kopar.
* Düğünlerde kadın kadına dans edenleri görünce kimsenin aklına bir şey gelmez. Erkekler için durum aynı değildir.
* Karısının göz ucuyla bir başka adama baktığını yakalayabilmiş erkek yoktur. Oysa kadınlar erkeklerini başka kadına baktığı an saniyesinde yakalarlar.
* Kadının dondurmayı nasıl yediğine bakarak karakter testi yapabilirsiniz.
* Evde saatlerce kendi giyimiyle ilgilenen kadın, sokağa çıktığında saatlerce başka kadınların elbiseleriyle ilgilenir.
* Kadınlar asla haksız değildir. En haksız olduğu konuda bile "Kendime göre nedenlerim var" der.
* Tabiatta kadınlara karşı son sözü söyleyebilecek tek bir doğal yapı vardır: Yankı!
* Kadınlar kendilerine neler verildiğine değil, onlar için nelerden vazgeçildiğine bakar.
* Kritiklere başlayan kadın, kritik bir yaşa gelmiş demektir.
* Kadın elinizi tuttuğu anda bile bilin ki eninde sonunda tepenize çıkacaktır.
* Dünyanın en güzel kadını olduklarını bütün erkeklerin idrak etmesini isterler. Kendileri henüz üç dört yaşlarındayken bunu idrak etmişlerdir.
* Bütün erkekleri baştan çıkarmak isterler. Çevrelerinde baştan çıkmamış tek erkek kalmayıncaya kadar harekata devam ederler. Ha, karşılık verirler vermezler, o başka mesele.
* Kendilerinden başka bütün kadınların yeryüzünden yok olmasını isterler. Hadi fazla abartmış olmayayım, anneleri ve Feriştah'a benzemesi şartıyla bir arkadaşları kalabilir.
* Her daim kavga etmek isterler. Eee haklılar, insan havasız susuz yaşayabilir mi?
* Kocalarının zengin, yakışıklı, kültürlü, başarılı, dürüst, güvenilir, sadık ve kılıbık olmasını isterler. Bu kadar meziyet kafi. Adamın kafasına kakılacak birkaç eksiklik olmalı.
* Anlaşılmaz olmayı, aynı zamanda da anlaşılmayı isterler. Anlayan varsa beri gelsin!
* Bütün kadınlar tarafından kıskanılmak isterler. Zaten bütün kadınlar bütün kadınları kıskandıklarından lüzumsuz bir istek.
* Eğer ilişki bitecekse bitiren tarafın kendileri olmasını isterler. Olurlar da. Aksi durumda ne yapar ne eder tekrar bir araya gelir, "terk etme" eylemini gerçekleştirirler.
* 24 saat alışveriş etmek isterler. Aslında bu çok önemli bir husus. Kadınların yarısı yokluktan, öteki yarısı dükkanlar 24 saat açık olmadığından bu isteğini gerçekleştiremez. Hal böyle olunca, gelsin bunalım.
* Dünyanın merkezi olmak isterler. Cesareti olan erkek varsa başka merkezler icat etsin. Hiç olmazsa "Pişman olma" duygusunu tatmış olur.
* Otuzlu yaşlarda kalmak isterler. Nitekim de kalırlar.
Güneşli, hafif rüzgarlı bir sonbahar günüydü. genç adam, arkası dönük olduğu halde; pencereden dışarıyı eyrediyordu.
"Yaprakların dökülüşlerini görüyor musun?" dedi, duygu yüklü bir ifaşöyle. Sonbahar, dışarıda hükmünü icra ediyordu. Karşıda ki tek katlı evin avlusunda, şemsiye şeklindeki erik ağacının sararmış yaprakları rüzgarın etkisi ile havada daireler çüzerek uçuşuyorlardı. "Bilir misin?
Her yaprağı koruyan bir melek varmış. O bırakmadıkça yere düşmezlermiş.
"Pencerenin önündeki akasya ağacının yaprakları hala yeşil ve zinde gözüküyordu. Ardıç ağacı, yaprağını dökmemenin gururuyla bir minare şeklinde yükseliyordu. Yeşilliğinin bütün ihtişamı üzerindeydi.
Üniversitenin bahçesinde kavak ağaçları yapraklarını dökeli çok olmuştu.
Caddeden; el ele, kol kola, kızlar, erkekler gelip geçiyordu. "Sen, akıllı ve zeki bir kıza benziyorsun. "Beklemediği iltifat hoşuna gitmişti. Dinledi ve beklemeye geçti. Her iltifatın arkasından genellikle bir istek geldiğini bilirdi. "Bana hatıralarını yazar mısın?"
"Bir genç kızın hatıraları ne olabilir ki? Hem bunu neden istiyorsunuz?"
" Hikayeni yazmak istiyorum. "
" Hiç düşünmedim. Hayır, Hayır, yapamam. "
"Fevkalade yapabilirsin. Hem itiraz da istemiyorum"
Genç adam, döndü ve bilgisayarın tuşlarına dokunarak; wordu açtı. Earana iri bir başlık atmıştı. "adı da, "Taşradan Gelen Çiçek"olsun. İsim çok güzeldi. genç kız; içinden birkaç kez tekrarladı. "Taşradan Gelen Çiçek"
"Taşradan Gelen Çiçek"Bu sanki kendini anlatıyordu. Bu nasıl olurdu?
Genç adamı yeteri kadar tanımıyordu. Bilgili birine benziyordu.
Bakışları ve sözleri insanın içine işliyordu. Yanındayken bir şey yazmadı. Gitmesini bekledi. Uzun süre kalmadı. İşleri vardı gitti. Büro genç adamın olmasına rağmen; arada bir işi oldukça uğruyordu. Hiç düşünmediği halde; bu emre itaat etmek istiyordu. İşe alırken katı kurallar koyan ve sert konuşmaları olan bu insanı; fazla tanımıyordu.
Görünüşü saygı duyulmayı telkin ediyordu sanki. İlk gün onu, çok sert ve katı kuralları olan, anlaşılması imkansız biri olarak görmüştü.
İnsanları anlamak için sadece görüntü yetmezmiş. Meğer hiç deşöyle biri değilmiş. Annesi, insanları çekiniçecek birer mahluk olarak göstermişti.
Hepşöyle anlatmıştı. Duyguları, akıldan öne geçiyordu. Duygularının kendini yanılttığını anladı. Babacan tavırları karşında; ona olan sevgi ve saygısı her geçen gün biraz daha artıyordu. İçinden " Hatıralarımı niçin yaİmamı ister ki? Hikayeni yazmak istiyorum demişti ya. O, bir yazar mıydı ki? Daha önceleri, İsmini hiç durmamıştı. Acaba, hiç kitap yazmış mıydı? Veya başka bir sebeple istiyor olabilir miydi?
Yazacaklarımı bir başka amaçla kullanabilir miydi?"Ardı arkası kesilmeyen sorular aklını kurcaladı durdu. Nereden ve nasıl başlayacağını da bilemiyordu? Her şeye rağmen denemekle ne kaybederdi ki? Bu isteği, reddedemedi. Başladı ve bir kaç satır yazıp bıraktı.
"Oturduğumuz köy, bir dağın eteğinde ve önünde koca bir ova uzanıyordu.
