Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı, "Biraz bekleyeceksin hocam, " dedi. "İki - üç dakikaya kadar çıkartıyorum. "Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topatlıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına yaklaşarak, "
Ekmeklerimi alayım, " dedi. "Benim ikizler acıkmıştır. "Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden dört - beş tane çıkardı. Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu. Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği beklemesini şöylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!. "Bayat ekmekleri kendisi istiyor. " dedi fırıncı. "Çok fakir olduğundan, ona yarı fiyatını veriyorum. "
"Kim bu adam?" diye sordum. "Kore gazilerinden "
Dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hemde çok az bir maaşla. "Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufakda olsa bir şeyler yapmak istiyordum. "Aradaki farkı ben vereyim, " dedim. " Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler. "Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz sonra da, fırından yeni çıkar taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu. "Çok şanslısın hacı amca, " dedi. Çocuklar için sana bugün pasta gibi ekmek vereceğim. "Yaşlı adam, bir evlat sevgişöyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"
Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi. Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kaç kırmızısı güller.
Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller. Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi. Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı şöyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti. Onları hiç bir şey ayıramazdı. Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm. genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü. Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu.
Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü.
Kendi aralarında şöyleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala Yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki? İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı.
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı. genç adamşöyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu.
Martılara baktı, Birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara. Ne kadar güzel dans ediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok. Bu kadar geç kalmaması görekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bağırak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine?. Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır. Hayır. olamazdı. Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki. O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan. Artık bıkmıştı. Yine sevgilisi geldi aklına. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi. 7 senedir?er gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı. Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı. Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu. genç adam ayağa kalktı. Sevdişöyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı.
Padişahın yakınlarından bir beyin çok güzel bir atı vardı. Bir gün o ata binip padişahın alayına katıldı. Padişahın gözü, ansızın o ata takıldı. şöyle bir at kendi sürüsünde yoktu. Atın çalımı, rengi padişahın gözünü aldı, аттаn gözünü ayıramıyordu. Çevikliği, güzellişöyle beraber atta padişahı çeken bir şey vardı. Önce önemsemek istemedi ama, gönlü atı istiyordu. Padişah geziden dönünce, vezirine durumu açtı. Yolda bir at gördüğünü, derhal gidip o atı, sahibinden alıp, getirmelerini emretti. Padişahın adamları, hızla atın sahibi beyin yanına geldiler. Padişahın atı çok beğendiğini, ne fiat isterse hemen vereceklerini bildirdiler. Bey, beyninden vurulmuşa döndü. O güzelim, canı gibi sevdiği atını padişah istiyordu ha! Ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırdı. Padişahın adamlarını oyalamak için onlara yemek ikram etti. Onlar yemeklerini yerken İmadülmülk aklına geldi. Hemen durumu ona danışmalı, ondan akıl almalıydı. Çünkü o, zamanın en bilgini, en akıllısı, en güzel ahlaklısıydı. kaç kere vezirliği bırakıp, ibadet için uzlete çekilmişse de padişah ona yalvararak izin vermemişti. Atın sahibi üzüntülü bir halde İmadülmülk'ün yanına koştu. - Ey benim en büyük yardımcım! Yardımına ihtiyacım var. Padişah benim herşeyden daha çok sevdiğim atımı istemiş. Onu alırsa ben yaşayİmam. Her şeye dayanırım da atımın elimden alınmasına dayanamam. Bey hem söylüyor, hem ağlıyordu. İmadülmülk, beyin bu halini görünce gözleri yaşardı. Ona yardım etmeye karar verdi. Doğru padişahın huzuruna gitti. Bir taraftan Cenab - ı Allah'a:
- "Ya Rabbi! genç bey padişaha karşı gelmekte hata ediyor ama Sen yine de ona yardımcısı ol. " diye yakarıyor, inşaallah atını padişah almaz diye dua ediyordu. O sırada seyisler, beyin o güzel atını padişahın yanına getirdiler. İmadülmülk gerçekten de eşine nadir rastlanan bir at diye düşündü. Padişah, bir müddet ata hayran hayran baktı, yüzünü imadülmülk'e döndü. - " Ey büyük insan! Güzel bir at değil mi? Sanki yeryüzünden değil de, cennetten gelmiş. " dedi. İmadülmülk:
- "Padişahım! Ata gönlünüşöyle kaptırmışsın ki, hatalarını göremiyorsun.
İyice bir bak bakalım. Aslında çok güzel, çok çevik bir at ama bedenine göre başı kusurlu. Başı adeta öküz başına benziyor. Padişah fikirlerine her zaman hürmet ettiği İmadülmülk'den bu sözleri duyunca at, gözünden düştü. Padişah:
- " doğru söyledin! Artık eskisi gibi güzel göremiyorum.
Bunu sahibine geri verin" dedi. Padişah, at hakkındaki bu yermeyi bir kerecik duymakla gönlü аттаn soğudu. Kendi gözünü ve aklını bıraktı, İmadülmülk'ün sözünü kabul etti. Öğütler: * Kişinin her gördüğüne sahip olmak istemesi müsrifliktir. * İnsan danışacağı kimseleri iyi seçmelidir.

Genç adam, yeni tanıştığı kız arkadaşına hediye vermek istemişti. Bu ona alacağı ilk hediye olacaktır. Bu yüzden fazla özel bir şey seçmemeye dikkaç eder, ama alacağı şey birazda romantik olmalıdır. O gece birlikte çiseleyen karın altında yürürlerken, avucunun içinde ısıtmaya çalıştığı elleri hatırladı ve karar verdi. Bir çift eldiven alacaktı. Alışverişe bu tür işlerde pek becerikli olan kız kardeşini yanına alarak çıktı. Bir büyük mağazadan içi kürk'lü bir çift beyaz eldiven seçtiler. Kız kardeşi de kendine bir çift beyaz dantelli külot aldı. Bu arada, mağazadaki paketleme kısmında bir karışıklık olduğu ne var ki. Eldiven kız kardeşinin paketine girdi, külotlarda mağazanın özel kuryesi ile kız arkadaşının evinin yolunu tuttu, içindeki delikanlının yazdığı romantik notla tabii:
- "Sevgilim, geçen akşam seninle çıktığımızda bunlardan giymediğini farkettim. Eğer kız kardeşimle beraber olmasaydım, ben uzun ve düğmeli olanlardan alırdım, ancak kardeşim kısa ve düğmesiz olanlardan kullanıyor. Çıkarması daha kolay oluyormuş. Renginin açık olaması çabuk kirleneceği izlenimini veriyor. Ancak bunları satın aldığım bayan bana kendisininkini gösterdi. Üç haftadır kullanıyormuş. Yakından baktım, hiçbir kirlenme yoktu. Tezgahtar bayandan bir şey daha rica ettim; seninkileri giyip nasıl durduğunu bana üzerinde göstermesini. Hemen giydi, çok iyi duruyor. Elimi uzattım, okşar gibi sıktım. Ele de çok hoş geliyor. Keşke bunları ilk giydiğinde yanında olup sana yardım edebilseydim. Seninle buluşuncaya kadar birçok yabancı elin ona dokunacağını düşünmek beni üzüyor. Çıkardığın zaman içi biraz nemli olabilirmiş, o zaman üfleyerek havalandırman görekiyormuş. Önümüzdeki günlerde bunları nasıl avucumun içine alıp, nasıl defalarca öpeceğimi düşünüyorum. Cuma akşamki buluİmamızda giymeyi sakın unutma". NotÜ; - " En son moda, giydikten sonra üstten aşağıya doğru kıvırarak, biraz tüy görünmesini sağlamakmış"
Şu an 17 yaşındayım ve olay bundan 3 - 4 sene evvel YAŞANMIŞTIR. O yaz en büyük zevkimiz arkadaşlarla gece aşağı inmek idi ve hemen hemen indiğimiz her gece birbirimize korku hikayeleri anlatırdık. Anlattığımız hikayeler genelde kendi hayal ürünümüz olurdu fakat anlatırken sanki yaşamış gibi anlatırdık ve kendi uydurduğumuz hikayeye o ortamın verdiği gerilimle kendimiz de inanır ve korkardık. İçimizde en çok hikaye anlatan Nedim diye bir arkadaşımız idi. Nedim yaşça bizden büyüktü ve bizi korkutmayı iyi başarıyordu açıkçası. Yine şöyle bir gecede Nedim bize çok ilginç bir hikaye anlattı. Hikayeye göre bazı insanlar sebepsiz yere içlerinden gelen bir ateşle küle dönüşecek kadar yanıyorlarmış. Bu yanma o kadar çabuk gerçekleşiyomuşki, kendisini kurtarmaya zamanı olmuyormuş kurbanın. Ayrıca bu olay kurban yalnızken gerçekleşiyormuş, yani görgü tanığı olmuyormuş hiçbir zaman. Bu anlattığı hikaye ilginç olduğu kadar inandırıcı gelmemişti çoğumuza. fakat Nedim evinden getirdiği ansiklopedi de yazılanları bize gösterince söylerimiz diken diken olmuştu hepimizin. Bu olaylar gerçek yaşanmış olaylar olarak anlatılıyordu ansiklopedide kanıtları ile. O gece eve koşar adımlarla çıktım ve bütün gece gözlerime uyku girmedi. Ertesi gün ise belki hepimiz için hayatımızın en korkunç günü olmuştu. Gelen habere göre Nedim bir sokaç arasında ölü bulunmuştu ve işin ilginç yanı Nedim'in gömüldüğü mezarlıkta 1 hafta sonra yangın çıkmıştı ve bütün mezarlar yok olmuştur. İnanmayan arkadaşlar eski gazeteleri karıştırabilirler.
