Genç bir kadın, aylardır şantiyede olan kocasına aşağıdaki satırları yazar:
"Sevgilim,
Biliyorsun, sen şantiyedeyken nur topu gibi bir bebeğimiz oldu. sütüm yetmediği için, yavrumuzu besleyebilmek amacıyla bir sütanne tuttum.
Yalnız, bu sütannenin zenci olmasından dolayı çocuğumuz, emdiği sütün etkisiyle zaman içinde zenciye dönüştü. haberin olsun dedim. bu konuda benim bir suçum olduğunu düşünmezsin umarım.
Öptüm,
Biricik eşin"
Kadının kocası da bunun üzerine annesine bir mektup yazar:
"Sevgili anneciğim,
Karım bana gönderdiği son mektupta, sütü yetersiz olduğu için bir sütanne tutmak zorunda kaldığını, o sütannenin zenci olduğunu ve bu yüzden
Bebeğimizin renginin de zamanla koyulaştığını yazıyor. bundan eşimi sorumlu tutamayız tabii ki. selam ve sevgilerimle"
Annesi ise oğluna şöyle bir cevap yazar:
"Sevgili oğlum,
Aslına bakarsan, sen doğduğunda benim sütüm de yetersiz kalmıştı.
Ama biz fakir olduğumuzdan, sütanne tutamayıp onun yerine seni inek
Sütüyle beslemek zorunda kalmıştık. bu durumda takdir edersin ki, senin
Safkan bir öküz olmanın sorumlusu ben değilim.
Seni seven annen"
1800 lü yılların sonu, yer istanbul. insanlar boğazdan karşıya geçmek için sandal kullanmaktadır.
Bir rivayet yayılır bir gün. sandalcılardan birisi çok hızlıdır, sandalına binen kadınlarla ilişki kurmadan karşıya geçirmediği söylenmektedir. üstelik saldalcı o kadar iyidir ki, pek çok kadın gönüllü o sandala binmiştir.
Rivayeti duyan şuh bayan, gerçek olup olmadığını anlamaya karar verir. sahile iner, bahsedilen sandalcıyı bulur, karşıya geçmek istediğini söyler. pazarlıkta anlaşırlar, sandal açılır.
Sandalcı kürekleri çekerken kendince tempo tutmaktadır :
- Derleeer, derleeer, derleeer
Şuh bayan bunun bir taktik olabileceğini düşünür ve kulak asmamaya çalışır..
Sandalcı durup durup tekrarlar:
- Derleeer, derleeer, derleeer
Şuh bayan dayanamaz, sorar:
- Ne derler, kime derler, ne diyorsun?
- Sen bu sandala bindin ya, artık versen de, vermesen de verdi derleeer.
Karı koca bir barda oturuyorlar. önlerindeki içkileri yudumlarken bardan içeri hoş bir hatun girer. bizimkilerin yanına gelir, adama sarılarak onu öper. karısına aldırmadan:
- Nasılsın hayatım? epey oldu görüşemedik
Diyerek başka bir masaya gidip oturur. adamın karısı dayanamayarak sorar:
- Kim bu kadın?
Adam sakin bir sesle yanıtlar:
- Senden saklayacak değilim. metresim!
Kadın çıldırır:
- Bu ne cüret! bu ne ahlaksızlık!.. ben buna katlanamam, derhal boşanıyoruz! sen ne şerefsiz adammışsın meğer… bir de utanmadan metresim diyorsun… her şey bitti anlıyor musun, boşanıyoruz! hem de derhal!..
Adam gayet sakin bir tavırla karısına bakar:
- Dur bakalım hele bir sakin ol. ne yani sevgilim etiler’deki dubleksi, akmerkez’deki daireyi, bodrum’daki tripleksi, 24 metre yatı,altındaki son model jeepi, kımızı spor arabayı, maldiv adalarındaki devre mülkü, mücevher ve takı kolleksiyonlarını falan bırakıp boşanmak mı istiyorsun? alt tarafı bir metres için bütün bunlardan vazgeçmeye değer mi bir tanem…
Kadın bunları duyunca sakinleşir. çevresine bakınmaya başlar. Biraz ilerideki masada oturan bir çift dikkatini çeker. kocasına sorar:
- Şurada oturan bizim suat degil mi?
- Evet – peki yanındaki kim?
- Kim olacak canım, metresi…
Kadın önce duraksar. sonra burnunu kıvırarak kocasına sokulur:
- Aaaa ! bizimkisi daha güzel valla!.
De Gaulle Cumhurbaşkanıyken Italya'yı resman ziyaret etmiş. Gezi programında Fiat otomobil fabrikaları da varmış. Fabrikada dolaşırken De Gaulle birden :
- "Oooo Carlo! Sen burada mısın?" diye bağırmış ve makinenin başında çalışan bir işçiye doğru yürümüş. İşçide :
- "Vay Charles!" diye De Gaulle'e dönmüş, kucaklaşmışlar. Herkes şaşırmış.