Her yıl erken bastaran kar, yorgan döşek hasta gibi yatardı. bağıra hatta yaza kalırdı. Hiç kalkası gelmezdi. Dağların ve taşların karla kaplı olduğu bir günde doğmuşum. Günün anısına adımı "Kardelen"koymuşlar. Kaderlerimizin benzer oluşundan mı? İsimlerimizin benzer oluşundan mı? Bilmiyorum ama adımı taşıyan kardelen çiçeklerini bir ayrı seviyorum. Kışın ortasında kara inat kaç altından boylarını uzatırlar. Parlayan güneşin altında nazlı nazlı boyun bükerler. Ak rengini kardan alırlar. kaç suyu ile beslenir. Soğuğa ve gecelerin ayazına dayanırlar. Katlanmayı bilirler. Sevgiye, sevince ve bağıra müjdeci olurlar. Dağlarda ve kırlarda yetiştiklerinden dolayı kardelenler taşralıdırlar. Bunun için utangaçtırlar. Usul erkaç bilmezler. Bir bakıma çekingenliğin ve utangaçlığın sembolüdürler. O, hep yalnızdır. O, hep yok ve acılı günlerde vardır. Bahar geldiğinde, tabiat renkten renge girdiğinde de yine yalnızdırlar. Çiçekler, toprağın zindanından daima yağmurun ipine tutunarak çıkarlar. Kardelen, karlı sarp ve buzlu yüksek tepelerde açan mucize çiçektir. Sarp ve yüksek tepeler onun vatanıdır. Bazen en yakın yeşillik bile çok uzaklardadır kardelen için. Işığa, güneşe sevdalıdır yaratılandan beri. Cılız bir ışık, küçük bir umut görse kırar buzları, eritir karları kardelen.
Işığa, aydınlığa ulaşmayı kafaya koymuştur bir kere. "
"Kardelen şubat ayında karları delerek kendini gösteren soğanlı çiçeklerdendir.
Türkiye`de Toros dağlarında doğada kendiliğinden yetişmekte ve soyu giderek tükenmektedir. Kardelenin ince ve küçük yaprakları vardır. Beyaz çiçekleri damlacıkları andırır. Karın zorlu baskısını ve ağırlığını delip yüzeye çıkarlar. Bu narin çiçek, bu nitelişöyle bizim yurtdışında çeşitli zorluklarla boğuşarak hayata yükselen çocuklarımızı benzerler.
Bağıra ait ne varsa, yaşama ait ne varsa, alıp götürecek karlar altındaki ak sinesinde saklayacak toprağın. Karakış kara toprağın bağrında büyütünceye kadar ümitleri, koruyacak tohumları. Ve sonra yeniden Yüce adaletin söz sırasını ona vereceği ana kadar toprak annelik edecek ak saçlarıyla, yeşerecek ümitlere. Yeni muştulara gebe bahar gelsin, toprak filizlerini büyütsün diye. Kalp ateşinin sıcaklığında konaklasın. Gönüllerin misafiri olsun, filizlenip boy vereceği bir sine buluncaya kadar. İşte son yapraklarını da toprağa veriyor ağaçlar, yavrusunu cennetlere yolcu eden anne hissiyatıyla. "Birkaç gün sonraydı.
Genç adam; "yazamaya başlaya bildin mi?" diye sormuştu. Kardelen, imtihan ediliyormuş gibi bir mahcubiyet içerisinde "sadece birkaç satır"
Diyebildi. Yazıyı açtı. Evet, yazılan azdı. genç adam, yüreklendirmek ve cesüretlendirmek için; "Bir insanın hatıralarını yazması aslında fevkalade bir şey. İçini birilerine dökerek; rahatlar. İnsanın yaşamı boyunca sır tutabilen gerçek dostu bir elin parmaklarından daha azdır.
Ama kalem ve defter dinler. Yazılanları saklar. Anlattıklarına asla ihanet etmez. "Sözleri onu yüreklendirmişti. Sonra, yazmaya devam etmişti. " dedem erişmiş bir adammış. Babamsa dini bütün, yiğit bir adammış. Ceketini, bahçede ağaca astığında Hacı Ali Musa, evde diye çekinirlermiş. Çok yakışıklı ve bakımlı bir adammış. Çok güzel sesi varmış Köyde üstüne güzel kaval çalan olmazmış. Bekarlığında köyün genç kızları aşık olmak için yarışırlarmış. Unutamazlarmış. Merhametliymiş.
Seveni çokmuş. Yardım ve ihsan etmeyi severmiş. En büyük amcam, annem gelin olmadan kanserden ölmüş. Üç halam olmasına rağmen; genç yaşta ölmüşler. Babamsa, dedemlerin son çocuğuymuş. "
"Rahmetli olan babamın yüzünü hiç hatırlamıyorum. Öldüğünde çocukmuşum. Baba sevgisinin, babanın ne olduğunu bilemedim. babasız büyümenin zorluklarını, güçlüklerini, babasız olanlar daha iyi bilirler. Evin son çocuğuyum.
Önümde bir ağabeyim ve iki ablam vardı. Hayatın acımasızlıklarına bizim için katlanan dul bir kadın ne kadar başarılı olabilir? Kolay mıydı?
Genç yaşında dul kalmak. Bir kadının; evin hem erkeği hem de hanımı olmak. Her insanın cesaret edemeyeceği bir sorumluluktu bu. Ama şöylesin ki iş başa düşmüştü. Ne yapabilirdi? Evlenip çocuklarını ortada mı bırakmalıydı? şöyle yapan çok değil miydi? Ama benim annem annelerin en fedakarıydı. "
"Oturduğumuz ev amcamların eliyle bitişikti. Taşlarla örülmüştü. Çamurdan sıvalı iki katlı bir evdi. Babağırahmetli oldukçan sonra; amcam adeta Azrail kesilmişti. Babam sağken bile; babamı kıskanırdı. Ama babamın yiğitliği karşısında hiçbir şeye cesaret edemezdi. Annem güzel bir kadındı. Dört çocuğu olmasına rağmen; genç bir kızdan farksızdı. Annemi tehdit ediyordu. Evli ve çocukları olmasına rağmen; "ya benimle evlenirsin ya da defolup babanın evine gidersin"
Diyordu. Annem bu gözü dönmüş, amcamdan çok korkuyordu. Biz olanları sadece Yaşlı gözlerle seyrediyorduk. Elimizden bir şey gelmiyordu. Babam hayattayken evimizden çıkmayanlar, sürekli babamın yanında olanlar;
Artık yoktu. Ne olmuştu. Değişen neydi? Akrabalarda sadece bize üzülmekle yardım ettiklerini sanıyorlardı. "
"Biz de; amcamı gördüğümüzde kaçacak delik arardık. Kendinden nefret ettirmişti.
Korkumuzdan dışarıya çıkamıyorduk. Annem; ahıra kapıdan gidemiyordu.
Evimizin salonundan ahıra inen bir kapı açmıştı. Bu kapıya, merdiven dayadı. Bu şekilde hayvanları besliyordu. Bu kapıdan kimsenin haberi yoktu. Üzerini tahta ve kilimlerle kapatmıştık. Bu şekilde fark edilmiyordu. "
"Yağmurlu bir sonbahar günü idi. Amcam; yine annemle tartışıyordu. Biz; korkumuzdan titriyorduk. Annemi dövmek için içeriye girmeye çalışıyordu. Ama bağıramadı. Yağmurdan dolayı toprak olan evimiz akıyordu. Islanmadık bir yer kaİmamıştı. Yataklarımızı varana kadar her yer ıslanmıştı. Yatacak ne yer, ne de yatak kalmıştı. Annem ağlıyor, bizde annemin ağlamasına. Göz yaşlarımızıyağmur sularına karışıyordu.
Annem daha fazla dayanamadı. Çektiği sıkıntılar gözüne görünmüyordu.
Amcamın yaptıkları çok yıpratmıştı bizleri. Üstelik akrabalardı. Amcam, annemin halasının oğluydu. Ama hiç kimseden çekmemişti, amcamdan çektiği kadar. Dayımlara haber gönderdi. Adeta yalvarırcasına "beni kurtarın bu deliden" diyordu. Dayılarım toplanıp geldiler. Traktörü çektiler evin önüne, eşya olarak fazla bir şey yoktu. Bütün köylü, amcama lanet yağdırıyordu. Hem ağlıyorlar hem de eşyaları traktöre taşıyorlardı.