Tarih: 3 Eylül 1997, Mersin mezarlığı orman tarafında onlarca mezar yanmıştır.
Sevgilim Seni düşünüyorum, güneşin ışıkları denizden aksedince Seni düşünüyorum, ayın pırıltıları kaynaklara vurunca. Seni düşünüyorum, uzak bir yol üstünde tozlar havalanırken, kıranlık bir gecede, dar bir tahta köprüde bir yolcu ürperirken. Seni düşünüyorum, boğuk uğultularla orda yükselirken dalgalar. Kulak kesilmek için koruluktayım, sık sık her şeyin sustuğu anlar. Uzakta olsan bile ben senin yanındayım, sende yakınımdasın. Güneş batıyor, biraz sonra, beni ışıtacak yıldızlar ne olurdu burda Yanımda olsaydın Abzürd Şiirler Seni istiyorum. Senin bana arkadan vurmani, Benim canımi yakmani, Geceleri zonklatmani. Nerdesin dar ama güzel kosele ayakkabilarim. - - - - - Belini ellerimle kavrayinca, Agzimi ağzına dayayinca, Icime sicak birşey akar. Sevgili cay bardagim. - - - - - Onun uzun sert bedenini avuclarının arasina al Simsiki тuт. Ucunu istekli dudaklarının arasina al, Ve o essiz sivinin ağzına akmasini bekle. Hayatin tadi coca cola. - - - - kıranlikta gozleri isil isildi Yavasca yaklastim Bacaklarını araladim Memelerini avucladim çok heyecanliydim Cunku; . İlk defa inek sagiyordum. - - - - - dün gece seni çok aradim Soguk vucuduma dokunmanişöyle istedim ki. Yataga sensiz ve ciplak girmek zorunda kaldim Nerdeydin benim canım pijamalarım? - - - - - Boynuma surterek Goguslerimin arasindan asagi Kalcamin yanina kadar getirip Yuvasina oturttum. çıkar slak sesi bana guven veriyordu. (Emniyet kemerini sen de tak. ) - - - - Sadece bir delige sokmak yetmiyordu onun icin onemli olan ayn anda ikisine birden vurmakti ince ayarini yapti Önce onundeki delige sonra da arkada ki delige sokmalidi kaçırıni verdi çok heyacanliydi. Nefesini tuttu ve vurdu. Ohh iki delige de sokmustu. arkadaşına dondu ve "bilardoyu ogrende gel". - - - - Dayanlacak gibi degildi mutlaka biraz sarmaliydi, egildi bacaklarının arasindan yavasca suzuldu iste oradaydi, mis gibi kokuyordu mubarek parmaklaryla kıranligi yokladi, bulmustu ve burnunu uzatti kokluyordu. Ohhh. Sicacik " Ama ağzına alamiyordu "Kahretsin her iftar oncesi annem su dolmaları masanin altina saklamasa olmazdi"- - - - Elini uyuyan guzelin uzerinde gezdirirken ici bir tuhaf olmustu ne kadar estetik ne kadar duzgun bir kici vardi. Ismi de guzeldi "LEYLA"bir an kendini cirilciplak dusundu ustunde. ustunde ve guneslenirken muhtesem yelkenlinin. - - - - Elinde aletini tutmus agzini acmasini söylediginde isteklerine karsi koyİmamisti. istemeden agzini acti. biraz sonra herşey bitmisti. agzinda biriken sivi lavaboya bosaltirken dis doktorunun sesini duydu" gecmis olsun"- - - - yetti artik dedi doktor kocasına. her akşam her sabah agzima verdiğin yetmezmis gibi şimdide kicima sokuyorsun biktim artk su ilaclardan.
Seni Kıtlar Seni Kıtlar Omuzları tilki kürklü bir hınımefendi Cumhuriyet caddesinde yürürken Dadaşın biri yanına gelip şöyle diyor:
- Baci, baci dalıza gudik dırmanir. hanım kızgın kızgın:
- Giт işine kardeşim, ne dalı ne gudiği diye dadaşı tersliyor. Dadaş cevap veriyor :
- E benene kıtlarsa seni kıtlar!
Motorcuyu öldürmüşüz Serçenin biri bir bahargünü uçuyormuş. Bir anda farketmiş ki karşıdan motorsikletli bir adam geliyor. Her ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni yapmışlar. ama nafile. Serçe 'çotaaank' diye kaska çarpıp düşmüş. motorcu koşmuş serçenin yanına. Serçe baygın yatıyor.
Kıyİmamış, bırakİmamış yolda; almış getirmiş eve. Eskiden kalma bi de kafesi var evde. baygın serçeyi kafesin içine güzelce yerleştirmiş.
Yanına da biraz su, biraz ekmek koymuş, vurmuş kafayı yatmış. Bizim serçe bi müddet sonra ayılmaya başlamıs. Daha tam seçemiyor ortalığı.
Hafif bulanıklık var yani. Bir bakmış ki parmaklık, ekmek, su falan var bulunduğu yerde. Birden dank etmiş vaziyet: has. tir lan motorcuyu öldürmüşüz.!
Ben Seni Ben Gibi Sevdim (Kimin Aşkı Büyük) Sevdalarda kural mıdır bilmem? Aramızda karlı dağlar oldu önce. Bense güneşi avucuma alıp, Dağlardaki karı erittim. Yine de yol vermedi dağlar ama; Seni kendime Şirin yaptım, Dağları delerek sana geldim, Ben seni Ferhat gibi sevdim. Yol bu. Bin bir türlü zorluk vardı önümde, Fakat, yorulmadım yürümekten, Yılmadım sana gelmekten. Ellerim çatladı, kurudu dudaklarım. Dudaklarımı değil, suları ıslattım, Seni kendime Leyla yaptım, Ben seni Mecnun gibi sevdim. Uzadıkça uzadı sana gelen yollarım.
Yaşadıkça ömür, gittikçe yol bitermiş, Ömrüm bu yolda bitsin diyerek, Yol gittikçe ben gittim, Sanma ki gitmekten bittim. Seni kendime Aslı ettim, Ben seni Kerem gibi sevdim. Her şeye küstüm bu sevda yüzünden.
Hatta kendime bile küstüğüm oldu da, Hayata ve sana küsemedim gülüm. Bu bendeki, ne hırstı, ne de cesüret. İçimde deryâları taşıracak bir sevda, Okyanuslara sığmayacak bir arzu vardı. Belki de sendin bu büyük Arzu, Ben seni Kamber gibi sevdim. Farz et ki ben anamdan yeni doğmuşum, Üzerimde bir kaç elbise bile yok. Her insan çıplak doğmaz mı gülüm? Ama ben, Çıplak fakat, Kocaman bir yürekle doğmuşum. Belki Ferhat, belki Mecnun, Belki Kerem, belki Kamber kıskanacak ama; Biliyor musun o kocaman yürekle, Ben seni, BEN gibi sevdim.
Sabah seni yine rüyamda görmüş olmanın sevinşöyle uyandım. Rüyamın etkisiyle evin içinde dolaştım bir süre; ne yapacağını bilmeyen bir serçe misali. Her zamanki gibi detayları hatırlamak için uğraştım saatlerce. Ne olmuştu o asır gibi gelen ama bilimsel açıklamasında 5 - 6 saniye olduğu şöylenen rüyada. Bir bulmacanın bir yap bozun parçalarını birleştirircesine ayrıntıları inceledim. Ortaya yine bin bir çeşit anlama gelecek şeyler çıkmıştı. Korku, endişe, sevinç, mutluluk tam bir kozmopolitik yapı ama ayrıntılardan ziyade senin o rüyada olman yetiyordu bana. Kendime ancak yüzüme çarpan soğuk su ile geldim. Akabininde evde hayalet gibi dolaşıyordum. Aynada kendimi seyrettim uzun uzun. Ayna bir oyun mu oynuyordu bana yoksa aynadaki akis gerçekten ben miydim? Bir hortlağa benzemiş çökmüş yüz benim miydi?