Koca De Gaulle ve işçi Carlo! De Gaulle yanındakilere :
- "Carlo benim eski arkadaşımdır" demiş. "Çocukluğumuz beraber geçti. Çok iyi insandır", demiş. Fabrikanın yöneticileri hemen atılmışlar.- "Bizim de en iyi işçimizdir. Çok severiz kendisini!"Bir süre sonra İtalya'yı Nixon ziyaret etmiş. Onu da aynı fabrikaya götürmüşler. O da aynı böüme gelince :
- "O Carlo!" diye haykırmış:
- "Sen buradasın ha!"- "Vay Nik!
Bu ne tesadüf? Bunca yıl sonra seni görmek..."Sarılıp kucaklaşmışlar ve tekrar görüşmek ümidiyle vedalaşmışlar. Bu arada Nixon Carlo'yu Beyaz Saray'a çağırmış. Herkes şaşkın. Nixon gidince Carlo'yu İtalyan Dışişleri Bakanlığın'dan çağırmışlar:
- "Hadi De Gaulle çocukluk arkadaşında. Ya Nixon'u nereden tanıyorsun?"Carlo gülmüş:
- "Gençliğimde Amerika'ya gitmiştim. Bir gangsterlik olayına adım karışmıştı. Nixon da çiçeği burnunda bir avukattı. Beni savundu ve beraat ettim. O zamandan beri dostuz."Sonra bir gün İtalya'yı Sovyet Başbakanı Kosigin ziyaret etmiş. Ona da aynı fabrikayı dolaştırmışlar.
Ve aynı hikaye devam etmiş:
- "O Carlo yoldaş! Nasılsın? Seni bunca yıl sonra burada görmek beni çok sevindirdi."- "Vay Kosigin! Ne günlerdi onlar. Şimdi oturup iki tek votka atsak ne güzel olurdu."Herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutacak. Kosigin, yoldaş Carlo'yu Moskova'ya davet etmiş, o da :
- "Fırsatını bulursam gelirim.", demiş.
- "Ama bu patronlar insana hiç fırsat verir mi?"Kosigin gider gitmez, fabrikanın müdürü Carlo'yı çağırmış:
- "Yahu hepsini anladık ama Kosigin'i nereden tanıyorsun?"
- "Ben eski komünistim. Biz birbirimizi tanırız."
Müdürün tepesi atmış:
- "Sen böyle herkesi tanırmısın?"
- "Tanırım ya!"
- "Şimdi bana Papa'yı da tanıdığını söyleyeceksin herhalde!"
Carlo müstehzi olmuş.- "O ne biçim laf? Elbette Paul benim en iyi arkadaşımdır."Müdür hırsından kıpkırmızı kesilmiş.- "Palavra atma yahu! Sen Papa'yı nereden tanıyacaksın?. Hem de arkadaşınmış...
Lafa bak."İşçi Carlo gayet soğukkanlılıkla cevap vermiş:
- "Ben iddiaya girmem, girenleride sevmem. Ama size dediklerimin doğruluğunu ispat edebilirim. Bu pazar Vatikan'a gidelim. Orada benim Papa'nın arkadaşı olup olmadığımı görürsünüz."Müdür pazar gününü iple çekmiş. Sabah erkenden Carlo'nun evine arbasını göndermiş ve buluşup Vatikan'a gitmişler. Vatikan meydanı ana baba günüymüş. Biraz sonra Papa balkona çıkıp halkı takdis edecekmiş. Bu arada Papa'yı merak eden her dinden ve milletten insan meydanı doldurmuş. İşçi Carlo müdürü bir elektrik direğinin dibine bırakıp, kalabalığı yarmış ve Vatikan Sarayı'nın kapısından içeri girmiş. Müdür şaşırmış ama, "Dur bakalım!" diye kendi kendini teselli etmiş.. Biraz sonra balkonun kapısı açılmış ve Papa ile Carlo kolkola yürümüşler. Hem de gülerek. Papa hıristiyanları takdise başlarken Carlo da sağa sola bakarak müdürü aramış. Bir de ne görsün koca müdür bir seksen uzanmış, yerde yatıyor ve etrafındakiler kendisini ayıltmaya çalışıyorlar. Carlo hemen Papa'ya dönüp - "Bana müsaade, bizim müdür bayılmış" diyerek ayrılmış. Koşup müdürün yanına gelmiş. Birini elinde kolonya müdürü ayıltmaya çalışıyor. Carlo dayanamayıp sormuş:
- "Ne oldu bu adama?"- "Bilmiyoruz! Siz Papa'yla balkonda görününce arkasında duran iki japon -Allah Allah! Şu adam bizim Carlo! Ama yanında duran adam kim? dediler ve bu da düşüp bayıldı."