Evimizin önü cenaze evi gibiydi. Sanki babam o gün yeniden ölmüştü.
Kolay değildi babamın hatıralarını bırakıp ta başka köye göç etmek.
Köyün kadınları bir yandan ağıtlar yakıyorlar bir yandan da bize sarılarak dua ediyorlardı. Ben o zaman dört buçuk beş yaşlarındaydım.
Evimizi sökmüşlerdi. Arkamızda babamdan kalma sadece bir toprak yığını bırakmıştık. Amcama, "bütün dünya senin olsun biz gidiyoruz daralma "
Dercesine Yaşlı gözlerle bakıyorduk. "
"İdealim; bir kadına yakışır meslek sahibi olmaktı. Beni, bugünlere getiren; dünyanın en fedakaç insanı olan anneme bakmaktı. Herkesin annesi çok fedakardır ama benim ki başka bir fedakardı. Tüm gençliğini, bizi büyütmek amacıyla harcamıştı.
Evlenerek; bizi, bir başkasının eline bırakmadı. Gerek maddi sıkıntılardan, gerekse sahipsizlikten kaynaklanan meseleler yüzünden, arzu ettiğim mesleği edinemedim. İnsanın başarılı olabilmesi için mutlaka bir desteğe ihtiyacı vardır. Bu desteği annemden başkasından almadım, alamadım. "
"Çocukluk günlerimi; yaşayamadım. İlkokul beşinci sınıfa giderken, hafta sonları dağlara fidan dikmeye giderdik. Yaşım küçük diye almazlardı. Yalvarırdım. Ne olur beni işe götürün, çalışabilirim derdim. Anam gündüzleri dağa fidan dikmeye gidiyor, geceleri ise lamba ışığında kilim dokuyordu. Babamın ölümünden bir süre sonra annemin köyüne göç etmek zorunda kaldık. Ama ancak sekiz ay dayanabildik. Annemin babası; yani dedem annemi evlendirmek istedi.
Annem reddetti. "
"Tekrar Babamların köyüne döndük. Bir süre çadırda yaşadık. Yeniden ev yaptık. Aradan geçen zaman amcamı uysallaştırmış veya da yılmıştı. Bir gün dağa oduna gittiğinde; kalp krizinden köyden kavgalı oldukçarı insanların kucağında öldü. Kırk gün sonra da yeni evli oğlu yol kenarında dolmuş beklerken trafik kazasında öldü. "
"Akrabalarımızı babam öldükten sonra bize karşı çok sorumsuz ve duyarsız olmuşlardı. "Ne haliniz varsa görün" diyorlardı. Allah’a şükürler olsun, annemin yüreği sayesinde, kendi ayaklarımızın üzerinde durabildik. Şu anda muhanete muhtaç değiliz. Eskiden yalınızca anam çalışıyordu. Çok şeye yetişemiyordu. Ve çok rezillik çektik. Yiçecek kuru ekmek bulamayıp; çok aç yattığımız zamanlar oldu. İsyan etmemeyi anam öğretti. Her şeye rağmen şükretmesini, büyük bir sabırla gelecek rahat günleri beklemeyi öğretti. Aslın da yazacak çok şey var ama ben kısaltarak yazmak istiyorum. "
"Bu yaşıma kadar, okula giderken yeni bir kitaba sahip olmadım. Büyüklerim deşöyleydi. Ağabeyimi, babam trafik kazasında öldükten sonra ortaokulundan almışlardı. Biz kızlar, okula hep anamdan gizli kayıt yaptırmıştık. Maddi sıkıntılardan dolayı okutİmam sizi derdi. Ama başarılı olduğumuzu görünce; öğretmenlerinde zorlaması ile bizi okuldan almaktan vazgeçti. Üniversiteye kadar geldim.
Başkalarının; eski kitaplarıyla okuyordum. Cebimde; on milyon zor olurdu. Gerekirse yemeklerimden kısarak onunla bir ay geçinmeye çalışırdım. Bu durum beni cimri değil ama tutumlu olmaya sevk etti.
Hayatta en nefret ettiğim şey cimrilikti. Çektiğim sıkıntılar bende hırsı oluşturdu. Bir gün çok param olursa; benim gibi durumumda olanlara yardım etmeyi isterim. Düşüncelerim gerçekleşir mi bilmiyorum?
Üniversiteyi; çok zorluklar içerisinde bitirdim. "
"Arkadaşlarım; bana bu sıkıntılara rağmen nasıl hayata iyimser bakıyorsun, nasıl mutlu olabiliyorsun derlerdi. Bende onlara zaman her şeyin ilacıdır, son gülen iyi güler derdim. Bu tutumumdan dolayı çevremden çok taktir alırdım.
Canı sıkılan, "bana moral ver" diye yanıma gelirdi. En umutsuz anımda bile; mutlu olmayı, hayattan zevk almayı bildim. Önemli olan da sıkıntılar içinde var olmayı, ayakta kalabilmeyi başarmaktır. Çalışmayı çok istiyordum. Amacım şimdiye kadar hep rezillik çeken anamı rahat ettirmekti. "
"İhtiyacım olmasa evimden dışarı çıkmazdım. Çünkü kadınların çalışmasına karşıyım. Bir kadın muhtaçsa, bakmakla yükümlü olduğu birileri varsa, kocası ölmüş veya boşanmışsa, ülkeye faydalı mesleği varsa, çalışsın. Kadının yeri erkeğinin dizinin dibidir. Erkek getirmeli, kadın israf etmeden güzel bir şekilde değerlendirmeli en güzeli budur bence. Benim fikrime katılmayacak çok kadın olabilir.
Yuvayı dişi kuş yapar. Kadın kendi görevini, erkekte kendi görevini bilmeli. Evlilikte kadına da çok iş düşüyor. Erkeği evine kadın bağlar.
Erkeğim beni aldatıyor. Kim bilir ne eksiğin varda erkeğinin gözü dışarıda oluyor. Anlayış lazım. Koca sinirlenirse; kadının cevap vermemesi gerekir. "
"Siniri geçince gelip özür dileyecektir. Yani alttan almak çok önemlidir her kadın başarılı olamaz bu konuda. Dünyada erkeğin en büyük cenneti kadın, cehennemi de kadınıdır. Evlendiğim zaman, dört dörtlük bir ev hanımı olmayı çok istiyorum ve bunu bağıracağım. Erkekte kadınını sadece bulaşık, çamaşır yıkayan çocuklara bakaç olarak görmemeli. Kadınlar ilgi ister. İşinin yeri ayrı olmalı.
Eşinin yeri ayrı olmalı. İkisine de vakit ayırmalıdır. Çalışıyorum diye bütün sinirini evde eşinden çıkaİmamalı. eliyle güzel konuşmalı.
Sıkıntılarını eliyle paylaşmalı, eşi de hem evdeşi, hem de dert yoldaşı olmalı. "
"Yoksulluk çekmiş oİmama rağmen; hiçbir zaman lüks peşinde olmadım. Yeter ki, mutlu bir yuvam olsun. Tek odalı ev de; benim için saray gibidir. Hangi zengin, mal varlığını ahrete götürebilmiş? Muhanete muhtaç olmayacak kadar olsun, yeter. Fazla zenginlikte zarardır. Fazla fakirlikte. İkisi de adamı kötü yola sevk edebilir. Eğer, zenginlik merhameti ve imanı yok edecekse hiç vermesin daha iyidir. Anamın istediği de bizi helal süt emmiş birileşöyle evlendirip mürüvvetimizi görmek. Ancak o zaman rahat bir nefes alır. Yapmak istediğim şöyleri şöyleyince anam bana "yanında eşin olursa, kimsenin bir şey şöylemeye hakkı olmaz, ama tek başına bir kıza namusuyla çalışıyor da olsa şöyleyecek bir şey bulurlar" der. Erkeksiz kadın gövdesiz dala benzer.