İki gündür evden hiç çıkmadığımı hatırladım. Stajım vardı, işlerim vardı ben ise evdeydim. İki gün kocaman iki günü düşünerek geçirdim özellikle seni ve bizi. Dört duvar arasında, iki gün, dört duvar sen ve ben. Yavaş yavaş hatırladım o iki günü. Birkaç kere kapı çalmıştı ama aİmamıştım oysa annemler elektrikçi, sucu, doğalgazcı bilumum fatura sayarın geleceğini onlara kapıyı aİmam gerektiğini gittiklerinin son dakikasına kadar tekrarlamıştı. O kadar ısrar etmişlerdi ki "sende gel herkes çok özlemiş seni görmek istiyor "benim ise ağzımdan çıkar üç kelime. Stajım var gelemem. ama şimdi evdeydim hem de iki gündür. Sahi ev telefonunun neden hiç sesi soluğu çıİmamıştı, ya baran olsun hiç susmayan, her çalışında beni yerimden fırlatan cep telefonuna ne olmuştu? Aslında belki yüzlerce kez çalmıştı ama beklediğim melodi bir türlü çalmıyordu. Herkes aradı; senelerdir beni aramayan teyze çocukları bile aradı "niye gelmedin" diye bir sen aramadın. Belki de ilk kez soğuk Kenya gecelerini özlediğimi fark ettim. O ismi her anıldığında içimde bin bir nefret uyanan Kenya'yı özlemiştim, o iki sene boyunca daha önce hiç yaşamadığım acıları, ihanetleri, nefreti bana yaşatan Kenya'yı özlemiştim. O soğuk şehirler arası yolculuğu özlemiştim, ucunda annem babam kokanı değil İsmini bile hep farklı telaffuz ettiğim Konya'ya olanını. Neydi bu kaçırınefretin sebebi. , bir şehirden neden nefret edilirdi ve neden sonradan nefret edilen bu şehre özlem doğardı:
Üniversiteye girmek iki seneyi almıştı. Bin bir çeşit planlar yaparak en sonun da herkesin kaçtığı o kadim şehre ben gitmiştim kararlıydım kaçmayacaktım. O şehrin sokaklarında bir toz bulutuydu yaşamak. Namus metre ile alınır fazilet kilo ile satılırdı. Sabahları yalan girerdi pencerelerden güneşten önce. Dev arenalara benzeyen sokakları kaç ve zulum kokardı. Gece olunca duvarlar utanırdı duvarlığından, eller ve ayaklar bütün gece öğrenci evlerinde yıkanmayı bekleyen kirli bulaşıklar gibi beklerdi sabahı. Bir semtinde amonyak içki kokuları diğer bir semtinde parfüm kokuları karışırdı havaya. Daha ilk aylardan başladı nefret ve ihanet. İlklerin değeri çoktur; ilk korku, ilk yürüyüş, ilk ağlayış, ilk isyan, ilk nefret, ilk öç alma isteği, ilk ihanet ve daha sayamadığım bir sürü ilki yaşattı o şehir bana. Sadece kin, nefret değil sevgiyi de, tecrübeleri de, mutluluğu da yaşattı ama sanki zamanla yapılan her zamanki pazarlıkla almak istiyordu görünmez bir güç elimden her şeyi. İlk Kenya da kapanmıştım eve. Haftalarca bir hayalet misali dört duvar, dört gün, dört ay, dört asır ve ben. Sonra alınan reformlar yeni kurallar yeni bir ben ve yeni bir yaşam. Bunların hemen akabininde karşımdaki sen. Her şeye baştan başlamak seninle. Belki de benzer yazgılara sahip iki kişinin buluştuğu bir kavşakta buluştuk. Kadere pek inaİmam bilirsin ama belki de uzun zamandır yürekten demediğim bir söz "belki de kader buluşturdu bizi". Üç ay; Mayısı Nisana bağlayan bir gecede beraberdik Hazaranı Temmuza bağlayan bir gecede ayrı düşüyorduk.
Bu yeni kurduğum yaşamdaki ilklerden biriydi; ilk ayrılış. İşte o gün yüreğime bir sancı saplandı, ilklerin önemi. Kafamda bin bir çeşit endişöyle yolladım seni Kenya'nın o soğuk ve şehirler arası terminalinden senin sıcak şehrine. Çok değil bir saat sonra bende yolcuydum ama daha o zaman bir acı belirdi içimde; sensiz geçen bir saat. Senle başladığım yeni bir yaşam bu yaşamda seni en tepeye oturİmam ve bunu yürekten yapıp sana da göstermem. Belki de sana kısa gelen üç aylık zaman sonunda bile bana acı çektiren sensiz bir saat. İlk mola yerinde senden gelen o sıcak ses; benden bir saat önce burada oluşun.
Şehre duyduğum özlem sendendi, nefret ise hala içimde gizli. Yangının deliren avuçlarında mavi bir sıçrayıştı ayrılık, bağırmak ne ki sahibini arıyordu yürek. Kurmalı bir saati andıran hayatın ilerleyen tik taklarında geliyordum kendime. Beklediğim istediğim çok fazla şeyler miydi? Yapılması imkansız mıydı? Oysa senle yapılan saatlercelik sohbetlerde edilen cümleler hep ortaktı, istekler beklentiler hep aynıydı, korkular benzerdi. Peki ama neden pratiği farklıydı. Sevgi fedakarlıktı, ilgiydi ve bunları yaşama uygulamaktı. Başka bir şimdi yoktu. Saatler 12:48'i takvimde 3 ağustosu gösteriyordu. Zaman ne çabuk akıyorduarandevusuna geç kalmış misali. Ne kadar dolu yaşamıştık beraber geçen günleri ve senin hit sözcüğün "anlatsam sana anlatamadıklarımı dökebilsem içimi "peki ne zaman anlatacaktın, beklenen neydi. Neden kendi kendimizle yaptığımız Savaşı hep başkaları kazanıyordu? Neden. ?
Bunların hepsini şu iki güne sığdırmak zordu Beraber geçen zamanın ayrıntılarını iki güne sığdırmak zordu. Ayrılık saaşöyle içimdeki fırtınanın büyümesi çok kısa bir zaman almıştı bu iki günde hep yaptığım dindirmeye çalışmak oldu bu hırçın fırtınayı. Bütün bunları düşünürken kendimi dışarıda buldum hayret iki günün sonunda dışarıdaydım. Artık bedenimin kontrolünü kaybetmiş olmalıydım, kim dayana bilirdi ki bu iki günlük ev hapsine. Bazen iç güdülerimin bedenimi yönetmeye başladığını hissetim. Keşke hep iç güdülerimi dinleye bilsem, mantığı bir kenara bırakıp keşke hep duygularımın peşinden gidebilsem, o keskin bıçağın üzerinde koşabilsem özgürce, o sırat köprüsüne benzer uçurum kenarında oynaya bilsem delice, bağırabilsem seni bir çocuk neşeşöyle. Peki ama nerdesin?. İyi geliyor açık hava. Canlandığını hissediyorum hücrelerimin. Güneş şimdilerde ısıtmıyor eskisi kadar. Heykeldeyim Bursa'nın merkezinde. İnsanlar bir telaştır gidiyor, herkes kaptırmış kendini bir söylere. Vitrinlerin yalancı çekiciliğine bırakıyorum kendimi. Birden sen düşüyorsun aklıma yarın 4 ağustos yani doğum günün, burada olsaydın vitrindeki şu güzel saati alırdım sana. Nerdeyse doğum gününü unutacak kadar seni düşünmüştüm iki gün boyunca. Ne garip değil mi? Hava kararmaya bağlıyor yavaş yavaş. Eve dönme vakti yaklaştı gecenin kıranlığından kaçma vakti geliyor sensiz geçen her saniye ile birlikte. Eve gitmeden önce bir kitap evine giriyorum çok değil kısa bir süre sonra elimde bir kitapla dışarıda buluyorum kendimi. Benim için zaten hep anlamadığım bir ayin olmuştur kitap almak. Bu geceyi de kitap okuyarak devireceğim, tıpkı bir önceki gibi daha önceki gece gibi.
Kendimi kötü hissettiğim her zaman olduğu gibi evime gidip kitaplarıma sığınacağım. Eve doğru yürüyorum ağır adımlarla, insan selinin içinde.
Birden yanımda olman duygusu çöküyor içime. Son zamanlarda bu o kadar çok oluyor ki. Kafamda sen ile eve yollanıyorum. Ben bunlarla uğraşırken galiba o benden habersiz, bak aramadı hiç, sormadı. Peki yürekte hissediyor ama neden uygulamıyor? Düşündükçe sinirlenerek kendime eve varıyorum. Ev tam takır ıpıssız. Duvarlar sanki üstüme üstüme geliyor.
Kendime gelmek için bir kahve yapıyorum. Tam kahvemi almış yeni aldığım kitabımı okumaya başlamışken kapı çalınıyor. Önce açmayı düşünmüyorum tıpkı diğer sefer çalınanlar gibi ama kapının arkasındaki, her kimse karar vermiş içeri girmeye. Şöyle ısrarlı çalıyor ki dayanamıyorum kalkıp yerimden istemeye istemeye kapıya yöneliyorum. Arkadaşlar merak etmişler kaç gündür haber almayınca. onlarda artık biliyor bu sahneyi elimde kahvem kitap dört duvar ve ben. Bilmedikleri ise kafamdaki düşünce sen. Hazırlan hadi çıkıyoruz diyorlar. Kabul ediyorum çaresizce itiraz edecek hali bulamıyorum kendimde. tamam diyorum ama önce yaİmam gereken bir şey var Telefona sarılıyorum seni arıyorum ve uzaktan soğuk bir ses geliyor Efendim.
Kırk Yıllık Dostum Sabahın o muhteşem ilk saatlerini yakalayabilen akıllı adamlardan olamadım hiç.
Ancak kuvvetli bir dürtü olursa, isteyerek ve severek erkenden uyanır, her gün şöyle erkenci olmaya söz verir, sonra hemen unuturum. fakat son iki haftadır yalnızca onunla beraber olabilmek için erkenden kalkıyorum.
Saat altı oldu mu, beynim otomatik olarak uyanıyor, ama bedenim yarı uykuda, bir kavgadır bağlıyor:
"Yat uyu! Tatildesin. Öğleye doğru kalkarsın, iki rafadan yumurta, sıcak ballı süt, peynir, tereyağı, kızarmış ekmek ve tavşan kanı büyük bir bardak çayla güzel bir kahvaltı yaparsın. Denizi seyredersin. Gazetelerin beş para etmez sayfaları arasında tembellik edersin. Yat uyu. Tatildesin. Ta - til - de - sin!"
"
Hayır. Hemen fırla yataktan. Soğuk bir duş yap. Çivi gibi ol. Sokağa at kendini. Şimdi herkes uyuyor. Sokaklar senin, köy senin. Doğmakta olan güneş senin. Deniz senin. Sabah rüzgarının genç, uçuk mavi ışıltısı, taze serinliği senin. Çok erken sabahın o inanılmaz gücü senin.
