Çok karizmatik ve yakışıklı bir adam yanında bir deve kuşuyla bara girmiş, herkes şaşkın falan öyle adama bakıyorlar, adam bara yanaşmış:
- Barmen bana bir viski, ona da büyük bir bardak su... Barmen talepleri yerine getirmiş, bir tek, iki tek, saatler ilerlemiş, adam:
- Hesap lütfen, demiş. Barmen hesap pusulasını uzatmış, adam elini cebine atmış,Parayı çıkartmış, tam hesapla aynı.... Ertesi gece adamımız geri gelmiş, yanında tabii devekuşu da var, - Barmen bana bir viski, ona da büyük bir bardak su... Barmen istediklerini vermiş, bir tek iki tek, saat geç olmuş, adam hesabı istemiş, barmen hesabı göstermiş, adamımız elini cebine atmış, çıkartmış, tam hesap miktarı.... barmen şaşkın ama nafile.... birkaç gece sonra adamımız deve kuşuyla beraber geri gelmiş, barmenin içi içini yiyor... adam:
- Bana bir viski, ona da su ver.. Barmen emre amade, yerine getirmiş, gece ilerlemiş, adamımız hesabı istemiş, barmen bol küsuratlı saçma sapan bir miktarı hesap olarak adama vermiş, adam elini cebine atmış, çıkartmış, yine tam hesap, barmen oynatmak üzere, dayanamamış:
- Beyefendi bir süredir barımıza gelip gidiyorsunuz, kusura bakmayın ama bir şey sormak istiyorum, yoksa kafayı yiycem;
Her gece cebinizden çıkan para hesapla kuruşu kuruşuna,küsuratıyla aynı oluyor, bunu nasıl başarıyorsunuz?
Adamımız gülümsemiş:
- Bir gün karşıma bir cin çıktı, üç dileğimi sordu;ilk olarak karizmatik ve yakışıklı bir tipim olmasını istedim, 2. dileğimde ne almak istersem isteyeyim elimi cebime attığımda parası aynen cebimden çıksın istedim, barmen:
- Peki kızmayın ama bu kuş ne iş?
Adamımız:
- Onu hiç sorma, son dileğim; beni hiç bırakmayacak uzun bacaklı bir piliçti, yanlış anladı şerefsiz....!!!
Evvel zaman içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik
Esad, Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola
Koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir ve
Iftara daha saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap,
- Camiye gidelim, vaaz dinleriz, vakit geçer, fikriyle Beylerbeyi
Camii’ne girip bir tarafa ilişiyorlar. Vaiz kürsüye çıkmış
Cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup
Şimşekler çaktırmakta, “zebânileer, alevleer, katran kuyularıı”
Dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir. Bizimkiler vaizin
Tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu kapıldığı
Haşyetle hüngür hüngür ağlıyor.
Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına
Dokunuyor, kısık sesle,
- Siz vaizi dinlemiyor musunuz? diye soruyor. “Dinlenmez olur mu,
Dinliyoruz elbet” diye cevap veriyor bizimki, “Peki ne dediğini anlıyor
Musunuz?"
"Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun peki?”
Adam hayretle devam ediyor,
- Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya
Uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu?
Şair cevap veriyor:
- Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik
De!.
Halis öztürk, 1950'de Doğu'dan DP listesinde milletvekili olmuştu. Adı kimliğinde Halis Öztürk diye yazılıydı, ama herkes onu Halis Ağa diye çağırırdı. Halis Ağa dediniz mi Doğu da kuzeyden güneye değin, herkes tanırdı. Gençliğinde eşkiyalık ettiği, yol kestiği söylenirdi. Günahı söyleyenlerin boynuna. Halis Ağa 1950'den 1960'a değin on yıl hiç sektirmeden milletvekili olmuştu.
Derken 1960 Askeri harekatı onu milletvekili olarak bulmuş, yassıada'ya tıkmıştı. Halis Ağayı anayasayı tağyir, tebdil diye bilinen ünlü maddeden mahkemeye vermişlerdi. Yargıç soruyordu :
" Halis Öztürk' müsünüz ? "
" Evet efendim. "
" Söyle bakalım sen Anayasayı tebdil ve tağyir etmişsin ? "
" Neyi ne etmiştim ? "
" Anayasayı çiğnemişsin. "
" Vallahi çiğnemedim. "
" Çiğnemişsin. "
" Vallahi hakim bey , de ki İncil'i çiğnemişim, Tevrat'ı çiğnemişim ,Kuran'ı çiğnemişim, olabilir. Ama bu anayasa nedir, görmemişim, bilmemişim, tanımamışım. "