Yapmak istediklerini hiçbir zaman tam olarak yapamazsın. Kadın erkek eşittir derler ama Hayır hiçbir zaman eşit olamaz. " günler gelip geçiyordu. Kardelen’i yeni bir hayat bekliyordu. İşyerinde rahatsızlanır. Sancılar içerisinde kıaranmaktadır. Patronun bekaç genç ortağı tarafından özel doktora götürülür. Muayene olur. Film, tahlil derken; safra kesesinde taş ocağını andırır bir şekilde on sekiz adet taş vardır. Bir an önce ameliyat olması gerekmektedir. Bayramdan birkaç gün önce ameliyata yatar. AmeliYaşlı taşları alınır. Hastanede bir kaç gün yatmak mecburiyetinde kalır. Kısa bir zamanda başından geçenlerin karşısında beklemediği ilgi ile karşılaşır. Yapılan ziyaretler, getirilen çiçekler, yapılan yardımlar karşısında minnettardır. Bu arada abisinin çalıştığı özel şirket abisini işten çıkarmış, kara kışın ortasında evde karakıştan daha acı gelmiştir. Eve gelir getiçecek hiçbir şey yok. kaç kış her yılkından daha zor şartlar altında geçmektedir.
Sanki, her şey; üst üste gelmiş ve evde yakacak gereğinden önce bitmiştir. Kader ağını örmekte, bu iki genç yoğun duygular yaşamaya başlamaktadırlar. Ama Kardelen’in önünde haklı olarak endişe edebileceği evlenme yaşını doldurmuş ama bir türlü kısmeti çıİmamış iki ablası vardır. Sevmek, severek evlenmek arzusu içerisindedir. Duygularını ima etse de şöyleyememektedir. Bir gün arzu ettiği halde şöyleyemediği teklif karşı taraftan gelir. Patronu gelip koltuğuna oturmuştu. Kardelen :
"Çay içer misiniz?"sualine karşı "birini de kendine al" demişti.
Eskisi kadar çekinmiyordu. Alışmıştı nasıl olsa. Ama saygıyı da elden bıraİmamaya kararlıydı. Çayları getirdi ve karşı koltuklardan birine oturdu. "Senden memnunum Kardelen. Sana bir teklifim var. Düşünmeni ve sonra karar vermeni istiyorum. Kabul etmekte veya ret etmekte tİmamen hür ve serbestsin. "Kardelen, meraklanmıştı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Ne teklif edebilirdi? Teklifi ne olabilirdi? Ya aklına geldiği gibiyse. Kendine olabilir miydi? Ama kendisi evliydi. Yok yok, bu olamazdı. Bir şöyler sezmiş, veya duymuş olabilir miydi? Saygı duyduğu bu insandan, azar işitmek, ölmekten daha zordu. Bir daha asla yüzüne bakamazdı. Şöylesine konuşuyor olamazdı. Kardelen utangaçlığı içinde kızardı. Sıkıldı. İçinde ala bora olan sorular karşısında tufana tutuldu. Bir süre sesi, sedası gelmedi. Kendine gelememişti. Kısık bir sesle " dinliyorum, efendim" diyebilmişti. "Seni aramızda görmek istiyoruz. Diğer bir tabir ile gelinim olur musun? Seni Ahmet’e istiyorum. "Kardelen, rahatlamıştı. Aradan geçen zaman fazla uzun oİmamıştı. Baştan konulan kurallar, yürüyor gibi gözükse de zaman zaman ihlallere kadar varmıştı. Acaba Ahmet’e karşı olan duygularından haberdar mıydı? Neler biliyordu? Bu teklifi Ahmet’ten habersiz mi yapmıştı? Ahmet’in haberinin oİmaması mümkün değil gibiydi. O zaman Ahmet’in de karşı olumlu duyguları olmalıydı. Ahmet’in bakışlarından ve yumuşak daaranışlarından alaka duyduğunu yüreğinde hissediyordu. Geçen günlere rağmen; Kardelen tereddüt etmektedir. Önünde iki ablasının olması, Kardeleni haklı olarak endişelendirmekte, hatta kara kara düşünmektedir. Kendi kendine çözüm üretmemektedir. Annesi bir şöyler sezmesine rağmen kırıcı bir şöyler şöylememektedir. "Kızım yüreğine hakim ol. Gönlünü kaptırma " derken bir şöyler sezdiğini de açığa vurmaktaydı. Teklifi kabul etmiş; işin devamının zamana bırakılmasını arzu etmişti. Kış bir türlü bitmek bilmedi. Bahar gelmeden günler yaza durdu. Nihayet badem ve erik ağaçları her zamanki gibi yapraklardan önce çiçeklerle donandı. Annesi "şöyle olmayacak, şehir bize göre değil, köye döneceğiz. " derken Kardelenin içini tarifi imkansız ayrılık acısı sarmaktadır. Geçmişi köy hayatı ile dolu da olsa; şehrin rahatlığı ve yüreğinde açan sevda çiçeğinin solmasından korkmaktadır. bağıra erdim derken; karakışa dönmekten ürkmektedir. Bir Cuma gününde ailesine düğürcü gidilir. Çaylar içilir. Hal hatır sohbetlerinden sonra niyet açıklanır. Mihriban kızın, yüzünden dökülenler; yere düşmeden buza kesmektedir. Her gün canı kadar; sevdiği yeğenini gelen misafire hakaret edercesine dövüp, ağlatarak tavır koymaktadır. Hiçbir şeyden habersiz gözüken anne bile; şokta, şaşkındır. Gün; yıl olur, zaman bir türlü geçmek bilmez. Düşünün denilerek müsaade istenir. Misafirlerin gitmelerinden sonra eve gelen Meral kız; eve anlatılanlar karşısında baygınlık geçirmekte, o anda işte olan Kardelen’i ise tarifi imkansız bir fırtına beklemektedir. O gün bir türlü geçmek bilmedi. Umutları, endişelerine çare olamadı. Biliyordu ki; iki abla, iki kara yılan olup;
Dönüp dönüp sokacaklardı. Anne, "emeklerim yüzüne gözüne dursun"
Diçecek; en ağır kahırlarını; üstüne üstüne alacaktı. Umutları, yüreğinde filizlenmekte olduğu sevgi adına direnmeli, her kahıra katlanmalıydı. Muştulu bir ilkbahar akşamının alaca karanlığında; eve giderken ayakları; bedenini taşıyamaz olmuştu. Eve, gitmek istemiyordu.
Ama; başka çaresi de yoktu. Dalgınlıktan etrafı görmüyordu. Evdekileri, solukları burnunda, pencerede önünde yolunu gözler buldu. Bütün gözler;
Sarı yılanın hain bakışlarından daha yakıcıydı. Beklediği an gelmişti.
Ne olacaksa olsun. Fırtına mı yoksa kıyamet mi kopacak; kopacaksa kopsun istiyordu. Her geçen anını buna hazırlamıştı. Acıyan ve içine ağlayarak; bir kıyılara sinen yengesinin önünde, annesi ve ablaları; üç koldan saldırdılar. "bunu bize nasıl yaparsın?" diyorlardı. Sevmek suç muydu? Sevilmek, istenmek suç muydu? Evde kalan ablaların olursa suç olurdu. "Sen nasıl bir insansın?, AYaşlı gecelerde, parmaklarım kanaya kanaya kilimler dokum. Üç beş kuruş harçlık için. Daha ellerimin kanları kurumadı. Hem bunu bizden gizlemeyi nasıl becerdin? Kesinlikle evlenemeyeceksin. Seni asla o oğlana vermeyeceğiz. Hatta ölsen bile.