Tembellik etme. Kalk. Bütün bunların tadına var. "Kısa bir sessizlik olur, hangi yanı tutacağıma karar veremem bir süre. "Tatildesin.
Yıllardır sabahları erkenden kalkıp işe gitmekten bıkmadın mı?Şimdi tatil yapıyorsun. Yat uyu. Yastık yumuşak, yatak sıcak. Çek pikeyi üzerine, bir düş düşle. Dünyanın herhangi bir kuzey kentine uçak bileti alıyorsun. Neresi olduğunu sakın belirleme. Sonrasını düşünde görürsün.
Bırak kendini uykunun şefkatli kollarına. Bırak rüyanın sihirli değneği işlesin. Bırak uyku çeksin seni. Uzun, sessiz, dipsiz bir kuyuya deli bir hızla yuvarlan. Uyu. Uyku alsın götürsün seni. Uykularında olsun bir kez teslim olmayı dene. Gevşe, rahatla. Uyu. Tatildesin!"
"Peki ya Sulhi?"
"Ta - til - de - sin!"Sulhi şimdi dükkanını açmaktadır. Bu saatte müşterisi olmaz. Müşterisi olsun diye açmaz zaten: Kendisi için.
Çiçeklerini sular bir bir. Yeni bir konserve kutusuna birkaç gündür kökü suya bırakılmış bir bitki diker. Bol bol sardunyalar. Rengi artık hiç çıkmayacak ilaçlarla boyanmış vişne çürüğü parmak uçları toprakla kaynaşır. Çamurlu ellerini kadife pantolonuna siler, sonra kapının önünü sular. Sabahın en erken toprağı Akdeniz açlığıyla emer suyu. Mis gibi kokaç sabah. Kısa bacaklı bir tabure koyar dükkanının önüne. Eski, her yanı eğrilmiş, isten kapkara olmuş küçük cezvesine ölçerek bir fincan su doldurur. İspirto ocağını yakar. Bir çay kaşığı şeker. Şeker suya iyice karışmalıdır. İki kaşık kahve. Dikkatle karıştırır kahveyi. Severek ve özenle. Sorunca; "iyi ve güzel işler severek, özenle yapılmalıdır. "
Der. Kahve ve şeker tamamen suya karışmıştır ki, cezveyi ateşe koyar.
Büyük bir sabırla kahvenin hifif ateşte köpüklenmesini bekler. O sırada ne düşünür, nereleri yaşar bilmiyorum. Çözemiyorum. Biraz sonra dünyanın en güzel kokusu yayılır çevreye: Sabah kahvesi kokusu! Toprak, sabah kahvesi ve su kokusu birbirine karışır. Bu, çok sık rastlanmayan bir güzellik yaratır. Görülür, koklanır ve tadılır bir güzellik. Önce kahvenin köpüğünü boşaltır fincana, sonra tekrar cezveyi ateşe tutar, fokur fokur kaynayana dek. Kahve pişmiştir artık. Günün ilk sigarasının vaktidir şimdi. Mavi - beyaz kareli gömleğinin sol cebinden bir sigara çeker, kibrit aranır. Dükkana girer, kibrit bakınır. O karmaşa ve deli dağınıklıkta masanın altına düşmüş kibriti bulur. Sigarasını yakar. Kısa bacaklı taburesine döner. Höpürdeterek kahvesinden bir yudum alır, bir nefes de sigarasından. Oh be! Gözlerini kısar, kimselerin bilmediği bir yeri görür gibi gizemli, hazlı birkaç dakika yaşar. Derin bir iç çekerek elli sekiz yaşında yaşamaktan ne kadar çok tat aldığına yanarak, kahrolarak sevinir. Sabahı koklar, kahve içer, sigara içer. "Uyu.
Tatildesin. "
"Kalk ve Sulhi ile sabahı yaşa. "
"Ta - til - de - sin!"
"Sulhi'nin sabah kahvesini kaçırma!"Kalktım. Uykumu soğuk duş ve sabah ile yendim. Ayak seslerimi dinleyerek paket taş döşeli, dar köy sokaklarında yürüdüm. Yalnızca kendi ağırlıklarını omuzlarında taşıyan bağımsız ve yalnız adamların gururuyla keyiflendim. Onu dükkanının önünde oturmuş, kahvesini içerken buldum. Gözlerini uzaklara dikmiş düşünüyordu. Bir teneke kutunun üzerine miden koyup oturdum karşısına.
Bana baktı. Beni gördü. "N'aaber"anlamına göz kırpıp, başını salladı.
"İyidir" gibisine gülümsedim. Kahvesinin kalan kısmını ben orada yokmuşum gibi ağır ağır içti, bitirdi. Kalktı. Yaşına bir türlü uymayan çevik adımlarla fırladı gitti. Elinde bir fincan suyla geri geldi.
Suskun ve dikkatli yeniden şekeri sonra kahveyi suya karıştırdı.
Sorunca:
"İnsan susar, varlığı konuşur. " der. Varlıklarımızıkonuştu.
Varoluşumuzun bilincine ve tadına vardık. Kahvemi uzattı, bir de sigara yakıp verdi. Yıllar var birilerine hiç yakın olamazken, Sulhi'ye yakın oluşum, varlığını duyabilişim tedirgin etmeden şaşırttı beni. Onun yanında hoşnuttum ve şöyle kolay hoşnut oluşumdan huzursuz değildim.
Kendimi sorgulayıp, hırpalamadım bu kez. Hoşnutluğumu yaşadım kahvemin tadında. "İnsana insan görek" diye geçti içimden. Bu da yetmedi.
İçimdeki sesi de susturdum. Sessizleştim. Dükkanın açık kapısından içerdeki berbat dağınıklığa gözlerimi diktim. Gördüğüm en gösterişli dağınıklık beni yine büyüledi. Bana hep sevimli ve zekice gelen o kocaman STÜDYO levhasının, aslında bana ince ince dokunan bir acıklı yanı vardı ki, yıkıntılar üzerine kurulu bir imparatorluk gibiydi. Don Quichote'u pek severim ben. Sulhi yeniden kalktı, yirmi yıl önce ömrünü tamamlamış Stüdyoya girdi. Bir zamanlar masa olan bir tahtanın çekmecesinden bir zarf çıkarttı, geldi karşıma oturdu. Zarfın içinde kurutulmuş bir kelebek vardı. Özenle kurutulmuş, sonra eski bir masa gözüne hapsedilmiş. "Askerliğimi yapmak için geldim buraya ilk kez.
Askerlik bitince de yerleştim. O zamanlar adı pek bilinmez bir köydü burası; ama güzelliği tanır gözlerim. Bu kelebek köydeki ilk dostumdu.
Onu çok severdim. Öldürdüm ve sağlıyorum. Başkası öldürmesin diye.
"Kelebeğe baktım. Yüzünde en yakın dostun eliyle öldürülmüş olmanın kederini aradım. Bulamadım. "Askere gitmeden önce İstanbul'da bir sevgilim vardı. Onunla evlenmedim. Karım olmak onu soldurur diye.
Başkasının mutfağında soluyor şimdi, benimkinde değil. "Sevdiği kızı düşündüm. Terk edilişinin nedenini ve anlamını kavradı mı diye. Hiç inanmadım. "İlk müşterim ebe hanımdı. Geldi. Vesikalık resim çektirdi.
Onun kızıile evlendim. İlk müşteri uğurludur diye. "Karısının Akdeniz köylüsü yüzü ve iri elleri geldi aklıma. Gençken güzeldi herhalde dedim.
Yine de Sulhşöyle yan yana koyamadım bir türlü. Sulhi yeniden dükkana girdi. Küçük, eski "mono"teybine Vivaldi kaseti koydu. Dört Mevsim yayıldı dükkana, içeriye sığmadı, kapıdan taştı, kapı önüne birikti; tam benim oturduğum yere. Müzikle beraber, hala ıslak toprak canlandı.
Havada Rengarenk bir sevinç kıpırdadı. İçim kımıl kımıl, sıcacık, ışıl ışıl oluverdi. komşu şeylerden biri bebek, üç kadın ve bir erkek çıkageldiler. Yeni doğmuş bebek kucaklarında bir "aile hatırası"çektirdiler. Sulhi o zavallı stüdyosuna aldı onları. Sanki muhteşem bir kraliyet ailesinin fotoğrafını çekiyormuş gibi özenle öne üç kadını oturttu. Bebeği ortada oturan "yeni - anne"nin kucağına verdi.
Baba arkada, ayakta elleri iki kız kardeşinin omuzlarında vakurca dikildi. Bu pozu üç kez çekti Sulhi. Sonra bir de, baba, bebek ve annenin üçlü fotoğrafını. Köylüler sevinç içinde teşekkür edip gittiler.
Teypte hala Vivaldi çalıyordu. Bu kadar birbirini tutmaz manzaraları iç içe yaşamak beni hem şaşırtıyor, hem de anlatılmaz biçimde çekiyordu.
İzin isteyip kalktım. Sahile indim. Bir sahil kahvesinde çay içtim.
Biraz dolaştım ve pansiyonuma döndüm. Günün kalan kısmı herkesle ve herkesinki gibi geçti: Arkadaşlar, deniz, güneş, yemek falan filan.
Bunlar bedenimi dinlendiriyor ya, aklım fikrim Sulhi'de. Benim gibi sevgililerine - topu topu üç tane zaten - bile çok yakın olİmamış, kuşkucu, soğuk bir insanın, bu garip Yaşlı adamı şöyle çok seviyor oluşu bir garibime gidiyordu. Buna en çok tatile beraber geldiğim iki erkek arkadaşım gülüyor, açık açık dalga geçiyorlardı benimle. akşam yemeğinden sonra Sulhi'yi her zamanki sahil lokantasında yakaladım.
Bozuk aransızcası ile bir turist kıza bir şeyler anlatıyordu. " denizi ve güneşi en erken ve en saatlerinde yaşİmamış olanlar daima ortalama kalacak insanlardır. "Kızcağız anlİmamış, kocaman gözlerle şaşkın, Sulhi'ye bakıyordu. Ben anlattım. Güldü kız. "Bu adam filozof" dedi ve gitti. Burun büktü Sulhi kızın ardından. Filozof kelimesini sevmemişti besbelli. Ben de onun gibi bir kadeh rakı alıp, oturdum karşısına. Deniz önümüzde simsiyah uzanıyordu. Hiç konuşmadan uzun bir süre denize baktık. Kumların üzerindeki tahta masada rakı içtik, denizi dinledik. Ne sabırlı bir derinlik, ne anlatılmaz bir huzur taşır bu konuşulmadan paylaşılan dostluk anları. "Büyük oğlumdan mektup aldım bugün.
Hollanda'da gitar çalıyor oğlum. "Baktım. Sesindeki kederi gördüm.
Dükkânının duvarında asılı fotoğraflarından iki oğlunu anımsadım.
Yakışıklı, uzun boylu iki delikanlı. "Büyük oğlum bana benzer. Hiç uslanmayacak ve hiç mutlu olmayacak!"Yeni bir rakı daha istedi. Canı sıkkın diye düşündüm. Çok içiyor diye hayıflandım. O orada, gözleri denizde, kaskatı oturuyordu. Konuşmaya cesüret edemedim. Bu ne garip bir adam diye yeniden düşünmeye başladım. Bazen ne olağandışı, inanılmaz güzel, bazen de ne sıradan. İşte şimdi karşımda alkole düşkün, oğlunu özleyen Yaşlı bir baba olmuş oturuyor, oysa bu sabah köylü ailenin soylu fotoğrafçısı, Vivaldi sever, düşünen bir adamdı. "Yarın sabah erkenden yola çıkıyoruz. İstanbul'a dönüyoruz" dedim. Başını çevirmeden, buz gibi "İyi ya, yolun açık olsun" dedi. Bu kadar mı? Hepsi bu mu? Keyfim kaçtı. Şöyle ya, ben onun gözünde tatilini deniz kenarında, turistik bir köyde geçiren, biraz da içine kapanık bir genç adamdım. Daha ne deseydi yani? Beni çok özleyeceğini falan mı? Kim bilir o kimlerle karşılaşıyordu her yaz bu köyde. Bir şeyler kırıldı içimde. Ne duygusal bir herifim, diye kızdım kendime. Yapayalnız, buruk, kederli kalakaldım.
Bir sigara yaktım. Kendimi toparlamaya çalıştım. O hâlâ yanı başımda oturuyor, dalgın, denizi seyrediyordu. Sanki ben orada yoktum. Belki de hiç olmadım! Birden fırladı yerinden. "Eve gidip, biraz da bizim Halime'yi memnun edeyim, anlarsın ya!" dedi. Tanrım ne bayağılık, ne çürümüşlük! İçim bulandı. Bu adamı ne sandım ben? Yine kitaplarda yaşıyorum. Yaşlı adam ve Deniz. O Santiago, ben Manolin!Oh ne âlâ! Ah bu benim sınır bilm düşçülüğüm. Pansiyonuma ayaklarım sürüklenerek döndüm.
Uzun süre yatakta döndüm durdum. İçim sıkılıyor, güçlükle nefes alıyordum. Yaşayan birisini ölü saymaya çalışmak, bir insanı öldürmekten güç olmalı diye düşündüm. Rüyamda Hemingway ile bir sal üzerinde dalgalarla boğuştuk gece boyu. Ertesi sabah erkenden uyandırıldım. Güneş doğmadan yola çıkmalıymışız. Sıcağa yakalanmadan yolu yarılayacağımızı söylüyordu arabayı kullanacak arkadaşım. Son bir - iki havlu, diş fırçası ve terliği de çantama attım. Arabanın arka koltuğuna oturdum.
Bir karış suratım, güneş yanığıyla acıyan sırtım ve sabahın erken saatlerinde bir türlü ayılamayışım. En kötüsü Sulhi'nin dün geceki hali.
Kimse dokunmasın bana. Kimse konuşmasın benimle. Arabamız hareket etti.
"Bak az daha unutuyordum. Şu senin pek sevgili fotoğrafçı dostun sabahın köründe geldi, seni sordu. Uyandırayım, dedim, dokunmayın, sabahları güç uyanır o, dedi. Sana bunu bırakıp gitti. "Sulhi'ye duyduğum yakınlığı başından beri sezip, bunu kendisine yapılmış bir haksızlık gibi algılayan arkadaşım bir konserve kutusuna dikilmiş sardunyayı ve kirli bir dosya kağıdına kötü bir el yazısıyla yazılmış bir notu pis pis sırıtarak uzattı. Umurumda mı sanki, uzaktaki sevgilisinden mektup almış liseli bir delikanlı gibi heyecanlandım.
Uykum filan kalmadı, ayıldım, sevindim, heyecanlandım. Buyrun işte, ben adam oİmam! Kağıdı açtım:
"Çiçek dostluk demektir. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Sulhi. "Yalvar yakar, iki arkadaşımı Sulhi'nin dükkanına geri dönmeye razı ettim. Ama o ne? Neden kapalı bu dükkan?
Halbuki şimdi dükkanının önünü suluyor, sabah kahvesini. Kapıda bana yazdığı mektubun kağıdına benzer bir kirli sayfaya karalanmış bir not asılı:
"SULHİ BUGÜN ÇALIŞMAYACAK. "Yola çıktık. Yol boyunca hep iki cümleyi yineledim kendime: Beni seviyor. Gidişime üzülüyor. Yüreğim kımıl kımıl. Neden şöyleyim ben? İnsanlar, insanlar, insanlar. Kocaman, yayvan bir gülümseme takılı kaldı yüzüme bütün gün. Şimdi oturdum ve bu öyküyü yazdım. Kırk yıllık dostum Sulhi'yi siz de bilin diye.
Orta ikideyken, büyüdügü zaman ne olmak ve ne yapmak istedigi konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftligine sahip olmayı hedefledigini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntısına kadar anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftligin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sundugu 7 sayfalık ödev, tam anlamıyla kalbinin sesiydi. İki gün sonra ödevini geri aldı. Kagıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0"ve " dersten sonra beni gör"uyarısı vardı. "Neden "0"aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk. "Bu senin yaşındaki bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
Dedi, hocası. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun!Kaynagın yok.
At çiftligi kurmak büyük para ister. Önce araziyi satın alman gerekir.
Bunu başarman imkansız" dedi. " eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsın, notunu yeniden gözden geçiririm!
Dedi. Çocuuk eve döndü ve uzun uzun düşündü. Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir degişiklik yapmadan geri götürdü hocasına. "Siz verdiğiniz notu degiştirmeyin" dedi. "Bende hayallerimi".
O çocuk bugün 200 dönümlük arazisi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdıgı ödev ise şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. aynı ögretmen geçen yaz 30 ögrencisini bu çiftlige kamp kurmaya getirdi. Ayrılırken eski ögrencisine "Bak" dedi, "Ben senin ögretmeninken, hayal hırsızındım. Ama sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın. "
Aşkın havlusu Orta yaşın üstünde bir italyan, genç ve güzel bir hanıma aşık olmuş. Kadın da bu aşka aşkla karşılık vermiş.
Birbirlerini çok sevmişler ve evlenmişler. kocası eşini hep mutlu etmek endişesi taşıyormuş. ancak yatakta mutlu edemediğini görüp karısına problemini açmış. "ne yapalım?papaza soralım. "kaçırını almışlar. olayı papaza açmışlar. papaz derhal bir tavsiyede bulunmuş:
" genç bir kişi sizin üzerinizden bir havlu ile, havluyu sağa sola sallayarak esinti yapsın! " Havluyu sallayacak Gençi bulmuşlar genç adam onlar sevişirken havluyu sallamış, sallamış. ancak sevgililer yine mutlu olİmamışlar.
Tekrar papaza gitmişler:
"Ne yapalım"
Demişler. papaz bir süre düşünmüş kocaya:
"Birde havluyu sen sallaşöyle deneyin" demiş. iki sevgili evlerine dönmüşler ve papazın tavsiyesine uymuşlar, havluyu koca sallamış, kocanın yerine genç adam geçmiş. tabii sonuç müthiş olmuş, yer gök inlemiş ve koca, karısını memnuniyetini ve mutluluğunu girerek, genç adama dönmüş. birazda küçümseyici bir tavırla " gördün mü koçum.
Havlu şöyle sallanır. "
Sağlık Sigortası Orta Yaşlı bir çift, doktora gitmişler; - " doktor sevişirken bizi izlermisiniz?" demişler.
Doktor şaşkın şaşkın bakmış demek bir sorunları var. Tıp adamı olarak yardım etmek zorunda; - "Peki" demiş. çift yatağa uzanmış doktor izlemiş ve teşhisi bildirmiş; - "
"İkiniz'de gayet sağlıklısınız, Sevişmeniz fevkalade merak edecek bir şey yok viziteniz 32 dolar bu'da fataranız".