"Kardelen, bütün saldırılara cevap vermedi. Onlar, içlerindeki hınç ve kini iyice kusmalarını bekledi. Uzun süre susması; onları daha da hırçınlaştırmıştı. Anne, kara kara düşünüyordu. Annesi, "Yarından tezi yok, işi bırakıyorsun. " dedi. Kardelen; göz yaşlarını tutamadı. Bir iki damla göz yaşı yanaklarından yuvarlanarak göğsüne düştü. Göz yaşlarını içine akıtmayı yeğledi. Kanadı kırılmış bir serçe gibiydi. Akşam yemeğini yiyemedi. Gece, gözlerine uyku girmedi. Sabahı zor etti. Her ne olursa olsun işe giçecek ve genç patronu ile vedalaşacaktı. Yanında annesi ve büyük ablasının arasında; birer zabitten farksız koruma ve kollama altında iş yerine geldiler. genç patronu, her zamanki gibi kendilerinden sonra geldi. Hiçbir şey oİmamış gibi tebessümle, hepsine ayrı ayrı " Hoş geldiniz" dedi ve bir gecede Kardelen’in gereğinden fazla yıpratıldığı gözünden kaİmamıştı. Kadın, "oğlum, Kardelen’i almaya geldik. Köye gideceğiz. " genç adam : olgunlukla "Teyze, Kardelen sizin. Ne zaman arzu ederse gidebilir. "Sabahın bu ilk vakitlerinde;
Kardelen, ana ve ablasının ortasında bir mahkumdan farksız; infaz edilmek üzere; vedalaşarak işten ayrıldı. Aradan bir hafta geçti. genç adam, netice için; eliyle birlikte; Kardelen’lere vardığında evde kimse yoktu. İkinci gün, gelin ve Kardelen’i eve; anne ve iki kızı misafirliğe gitmiş olarak buldu. Kardelen, sevindi. Hürmet etti. Sormasına fırsat vermeden anlattı. "Beni, kesinlikle vermek istemiyorlar. Biliyorum ki;
Benim ailem; sizlere layık değil. Ben de; sizlere layık değilim. Beni kabul etmeniz bile; şereflerin en büyüğüdür. Aileme ihanet içinde olmak istemiyorum. Seviyorum. Sevmeye de devam edeceğim. O, daha güzel ve daha şerefli kıza layık bir insan. Ve yarın annemle köyümüze gideceğim. "Bir gün sonra; ailesi evdedir, hiçbir şey oİmamış gibi varılır. Çay faslından sonra müsaade istendiğinde; annesi "bu iş olmayacak, kesinlikle de köye gelmeyin. "Ablası "kızın beyni yıkanmış, o daha cahil" diyordu. Gen adam "On dört on beş yaşında ki kızların gelin gittiği bir memlekette, yaşı yirmi dört ve üniversite bitirmiş kızın cahilliği mi olur? Zorla almak istemiyoruz. Hayırlısını diliyoruz. "Bir gün sonra Kardelen, annesi yanında olduğu halde köyüne gitmektedir. Her şeyi geride bırakırken; içten içe şöylenmektedir. " dostluğu, komşuluğu, kardeşliği Arkadaşlığı, sırdaşlığı, yoldaşlığı Hasılı Sevgiyi ve insanlığı Terk ediyorum şehirle birlikte Duyuyor musun? Feryad’ımı Duyuyor musun? Ah’ ımı, Sızısıyla dolu yıkık kalbimle Terk ediyorum şehirle birlikte"Kardelen; gönlü yıkık, köyde, pencere önündeki divanda oturmakta ve arzuları rüyalara dönüşmektedir. Sıcak bir yaz akşamında;
Avludaki yazlık tahtta yastıklara yaslanarak; oturmakta yıldızları seyretmekteydi. Kendinde değildi sanki. Yaz böcekleri ötüşmektedir.
Yassı tepeden, doğmakta olan; ay dolunaydaydı. Uzaktan bir kaval sesi gelmekteydi. Sese yöneldi. Dinledi. Köyün çıkışında; ulu bir çınar ağacı altında, çoban çeşmesinden gelmekteydi. Etrafta kimseler yoktu.
Üzerinde bembeyaz bir ipek elbise vardı. Hafif hafif esen yel; aşığın dizelerini de beraber getirmekteydi. Dinledi. Dinledi. Evet, bu ses onun sesiydi. Adeta yürümekten daha çok uçarak çeşmeye varmıştı. Koca kayanın üzerinde, bağrı yanık seşöyle içten içe söylüyordu. "Bendeki bir dert ki, Anlatİmam kimseye, Kulak verip de beni Dinler misin Kardelen?
Sardı tüm benliğimi, Mecalim yok gülmeye Sende benle ağlayıp, İnler misin Kardelen? Hatıralarımızıa dolu Gurbet aksamlarında Hasret denen türküyü şöyler misin Kardelen? Senin de gözlerin yaş Ağlamışsın besbelli Mevsimin gelmeyince Açar mısın Kardelen? Dostu oldum gecelerin Çözemedim bilmecelerin Cevabını sen bana Çözer misin Kardelen? Ayrılık tattırsa da acısını, Unutamazsın hatırasını Hepsini bir kalemde Siler misin kardelen? Yurdun dağlar senin Hep yükseklerdesin Eğilip de elimden Tutar misin Kardelen? Sevda içimde bir sancı İyisin amma çoğu zaman acı Çaldım işte kapını Açar misin kardelen? Arkadan bir dürten olmuştu.
Geri döndü. Baktı. Gözlerini açtığında annesi başucundaydı. "yatağına yat daşöyle uyu"Etrafı dinledi. Yaz böcekleri dışında ne bir kaval, ne de onun sesi vardı. Anladı ki, rüya görmüştü. Yıldızlar yağıyordu saçlarına. Ağlamak ve gözyaşlarında boğulmak için; sığınacak bir köşe arıyordu. Düşüncelere dalmak ve yeni düşüncelerle buluşmak için.
Kimselere anlatamadıkları ve kafasından atamadıkları bir yumruk gibi içine oturuyordu. Hatıraların acısı yüreğini dolduruyordu. Hak etmeyen insanlara sevgi, ilgi, zamanı vermenin ızdırabı yakıp kavuruyordu içini.
Bir deniz, bir okyanus misâli kabaran, ve ruhunu cendereye alanların biraz olsun azalması için, yine bir dost, bir can arkadaşı arıyordu akşamın loşluğunda. Rüzgâr önünde savrulan bir yaprak misâli, derin vadilerde, koyaklarda dolaşıyordu. Düşüncenin dar geçitlerinde, sonsuz kıvrımlarında ayak sürüyen zihnini dinlendirmek için yeni yollar arıyor, yeni kitaplara dalıyordu. Yarılan, bölünen, çırpınan ve duygusallıktan çatlayan yüreğini ferahlatmak için bir o yana, bir bu yana koşuyordu.
Sokaklar mekânı ve kaç ettiği mesafeler boyunca sonu gelmez çelişkilerle boğuşuyordu. Dağılan ve dağlayan cümlelerin verdiği ince ağrıyı dindirmek için; soğuk suların altına başını uzatıyor, soğuk yerlerde yatıyordu. Fiziksel bir yankının eseri olmayan bu durumu bilmesine rağmen yine de bütün bunları yapıyordu. gözyaşlarında boğulmak için Kararan bir gökyüzü altında ve kirli bir yeryüzü üzerinde volta atıyordu gece kuşları. Hırsın, kinin, kibrin ve nefretin taraftarları kendilerine özgü mekânlarda yeni planlar kurup; iyiliği, dostluğu ve barışı yıkmanın, insanlığı zora sokmanın hesabını yapıyorlardı.