Ertesi hafta çift yine gelmiş doktora sevişirken bizi izle diye. Gene izlemiş doktor. Gene sorun yok. Gene vizite 32 dolar. Her hafta çiftarandevu alıyor, geliyor, sevişiyor. parayı ödüyor, çıkıp gidiyor.
Bir türlü bir şey bulamayan doktor sonunda dayanamamış; - "Bana biraz yardımcı olun sıkıntınız ne söyleyin?". Adam cevap vermiş; - " Herhangi bir sıkıntımız yok birşey bulmanızı'da istemiyoruz. Bu kadın evli, onun evine gidemiyoruz ben'de evliyim benim eve'de gidemiyoruz. Hilton geceye 178 dolar istiyor. Sheraton 182 dolar. Buraya ise sadece 32 dolar ödüyoruz üstelik sğlık sigortamız bu 32 doların 26 dolarını bize fatura karşılığı geri ödüyor".
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntısına kadar anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam anlamıyla kalbinin sesiydi. İki gün sonra ödevini geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve:
- "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
Çocuk:
- "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına.
Hocası:
- "Bu senin yaşındaki bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal. Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağın yok.
At çiftliği kurmak büyük para ister. Önce araziyi satın alman gerekir.
Bunu başarman imkansız. Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, notunu yeniden gözden geçiririm" dedi.
Çocuk eve döndü ve uzun uzun düşündü. Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına:
- "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin. Bende hayallerimi." dedi.
O çocuk, bugün 200 dönümlük arazisi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev ise şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Aynı öğretmen, geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Ayrılırken eski öğrencisine:
- "Bak. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızındım. Ama sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."
Kadın 27 yaşında. Yüregi, kaç beyaz soguklara terkedilmiş ama inat bu ya hala sımsıcak. Elinde samur fırçası, geçmişi karalayıp bugünü renklendiriyor hiç durmadan. Renkler kıpır kıpır, içindeki çocuk haşarı mı haşarı. Gözleri ise bugulu bakmakta hüzünlere yenik. Hayatı sorgulamaktan çoktan caymış. Arayışları var kendinden bile sakladıgı.
Bela da geliyorum demez ya. İşte şöyle bir anda; ruhu sanal dünyanın kapısından sızıverir içeri sessiz, habersiz. Hani şu chat canavarı var ya bu günlerin belalısı. Orada kendisi gibi şaşkın yüreklerin arasında bulur kendini. Ve. olanlar olur o zaman. Hiç beklenmeyen anda buzdan kayar gibi " HOOOp" Havada bulur duygularını darmadagınık. Sanki başında deli rüzgarlar hiç esmiyormuş, esenlerde yetmiyormuş gibi. Erkegin yaşı 30. Hırslı, kendinden emin. Kendisiyle barışık ve yaşadıgına memnun.
Kahkahası earandan yüreklere taşan, mutlu ve duygu dolu bir bulut adam.
Eşi ve çocugu için yaşamakta olduğunu saklamadan kadını daver eder sanal dünyanın sanal aşk oyununa. Acemidir kadın. Belki genç adam daşöyle.
Oynadıkları oyunun tehlikesinden habersiz bir masalı yaşamaya başlarlar.
Earanın karşısında nefeslerini tutup beklerler sevdalısının gelmesini.
Zamanın koordinatları buluşmadıgında, birbirlerine teget geçtiklerinde hüzün yayılır gecelere. Sabah yeni umutlara gebe başlar. Ve earanda dogarlar her buluşmaya yeniden. Duyguların en fırtınalısına yakalanırlar. Birbirlerini gerçekten merak ederler. Bulut adam kadının açlıgında, üşümesinden bile sorumlu tutar kendini. Kadınsa adamın yorgun hallerine dayanamaz. Elleri dokunmasa da ellerindedir artık. Günler aylar geçer. Hayaller earana sıgmaz olur. Artık görmek isterler birbirlerini. Dokunmak, sarılmak isterler. Hatta çılgınca sevişmek.
Kadın kıaranır onsuzlugun acılarında. Özlem şiddete dönüşür. Acıtır.
Oyun degildir artık bu. AŞK earanda degil hayatın ta içinde yaşamaktır.
Bulut adam sorar durmadan; - N'olacak şimdi. Kadın, adam kadar cevapsız.
"Bilmiyorum" der. "Bilmiyorum"Artık sorgulamalar başlar duyguları. "Bu nedir?. Bunun adı ne?"Yaşananlardır gerçek olan. Hissedilendir. her sevdanın başını bir karabasan bekler ya. Beklemese sevda denen şey olmaz zaten. Artık her şeye gözlerindeki buguların ardından bakmaktadır. Ve earana şunları; buzların arasından aldıgı yüreginin kaleşöyle yazar.
Yüregini buzlara iade etmek üzere. "Beni ignore et. ne olur bunu yap.
"Bulut adam şaşkındır belki ama adı gibi bilir. Dogru olan budur.
Düşünür bir süre. Susar earan. Susar kadının yüregi. Ölüm anıdır bu.
Verilen son nefestir sanki. "Sevdam Hayır dese"
"Sensiz yapamam dese"
Diye bekler nefes almka için. Bulut adam suskunlugunu bozdugu yerde ölecektir kadın. Bunu ikiside bilirler. Bir yazı belirir earanda çaresizce okunan; "Netten çıkıyorum o zaman " Hoşçakal"Mavi üzerine siyah yazılmış sözcükler kararlı ve kesindir. Titreyen ve cansızlaşan parmakları son bir kez tuşları gezinir kadının " Hoşçakal" düşer bulut adamın gülen yüzü earandan. Ve KADIN ÖLÜR.
İşte, erkekleri sinir etmek için yeni ve geliştirilmiş tüyolar: 1. İlk önce aşkınızı ilan edin; onu da kendinize aşık edin;
Sonra bir yanlışlık olduğunu söyleyip geri çekilin. 2. İlk önce, "ömrümün sonuna dek seninim" deyip kendinize bağlayın. Daha sonra "Aşk, sürdüğü müddetçe ebedidir" deyin. Bu, onu cin çarpmışa çeviçecektir. 3.
Ğabriel ğarcia Marquez`in Kolera Zamanı Aşk`ını okumasını coşkuyla salık verin ve romandaki kahramanın 51 yıl aşkını beklemesi gibi bir daaranış sergilemesini ondan da umduğunuzu ima edin. 4. Kontrolün kimde olduğunu göstermek için, onun telefonlarına ve e - posta mesajlarına - verecekseniz bile - hep geç cevap verin. 5. Telefon ettiğinizde de, kendinizi odadaki kişiyle konuşmayı kesmek zorunda hissetmeyin. Bırakın, telefondaki erkek arkadaşınız beklesin ve konuşmanızın yalnızca sizin tarafını dinlemek zorunda kalsın. 6. `Yanlışlıkla` özel notlarını okuyun, sonra hesap sorun. 7. Eski erkek arkadaşınıza iletmeniz gereken bir mesajı yanlışlıkla onun telesekreterine bırakın. 8. Evini ziyaret ettiğinizde telefon çalarsa, suçlar bir biçimde " Hmm, bu da kim olabilir?" diye dudak bükün. 9. Arandevulara 15 dakika geç gitmeyi adet haline getirin. Bir gün, haklı sebepten de olsa geç kaldığında küplere binin. 10. Hattaarandevulara hiç gitmeyin. Sözlerinizin hiç birini tutmayın. 11. Sizi kentin en pahalı restaranlarından birine götürmesini sağlayın; yemek gelince de yüksek sesle porsiyonların küçüklüğünden yakının. Ya da kıtlıktan çıkmış gibi yiyin. 12. Evinizin en göze çarpan köşesine eski erkek arkadaşınızın çerçeveli resmini asın. 13. Yatak yapmayı, ütülemeyi, yemek pişirmeyi, temizlik yapmayı bilmemezlikten gelin. 14. İlk öpüştüğünüzde dilinizi boğazına kadar sokun. 15. İzinizi bırakın: boynunun görülebilecek bir yerini İsırın. 16. O evinden bir başka yere taşınırken, münasip bir biçimde tatile çıkın. 17. Bir başka erkek arkadaşınız olduğunu söylemeyi unutuvermiş olun. 18. Onu iş yerinde ziyarete gittiğinizde, amiri ya da daha iyisi memuru ile kesişin. 19. Arkadaşlarının yanında küçük düşürün. 20. Annesini eleştirin. Ebeveynini ziyerete gittiğinizde, onun hiç sevmediği elbisenizi bilhassa giyin. En yakın akrabalarının, kardeşinin falan adını unutun. 21. Sözüm ona size hediye aldığı ütü, ekmek kızartma makinesi, mikser gibi ev eşyalarını yılbaşında annesine hediye edin. 22.
En sevdiği dostunu sürekli eleştirin. 23. Vereceği partiden önce en ilgisiz konuda kavga çıkarın ve bütün gece suratınızı asın. 24.
Gideceğiniz partide kravat takma mecburiyeti olduğunu söylemeyin. 25. O arabayı sürerken sürekli karışın; arabanın orasına burasına tutunun;
Frene basıyormuş gibi yapın. 26. Siz arabayı kullanırken, kaybolsanız bile durup yön sormayı reddedin. 27. Film seyrederken elini tutmayın.