Mesafeler aşılıyor, güzellikler törpüleniyor ve acılar harmanında yeni yeni yıkıntılar oluşturuluyordu. Boşa geçen zamanda gencecik vücutlara zulümden imzalar atılıyordu. Nazik ve kibarlar bir kenara çekiliyor;
Meydanı "kötülüğün erleri" dolduruyordu. Gün yitiriyordu ziyasını.
Kuşlar yollara düşüyordu. Acılar ve anılar tazeleniyordu. Ruhlar birer pervane olup kendi etrafında dönüyordu. Hüzün kaldığı yerden devam edip, sineleri yakmayı sürdürüyordu. Kaybettiklerine ağlıyordu.
Hürriyetlerini kaybedenler, özgürlükleri için sızım sızım sızlanıyorlardı. Kader mahkumları bir günü daha defterden düşüyordu.
Sokaklar boşalıyor; evler, kahveler, meyhaneler doluyordu. Kafayı tütsüleyenler; feleğe kahredip nara atıyorlardı. Yine de kimse kendini sorgulamıyordu. Çocuklar neşeleşöyle evleri dolduruyordu. Umutları giderek azalanlar, biten bir günde de bir şey kazanİmamış olmanın korkunç ızdırabıyla yanıp tutuşuyorlardı. Fakirliklerine, kimsesizliklerine, arkasızlıklarına kahredip, " dünyanın düzeni bu mu?"
Diye haykırıyorlardı. Ve seslerini yine kendilerinden başkası duymuyor, iniltilerine hiç kimseler kulak asmıyordu. Hayaller sökün ediyordu dört bir yandan. Aşka dair, mutluluğa dair, servete ve devlete ve şehvete dair. Uğruna mücadele edilmesi, çalışılması düşünülen hayaller. Bir defa daha görmek, bir kere daha sevmek adına kurulan hayaller. Izdırapları büyük, mutluluğu bir an olan hayaller kuruluyordu. Pişmanlığının vereceği acı tahmin edilmesine rağmen yine de istenilen ve gerçekleşmesi arzu edilen hayaller. Akılla değil de; hisle, mantıkla değil de;
Sezşöyle at başı koşan hayaller. Hatıralar boğazına doluyordu ellerini.
Her akşam olduğu gibi yeniden hesaplaşıyordu yaşadıklarıyla. Yaşayıp isteyip de, yaşayamadıklarıyla. Geriye dönüşlerle bir film şeridi gibi geçiyordu hayatı gözünün önünden. Hayatından geriye kalanın hatıralar olduğunu bir kere daha anlamanın verdiği azapla yeniden sarsılıyordu.
Hayatın mâzide gizli olduğu gerçeğinin bir kere daha farkına varıyordu.
Ana, baba, eşler, yarım kalan aşklar, yaşandığı zamanlarda dünyanın sonu olarak bildiği sevdalar, kardeşleri, arkadaşları geçiyordu hatıralar resmi geçidinden. Orada en çok yer edenlerle paylaştıklarını bir kere daha yaşama imkanın olmadığına ağlıyordu. Birer gözyaşı olup dökülüyordu göz pınarlarından, nişan aldığı yüreğini doğru, Zalimler, tarihin kaydedeceği yeni zulümlere kapı açıyordu. Mazlumlar yeni çilelere uğruyordu. Birileri, kendilerinin hiçbir zaman yapmayacakları fedakârlıkları, yine başkalarından bekliyorlardı. Vatan adına, millet adına, din adına. Gelişme, ilerleme ve kurtarma adına. Anlayanlar anladıklarıyla kalıyor, anlayamayanlar her vakit olduğu gibi yine ön safta yer tutuyorlardı. Yüreğinin kıvrımlarında dolaşıyordu. Hasretini şarkılar taşıyordu uzaklara. Şarkılar ve yangınlı türküler, duygu dünyasının kılavuzu oluyordu. Yeni melodiler vasıtasıyla, ruhu inceldikçe inceliyor, kelimeler birer ateş topu gibi zihnine hücum ediyordu. Şiirlere, yazılara ve yeni konularda buluşuyor. Akşam ve musiki ele ele vererek, içinde; yeni ateşler yakıyordu. Savrulan, zamandan zamana. Düşen, mekândan mekâna. Saatler bu minval üzre sürüp giderken, sabah oluyor, gün doğuyor ve yeni bir akşamı bekliyordu.
Zina suç sayılıyor, 15 ila 18 yaşındaki gençler arasındaki ilişki suç sayılıyor. Kısaca devlet girmiş girebileceği kadar özel hayata. e bari tam olsun ne zaman nasıl sevişileceğini de bilsinler. devlet kontrolü dışında sevişmekte suç olsun bitsin. Ancak bu kağıtla sevişebilelim. . Pozisyon değiştirelim mi hayatım? -Olmaz şükufe sadece misyoner için geçerliymiş bu belge, diğer pozisyonlar için başımıza bir şey gelirse devlet sorumlu değil diye bir belgeyi noter tastikli istiyorlar. -Buyur yenge? -Sey ben şey kağıdı alacaktım bu gece için, bizim beyin işi varmış beni yolladı. -Hallederiz yenge, hangi pozisyonlarda kaç defa. -Ayy valla bir tek misyoner, o da 2 dakika sürse iyi. -Anladım yenge, sizinkine sevişme kağıdı da denmemeli aslında ama az önce bir çocuk çıktı ansiklopedi gibi dört sayfa sırf yapacakları vardı valla. -Ayy ne yapiim ben ayol anlatma bana öyle. -Kızma yenge hehehe, hayır zina yapacaksan at sen bir 20’lik ben size bir kağıt çıkarırım, kimsenin ruhu duymaz, gencin adresi de var. -Sey, ben. dört sayfa mı demiştiniz. - Baba şurayı imzalar mısın? - Ver bakayım neymiş o?“ Sevgili damat kızımla yaklaşık 4-5 aylık bir ilişkin var bunu yakından gözlemliyorum. Artık bazı noktaları aştığınıza da hiç şüphem yok. işte bu noktada bazı ihtiyaçlar beliriyor cinsel anlamda. bu ihtiyaçları gidermek için bana danışmanı ve benden izin istemeni büyük bir olgunlukla karşılıyor ve kızımla girişeceğiniz misyoner, dоggysтylе, bacakomza, trampet vb. pozisyonlarda allah yüzünü kara çıkartmasın diyorum. adı soyadı imza tarih” - Bu ne len kızım? - Ya feridun hazırladı işte heheh izin istiyor senden - Himm çağırsana o feridun’u sen bana - Ya babaaağğğğ - Cağır dedim çağır samimi çocukmuş. - Efenim sevisme izin kagidi almaya geldim - Ilk kez mi aliyorsunuz yoksa yeniliyor musunuz - Ee sey ilk olacak is arkadasimizla sevisicez de. - Iyi o zaman simdi bu formu alip tukenmez kalemle doldurup kullacaginiz organlarinizi belirtin sonrasinda 3. kat a cikacaksiniz , korunma icin gerekli techizat raporunuzu verdikten sonra harc parasini odeyip sevisilmek icin uygundur yazisiyla asagidaki vezneden harc ve pul parasini da yatirip 4 katta sevismek icin gerekli saglik belgelerini onaylatip tekrar 3. kata cikip seviseceginiz kisi ya da kisilerin adini kagida beyan edip bir dilekceden sonra bana gelin, kimliginizi cikartalim - Merhaba, benim bir erkek arkadasim var artik da, sevisme izni almam gerekiyormus buradan galiba? - Kizim sen giт, anan gelsin.