28. Esprilerine gülmeyin. 29. Michelle Pfeiffer`ı beğendiğinde hakarete uğramış gibi bozulun; Daniel Day - Lewis`i seyrederken kendinizden geçin, alkışlayın. 30. Eski kız arkadaşlarıyla dalga geçin. 31. Aşka hazırlık safhasında, anatomisinin aşağı kısımlarında rastgele bir şeyi tutun ve "Bu mu?!" diye sorun. 32. Sevişirken onun adı hariç, kendinizinki dahil herhangi bir ad haykırın. 34. Uyumak istediğinde, okumasanız da gece lambasını açık tutun. 35. Uyurken kol ve bacaklarınızla ahtapot gibi ona sarılın ki sabaha kadar bütün vücudu uyuşmuş olsun. 36. Çalar saatin sizin tarafınızda olmasında ısrar edin ama çaldığında, erişemeyeceğini bilerek, uyumayı sürdürün. 37. Her gece, o, yatağa girmenizi beklerken cilt bakımınızı son kerte yavaş yapın;
Çantanızı baştan düzeltin; bozuk paraları etajerin üzerine büyük bir itina ile yavaş yavaş dizin. Sonra, yosunlu masşöyle yatın. 38.
İlişkinizi, gelecek kuşaklar için görüntüleyin; daha doğal oluyor diye hazırlıksızken fotoğrafını çekin. 39. Arkadaşlarınızla saatlerce telefonda konuşun; sonra o sizinle konuşmak istediğinde yorgun olduğunuzu, TV seyretmek istediğinizi söyleyin. 40. TV seyrederken, uzaktan kumanda ile kanalları durmaksızın değiştirerek kıvançla el maharetinizi gösterin. 41. Tam gazetesini, dergisini ya da kitabını okumak istediğinde TV`yi açıp sadece hanımlara hitap eden bir programı seyredin. 42. Ne okuduğunu görmek için elinden kitabı alın ve sayfayı kaybedin. 43. O tam gazete okuyacakken, ayağınızı kucağına uzatın ve ovmasını söyleyin. 44. TV`de heyecanla maç seyrederken odaya girip kanalı değiştirin; "Bu belgeseli kaçıramazsın" deyin. 45. "Meyve yemek ister misin?" diye sorun ve onun kalkıp getirmesini bekleyin. 46. O dışarı yemek almaya giderken aç olmadığınızı söyleyin. Sonra o yerken ağzınızın suları aksın; başınızı yana eğip, size de vermek zorunda kalıncaya kadar sessizce onu seyredin. 47. sürekli ovulmak isteyin ama onu ovmak için hiç oralı olmayın. 48. O ilk önce ovarsa sizin de onu ovacağınıza söz verin; sonra uyuyakalın. 49. Evlilik lafı edildiğinde yüzünüz kireç gibi bembeyaz olsun. 50. Ne konuştuğunun farkında olmadığını söyleyin. 51. Konuşurken dinlemeyin. 52. Telefonda konuşurken esneyin ve o sırada uzandığınızdan rehavet çöktüğünü bahane edin. 53.
Gününün nasıl geçtiğini sorun; sözünü kesin ve kendi gününüzü anlatın.
54. Gününün nasıl geçtiğini sorun; sonra öbür odaya geçin. 55. Gününün nasıl geçtiğini sormayın. 56. Arkadaşlara bir olayı tatlı tatlı anlatırken ortasında sözünü kesin ve siz bitirin. 57. Onun her gün biteviye yaptığı olağan bir işi siz yaptığınızda iltifat bekleyin. 58.
Sizi sevdiğinizi söylediğinde boş gözlerle bakın. 59. Her fırsatta, "Ben demedim mi?" deyin. 60. Suratınızı asın; "Neyin var canım benim?" diye sorduğunda, " Hiç!" deyin. 61. Canınızın bir şeye sıkıldığını bildiğini bildiğinizi bildiğinde bile hala " Hiç!" deyin. 62. Nihayet, "Neyin var canım benim?" demekten vaz geçtiğinde kırılın ve artık duygularınıza eskisi kadar önem vermediği için serzenişte bulunun. 63. çok büyük bir kavgadan sonra hiçbir şey olmamış gibi daaranın ve yapmakta olduğunuz video kliple ilgili alakasız bir soruyu sakince sorun. 64. çumartesi günü hasta yatağında yatarken, arkadaşlarınızı davet edin ve iskambil oynayın. 65. Kilo aldığında, yerçekimsel özürlü olduğunu bilhassa belirtin. 66. Kilo vermek istediğinde, eski erkek arkadaşınızın egzersiz programını ya da gıda rejimini tavsiye edin. 67. Ona, kendi görsel zevkiniz için, en sevdiğiniz erkek artistin egzersiz videosunu alın. 68.
Yeni saç traşı olduğunda aldırmayın, farkına varmayın. 69. Yeni aldığı elbisenin yakışıp yakışmadığını sorduğunda, gözünüzü TV`den ayırmadan yakıştığını söyleyin. Daha sonra baktığınızda, "A, bunu mu giyiyordun?"
Diye sorun. 70. Ona, `bitirim, son kerte yakışıklı` artist ve modellerin sizi hiiiç mi hiç ilgilendirmediğini, hep *onu* tercih ettiğinizi göreksiz yere, durup dururken anımsatın. 71. Onu, eski erkek arkadaşınızla sürekli karşılaştırıp, " Hayatım, o saçımın dağınık kalmasına hiç aldırış etmezdi" gibi bir laf edin. 72. Her yaşgününde, ilk verdiğinizde çok sevdiği tişörtün hep benzerlerini alın. 73. Onun yaşgününde, kendi gitmek istediğiniz bir etkinliğe bilet alın. 74.
Kutlanacak herhangi bir günde, aslında kendinizin istediği bir şeyi hediye edin. 75. Yaşgününde ne istediğini yüzde yüz bildiğiniz halde, daha fazla memnun olacağına `emin` olduğunuz bambaşka bir şeyi alın. 76.
Yaşgününü unutun; sonra üstünde üzgün bakışlı bir enik olan bir kart atın. 77. Yıllık tatil için birlikte biriktirdiğiniz parayıa makyaj malzemesi alın. 78. Evi kendi zevkinize göre yeniden döşeyerek ona sürpriz yapın. Başka erkeklerle olan anılarınızı canlandıracak söylerle süsleyin. 79. Tanınmayacak hale gelmiş eşyaları bile bir gün faydası olur diye atmayın. 80. İçine göremeseniz bile lise yıllarından kalan buluzunuzu giyin ve "öldu!" deyin. 81. Eve kedi almakta ısrar edin;
Bağıramazsanız, evdeki bütün çiçeklere ad koyun. 82. önunla konuşacağınıza kedinizle konuşun. 83. Köpeği önüne gelene havlamaya ve saldırmaya başladığında, " Eğitilmesi için, artık köpeği okula gönderme zamanı geldi" deyin. 84. Mırın kırın ettikten sonra kuru temizleyiciden kerhen aldığınız elbisesini, kedinin üzerinde uyuması için yatağın üzerine fırlatın. 85. Sorulmadan, evin bütçesini dengelemek için öğütte bulunun. 86. Alışveriş sırası size geldiğinde, mümkün olduğunca, donmuş yiyecek alın. 87. Buz küpleri yapmaya yarar şeyi buzluğa susuz koyun.
88. İşten eve geldiğinde, akşam yemeği için eksik malzemeyi almak üzere, en yakını iki km ötede olan şarküteriye gönderin. 89. Kırk yılın başında, içinden geldiği için özene bezene yaptığı enfes yemeği TV seyrederek yiyin. 90. Kırk yılın başında, içinden geldiği için özene bezene yaptığı enfes yemeğin içine tuz başta olmak üzere her türlü bağıratı koyun. 91. Kırk yılın başında, içinden geldiği için özene bezene yemek yaptıktan sonra, sızlanarak o gün hamburger yemek istediğinizi söyleyin. 92. Kırk yılın başında, içinden geldiği için özene bezene hazırladığı yemeği sizinle paylaşma girişiminde bulunma cesüretini kırın. 93. Kırk yılın başında, içinden geldiği için size yemek yapmak istediğinde ailenizden birinin çok iyi yaptığı bir yemeği yapmasını isteyin; tattıktan sonra yüzünüzü buruşturun. 94. Yemek pişirmesinin sizinki kadar iyi olmadığını söyleyin. Ancak, çok meşgul olduğunuzdan yemek pişirmeye ayıracak vaktiniz olmamış olsun. 95.
Çamaşır yıkama sırasının ona geldiği hafta, her gün üç kez elbise değiştirin. Hatta bir saat için giydiğiniz buluzu, katlayıp şifoniyere koymaktansa kirliye atmanın daha kolay, her duştan sonra havlunuzu değiştirmenin bayağı yararlı olduğunu birden farkedin. 96. Kan lekeli donlarınızı ortalıkta bırakın. 97. Tuvalet kağıdı bitince, bilhassa bir yolculuk için bir süre kent dışına giçecekseniz, ruloyu değiştirmeyin.
98. Traş losyonu yerine bol bol kullanmaya bayıldığı cilt temizleme losyonunuzu saklamayı ihmal etmeyin. 99. Islak havlunuzu yatağın üzerine, onun yattığı kısma fırlatın. 100. Asetonla temizlenemiyorsa temizlemeye, mutfak bıçağıyla düzeltilemiyorsa düzeltmeye değmez diye düşünün. 101. ö hazır olmasa bile garsona sipariş vermeye hazır olduğunuzu söyleyin. 102. öna sormadan onun için de siparişi verin. 103.
Kendisine ait olmayan siyasi görüşleri ona atfedin. 104. Başınızdan geçen tatlı bir olayı anımsatın ve anlamsız gözlerle baktığını görünce, şöyle ya, o sen değildin" deyin. 105. Başka erkeklerle olan ilişkilerinizde belirsiz olun; sürekli tahmin etmeye çalışsın. 106.