Yeni evlenen çocuk cinsellik ile alakalı hiç bir bilgisi yoktur, kız da bir o kadar saf, ilk gece ne yapacaklarını bilmeden oynaşırlar. Sabah olduğunda babası oğluna sorar ne oldu ne yaptın. I Oğlu cevap verir valla henüz birşey olmadı, ama çok yakında olur der babasına. Ertesi gün olur babası yine sorar ne oldu. I Cevap yine aynı bişi olmadı. Aradan birgün daha geçer, babası yine sorar oğluna ne oldu. Oğul bu sefer farklı bir cevap verir. Valla bayağı yumuşattım yakında kesin delerim der. Aradan bu şekilde birkaç gün daha geçer, ama hiç bir değişiklik olmaz sonunda babası oğluna der. Bak oğlum, bizim köyün altındaki köyde namlı bir adam var namınca ona delikçi Mehmet derler, istersen onu kimse duymadan çağırıp şu işi hallettirelim yoksa rezil olucaz elaleme. Oğul tamam der ve babası haber yollar delikçi Mehmete, adam gelir akşama eve ve derki beni bu gece yeni gelinle yalnız bırakın, sabaha işi bitirmiş olarak size teslim ederim der, bizim kör cahillerde tamam derler, adam zaten hovardanın önde gideni namı ile delikçi Mehmet, sabah olur delikçi gelinin işini bitirmiş vaziyette babaya teslim eder, üstüne üslük yaptığı hizmetin ücretinide alır ve çeker gider. Akşam olduğunda yeni damatla yeni gelin yalnız kalırlar bu arada gelin işi öğrendi tabi tecrübe sahibi oldu, nede olsa yeni damada her şeyi neyi nasıl yapacağını gösterir ve sabah olduğunda babası tekrar sorar ne oldu oğlum tamammı damat cevap verir. Ya baba tamamda ben göbekten uğraşıyodum delmeye bu adam çok aşağıdan delmiş ya. Babası cevap verir o pezevenk ananıda ordan delmişti.
Uzun süre oldu kuruyalı, bayat kokusu ortaya çıkalı. Çok sıcak bir yaz günü veya berbat bir kış günüydü belki. Sabah kalktığımda ellerimin olduğundan daha çok titremesinden anlamıştım bugün kaç kokusu alacağımı. Sigarama uzandım her zamanki gibi. Bir nefes, bir nefes daha. Sigara bile sakinleştirememişti titreyen, intikaç isteyen ellerimi. Daha güneş dolmamıştı, belki o gün hiç doğmayacaktı. Doğsa bile bakmayacaktı sadece kurbanlarını gören uykulu gözlerim. Aynaya baktığımda soğuk bir ten, kıpkırmızı gözler ve titreyen eller görmek hiç şaşırİmamıştı bu sefer. Sanki uzun zamandır beklediğim gün buydu, evet evet o gün bugündü. Ne giydiğimi hatırlamıyorum o gün. MuhTemel'en soğuktan koruyan bir bere veya güneş gözlüğü. Renklerin önemi yoktu. kırmızının, kanın rengi dışında. Herzaman yaptığım gibi aynı otobüse biçecektim. fakat bu sefer onlar beni değil, ben onları öldürecektim. Hayatımda hiç olmadığım kadar soğukkanlı. Her sabah gördüğüm o soluk, nefret dolu, iğrenç yüzler. Hepsi oradaydı yine. Farkına bile varamayacaklardı otobüsün camlarına fışkıracak kanların rengini, tadını. Ansızın çekiliverecekti o iğrenç, işe yaramaz ruhları bedenlerinden. Bir süre en nefret ettiğimi seçmek için düşündüm. Sanırım bulmuştum. Şu hergün, maaşını son kuruşuna kadar yatırdığı o iğrenç, muhTemel'en "mezbaha"markalı parfümünü sıkan, iğrenç bacaklarını otobüsteki her gözün içine sokaç kaltaktı galiba. Önce kurbanı tanımak görekiyordu. onu can çekişirken mi izlemeliydim, yoksa tek bir çığlık ve kaç mı olmalıydı. Bir durak, bir durak daha. İnmesine 2 durak kala, artık zamanın geldiğine inanmıştım. Hala kararsızdım şöyle öldüreceğime ama ellerim o kadar şiddetli titriyordu ki bu kararı çabuk vermem görekiyordu. Bu bıçağı alırken ne için kullanacağımı bilmiyordum bile. fakat sonunda bir işe yarayacaktı. Artık emin adımlar atma vaktiydi. Her zaman nasıl oluyorsa oturduğu aynı koltuğa doğru ilerlemeye başladım. Etrafımdökülür gözümdeki nefreti ve kararlılığı görmüş olmalılar ki onlara çarİmama hiçbirşey söyleyemediler. Nabzım daha da hızlanmış, elimin titremesi çok daha normal gelmeye başlamıştı. Bir metre daha ve ordaydım. 2 veya 3 saniye sürmedi, büyüklüğünü ancak o zaman anladığım bıçağımı çıkarıp kaltağın göğsüne saplİmam. Uİmamıştım bu kadar kaç fışkıracağını, uİmamıştım parfümünün o an bu kadar güzel kokacağını. Bir daha ve bir daha sapladım. ağzından kaç gelmesi daha da alevlendirmişti içimdeki vahşeti. Suratımdaki sıcaklık, hep beklediğim huzurdu sanki. Yorulmuştum. Bir an olsun etrafa baktım. Donup kalmışlardı. Herzaman o gür seşöyle yüksek sesle konuşan o. çocuğu. O da susuyordu. Bu korku ona yeterdi belki, belki yarınki otobüste anlatacağı birçok şey görmüştü. Peki ya ertesi gün? acaba onun kanı da kırmızımıydı, en az bunun kadar iğrenç miydi kokusu. Çok geçti artık öğrenmek için. Kapıya yaklaştığımda, şoförün ben söylemeden açtığı kapıdan o otobüsün en sessiz yolcusu olarak indim herzamanki gibi. Son kalan sigaramı içmek için en iyi zamandı.
Zehir!Uzun yıllar önce Çinde Li - Li adli bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisininde kişiligi tamamen farklıdır buda onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir daaranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev onun ve kayınvalidesi ile arada kalan eşi içinde cehennem haline gelmiştir. Artık birşeyler yapmak gerektigine inanan genç kadın doğru babasının eski bir arkadaşı olan bağıratçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptıgı bir ilaç hazırlar ve bunu 3 ay boyunca hergün azar azar kaynanası için yaptıgı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az veriçecek, Böylece onu gelininin öldürdügü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kadına kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi daaranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler. Sevinç içinde eve dönen Li - Li Yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Hergün en güzel yemekleri yaparak kaynanasıniın tabagına azar azar zehiri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diyede ona çok iyi daaranıyordu. Bir süre sonra kayınvalideside çok degişmişti ve ona kendi kızı gibi daaranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. genç kadın kendisini agır bir yük altında hissetti yaptıklarından pişman bir vaziyette bağıratçı dükkanının yolunu tuttu ve Yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı, Yaşlı kadının ölmesini artik istemiyordu. Yaşlı adam Yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li - Li ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı. Sevgili Li - Li dedi ; Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi daarandıkca oda dagıldı ve yerini sevgiye bıraktı Böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz dedi. Eski bir Çin atasozü şöyle der ; Gül veren elde gül kokusu kalır. Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.
01 - Kardan adama tekme atma veya bozmaya çalışmak, 02 - Yeni atılmış bir betona basmak ve isim yazmak, 03 - Gazete ve dergilerdeki resimlere sakal, bıyık ve gözlük yapmak, 04 - En iyi arabayı ben kullanıyorum zannetmek, 05 - Kar topunun içine buz veya taş koymak, 06 - Cep telefonu kullanımının yasak olduğu ortamlarda illede görüşme yapmak, 07 - Belediyenin duraklara koyduğu saatlerin yelkovan ve akrebini sökmek, 08 - Kumsalda deve güreşi yapmak, 09 - Şahin marka arabayı, Doğan görünümlü yapmak, 10 - Ağaçlara ve parktaki banklara kalp ve isim baş harfi kazımak, 11 - Derslerini çalışıp sınıfını geçenleri inek sanmak, 12 - Mesleğimizdeki unvanımızı İngilizce olarak söylemek, 13 - Tiki olan insanların tikleri ile uğraşmak, 14 - İskambil kağıtlarından kule yapan birinin kulesini bozmaya çalışmak, 15 - Cep telefonu ile bağıra bağıra konuşmak, 16 - Reklam için duvarlara veya panolara yapıştırılan afişleri yırtmak, 17 - Tuvalet duvarlarını defter sanmak, 18 - Otobüs duraklarına yazı yazmak, 19 - Trafikte bizi geçen bir aracı mutlaka yakalayıp onu geçmeyi ilke saymak, 20 - Sinyal verir vermez şerit değiştirip, kazaya sebebiyet verdiğimizde sinyal verdik görmüyor musun? demek, 21 - Ara yollardan ana yola çıkacak araca yol vermemek, 22 - Ünlü birini gördüğümüzde ona el sallamak, 23 - Ünlü birini gördüğümüzde onunla fotoğraf çektirip çok samimiyiz havası vermek, 24 - Yaşamadığımız bir şeyi yaşamış gibi anlatıp ona kendimizi inandırmak, 25 - Otobüs durağa yanaştığında illede ön kapıdan inmeye çalışmak, 26 - Otobüs koltuklarını yırtma ve üstlerine acayip acayip yazılar yazmak, 27 - Minibüs şoförüyseniz beğenmeseniz bile mutlaka Kral Fm dinlemek, 28 - Trafikte kırmızı ışıkta dururken, yeşil ışık yanar yanmaz kornaya basmak, 29 - Trafikte kırmızı ışıkta dururken burun karıştırmak, 30 - Kimsenin herhangi bir konu hakkında bilgisi olmadığını anladığımız anda o konu hakkında atıp tutmak, 31 - Elektrik, su, doğal gaz, vergi, trafik cezası vb. faturaları son gününde ödemek, 32 - Kar yağdığında eve bolca ekmek almak, 33 - Grup halinde bir meydana konan güvercinlerin üzerine koşup onları kaçırmaya çalışmak, 34 - Evli olanların bekarlara sakın ha evlenme demek, 35 - Aynı filme giden insanların filmden çıktıktan sonra filmi birbirlerine anlatmaları, 36 - 18 yaşına geldiği gün bara gitmek, 37 - Eline silah geçen birinin hemen o silahla şaka yapma ihtiyacı duyması, 38 - Arabayla yolda giderken tanıdık birini görünce arabayı şakadan onun üzerine doğru sürmek, 39 - Takım elbise giyince elini cebe sokmak, 40 - Tuttuğu takım galip gelince havaya silah sıkmak, 41 - Meslek arkadaşlarına mesleki şakalar yapmak, 42 - 6 aydır fırçalanmayan dişi, dişçiye giderken fırçalamak, 43 - Bilmediği yolu tarif etmek, 44 - Tuvalet terliğinin üstüne basmak, 45 - Kim o? sorusuna "ben" diye cevap vermek, 46 - Elektronik aletleri vurarak tamir etmek, 47 - Bakkaldan dönerken ekmeğin köşesini yemek, 48 - Yoğurt kovasından saksı yapmak, 49 - Google Earth'de kendi evini bulmak, 50 - Arabaya 'beni yıka' yazmak, 51 - TV'nin üstüne dantel koymak, 52 - Kumandayı streç filmle kaplamak, 53 - Tüpte kaçak var mı diye çakmakla kontrol etmek, 54 - Ağlayan çocuğu döverek susturmak, 55 - Biten şampuanı su takviyesiyle çoğaltmak, 56 - Döner ile ayranı aynı anda bitirmek, 57 - İnşaat izlemek, 58 - Ehliyet sınavına arabayla gitmek, 59 - Çay dolduran birini görünce çayı fondip yapmak, 60 - Korna ile hem selam verip hem küfür etmek, 61 - Kuşlara ve yabancılara küfür öğretmek, 62 - Arabanın dikiz aynasına cd asmak, 63 - Gelin arabasının önünü kesip para isteme, 64 - Pet şişe kapağıyla, kozalakla ya da ezilmiş kola tenekesiyle futbol oynamak, 65 - Futbol maçı sonucu kavga edip karşı takım taraftarlarının ağzını yüzünü dağıtmak ve bununla gurur duymak.
66 - Donla denize girmek, 67 - Atlet ve çizgili pijamanın altıyla mangal yakıp aileyi doyurmak.
68 - Ferrari'ye tüp taktırmak, 69 - Emniyet şeridinden gitmek, 70 - Cep telefonuna polis telsizi melodisi yükleyip derslerde çalmak, 71 - Ailecek gidilen pikniklerde en gölge yere arabasını koymak, 72 - Yolculuk ederken yanındakine "yolculuk nereye hemşerim?" demek.
73 - Erkeklerde; giydikleri çorap içinde para veya sigara saklamak, kadınlarda; sutyenin içinde para saklamak, 74 - Pazardan pazara banyo yapmak, 75 - eve gelince gördüğünde "geldin mi?" diye sormak, 76 - Örgü şişiyle kulak karıştırmak.
77 - Yemeğin etini en sona bırakmak.
78 - Ayağı kısa olan masa veya sandalye altına kağıt veya gazete parçası sıkıştırmak.
79 - Denizi umumi tuvalet olarak görmek.
80 - Topluluk arasına sevgiliyle giriliyorsa sevgilinin omzuna elini atarak "kız benim" havası vermek.
81 - Herhangi bir şey için sıra beklerken araya kaynak yapmak.
82 - Bir şeyi satın almayacağı halde yanında verilen en işe yaramaz hediye beleşe geliyor diye o şeyi satın almak.
83 - Biten pili buzdolabına koyup, tekrar kullanmaya çalışmak.
84 - Selamlaşırken kafa toslamak.
85 - Kavgada karşı tarafın kim olduğunu merak edip kimsin lan sen? diye sormak, 86 - Korkulduğunda baş parmakla damağı kaldırmak.
87 - "Yok" cevabına karşılık "hiç mi yok?" diye sormak, 88 - Buzdolabının yumurtalık kısmına yarım limon koymak, 89 - Hatıra defterine bana kalbin kadar temiz bu güzel sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim diye başlayıp sepet sepet yumurta sakın beni unutma diye bitirmek.
90 - Çatalın kenarını bıçak olarak kullanmak, 91 - Yolda olmuş kazayı seyrederken kaza yapmak, 92 - Araba alınalı 5 sene olmasına rağmen döşemelerdeki naylonları çıkarmamak, 93 - Biten pili ısırarak tekrar kullanmaya çalışmak.
94 - Mangal sonunda külleri işeyerek söndürmek.
95 - Donunu veya çorabını giymeye koklayarak karar vermek.
96 - Denize yada göle girdiğinde derinliği ölçmek için boy vermek.
97 - Yürüyen merdivende yürümek, 98 - Düğün bittikten sonra gerdek gecesine damat adayını döverek uğurlamak, 99 - Spor ayakkabısını giydikten sonra unuttuğu anahtarı almak için evin en köşelerinden gitmek, 100 - Her başarılı insana küfür ederek iltifat etmek.