Yapılması görekli bir şeyi gelecek hafta yapacağınızı söyleyin. 107.
Yapılması görekli bir şeyi gelecek hafta sonu yapacağınızı söyleyin.
108. Yapılması görekli bir şeyi `yakında` yapacağınızı söyleyin. 109.
Her şeyi baş ağrınıza yükleyin. 110. Annesi geldiğinde, abonesi olduğunuz Playgirl türü derginin ortalıkta gözükmesini sağlayın. 111.
Kileri temizleyeceğinize söz verin; sonra sadece içindekilerin yerini değiştirin. 112. Evdeki hayvanın sizi daha fazla sevdiğini söyleyin.
113. Bir spora başlayın ama gerçekte sadece TV`den seyredin. 114. Eve yeni alınan bir aletin işletme talimatını "Bir моrоn bile bunu işletebilir" diyerek okumayı reddedin; sonra bozduğunuzda kabahatı fabrikada bulun. 115. Onun fütursuz alışveriş huyu üzerine ileri geri konuşun; sonra gidip yarım düzine çift ayakkabı alın. 116. Ertesi çarşıda bir çift daha alın; fazla mal göz çıkarmaz. 117. Sabah kendinize kahve yaptıktan sonra sütü dışarıda bırakın. 118. Yalancı tırnaklarınız salatanın içinden çıksın. 119. Dişinizi ilk önce siz fırçalayın ve macun köpük ve artığını lavabodan temizlemeyin. 120. Yatmadan önce banyoyu önce siz kullanın ve her yere su sıçratın. Naylon çoraplarınız ipte asılı, kanlı tamponlarınız yerde atılı kalsın. 121. Sorduğunda, evlenmek istediğinizi ama zamanını bilmediğinizi söyleyin. 122.
Sorduğunda, `işler yoluna girdiğinde` evlenmek istediğinizi söyleyin.
123. Sorduğunda, `belki gelecek yıl` evlenmek istediğinizi söyleyin.
124. Kafası çok fena bozukken çocuk taklidi yaparak konuşun. 125.
Kavgadan sonra çiçek gönderin ve artık herşeyin eskisinden daha iyi, güllük gülistanlık olduğunu varsayın. 126. Kilo vermeye çalışırken, "
Harika görünüyorsun hayatım, tatlını yiyebilirsin" deyin; sonra geçen yılın pantalonlarına sığmadığını söyleyin. 127. Kendiniz 10 kg aldıktan sonra onun 2 kilo alması ile alay edin. 128. Hayatınızda onu hiç sakallı görmediğiniz halde a - acayip yakışacağını beyan edin. 129. Yetişkin hayatı boyunca bıraktığı sakal ve saçlarını dibinden kestikten sonra uzun saç ve sakalı ne denli çok sevdiğinizi söyleyin. 130. Saçınızı onunkinden daha kısa kesin. 131. Aşikar bir yalan söylemekten sakının.
Kilolu görünüp görünmediğini sorduğunda "Yo, *aslında* hayır" deyin.
132. Sözde kompliman yapın; kaş yapayım derken, göz çıkarın:
"Siyah da çok ince gösteriyor", "çildin de bayağı düzeldi"falan deyin. 133. Ah bir anlayabildiğinizde, kaygılarını tartışmaktan nasıl da mutluluk duyacağınızı belirtin. 134. Okumak için gece lambasını açık tuttuğunda şiddetle itiraz edin ama o uyumak istediğinde siz okumak için açık tutun. 135. Yatak odanızdaki TV`nin bir süre sonra kendiliğinden kapanacağı konusunda onu temin edin; sonra sabaha karşı söndürmek için kalkmak zorunda kaldığını gizlice ve haince seyredin. 136.
Çamaşırlarınızı etraftan toplamayın; sonra "Burası darmadağın" diye yakının. 137. 3 yastıkta ısrar edin; o uyuduktan sonra onun tek yastığını da çalın. 138. Yorganın onun üstündeki kısmını da üstünüze çekin, donsun.
Genç yönetmen yeni filmi için yüzü düzgün, kamera karşısında rahat, düş gücü gelişkin bir kadın oyuncu arıyordu. Gazeteye ilan vererek adayları davet etmişti. Gün boyu peş peşe girdiği mülakatlardan yorgundu. O, kendine yeni bir kahve koyarken, sıradaki oyuncu adayını içeri aldılar. Alımlı genç kız, yüzünde meraklı bir tebessümle deneme kamerasının karşısına oturdu ve yönetmenle sohbete başladı. Adı Emile Muller'di. Kısa hasbıhalden sonra yönetmen değişik bir şey denemiş olmak için "Çantanızı açıp bana içindökülüri birer birer anlatır mısınız?"
Dedi. genç kız arkadaki çantaya uzandı. Fermuvarını açtı. Önce eline gelen iri kırmızı elmayı çıkarıp anlattı:
"Bu elmayı sabah tezgah başında meyvelerini parlatırken gördüğüm manav hediye etti. Çok iştahlı bakmış olmalıyım. "Sonra bir kitap çıkardı. Henüz kitabın ilk sayfalarında olduğunu ve okuduğu satırlardan çok etkilendiğini anlattı.
Romanın baş kahramanının dalaverelerinden söz etti. Ardından bir gazete çıkardı: İş aranıyor ilanını orada okumuştu. Listede, başvuracağı başka işler de vardı. Sonra makyaj çantası, ajandası ve not defteri. Yönetmen, bu sonuncudan rasgele bir sayfa çevirip okumasını isteyince defteri açıp mahcup bir edayla okudu genç kız. Özel duygulardı okudukları.
Derken çantanın gizli bölmesine attı elini. Oradan iki fotoğraf çıkardı.
Biri uyuyan genç bir adam fotoğrafıydı:
"Sevgilim"
Diye açıkladı:
"Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmez de. Ancak uykudayken çekebiliyorum fotoğrafını. "İkinci fotoğrafın annesinin evlenmeden önceki hali olduğunu söyledi. O halini şimdikinden daha çok seviyordu. genç kızın, çantadan çıkarıp büyük doğallıkla anlattığı her bir nesne, bir yapbozun parçaları gibi onun hayatından kesitler sunuyordu. * * * Bu oyun, 15 dakika kadar sürdü. Sonunda yönetmen Emile'e teşekkür etti. Çıkarken kapıdaki görevliye telefonunu bırakmasını söyledi. "Arkadaşlar gelecek hafta sizi arar" dedi. Emile çıkarken, yönetmenin asistanı girdi içeri.
Dışarıda bekleyen daha pek çok aday vardı. Yönetmen gerindi. Kısa bir mola vermek istediğini söyledi. Hala aradığını bulamamıştı. Yeni bir kahve doldururken karşısındaki sandalyeye asılı çantaya ilişti gözü.
Biraz önce içindökülürin birer birer anlatıldığı çantaydı bu. Telaşla asistanını uyardı:
" giden kız çantasını unutmuş, hemen koşup yetiştirsene. "Asistan kız sandalyeye baktı ve "Yoo. O benim çantam"
Dedi. Yönetmen, koltuğundan ok gibi fırlayıp kapıya seğirtti. Aradığı oyuncuyu bulmuştu.

Genç kadın bebeğin güzelligi karşısında büyülenmiş gibiydi.
Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bi burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuguydu. Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için egildiginde; Dokunma bana. " diye bir ses duydu. "Beni okşamaya hakkın yok senin. "Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka kimse yoktu içeride. aynı sesi tekrar duydugunda bebege döndü. Aman allahım!. Yeni dogmuş görünmesine rağmen konuşan oydu. "Bana yaklaşmanı istemiyorum"
Diye devam etti. " Hemen uzaklaş benden. "Kadın, biraz olsun kendini toparlayarak:
"Çocuklarımızıhep erkek oluyor" dedi. "Onlar da güzel ama kız çocukları Başkan Bu yüzden seni öpmek istedim. "
"Beni öpemezsin"
Diye ağlamaya başladı bebek. "Benim de seni öpemeyecegim gibi. "
"Neden?" diye sordu kadın. "Neden öpemezsin ki?"
Bebek, hıçkırıklara bogulurken:
"Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi. " düşünürsen mutlaka bulacaksın. "
Kadın, neler olup bittigini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkarıp kadına uzatırken:
"
Geçmiş olsun hanımefendi" dedi. "Başarılı bir kürtajdı dogrusu. Ha.!
Sahi, "kız"mış aldırdıgınız bebek. "
Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere, kalp nakli için ilan vermişlerdi. Canını feda edecek birini arıyorlardı. genç kız ise hergün hastahane odasında biraz daha solmaktaydı. Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu. Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı. Yinede engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına, fakir ama onu seven sevgilisi. Hergün aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu.
"Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti delikanlı. genç kızda zaten başka birşey istemiyordu. Sevgiye muhtaç biri, sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdiki. Ama olmamıştı işte, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş, onları ayırmıştı. İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi. Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi. Ayrılıklarından bu yana 5 bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti. Her günü zehir, her günü hüaran. Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini kimseyle paylaİmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an. Acaba o neler yapmıştı bu kadar sene boyunca. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı, bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini seyrederdi. En çokta saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş, koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu. Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa, kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama. Zaten artık ölüm umrunda değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki. Tekrar o geldi aklına. Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık. Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı.
Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu. Ufakta olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek istemiyordu. Oysa sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi. Kendi sevgi dolu kalbinin kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile, ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu.
Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza. Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada. Ama sevdiğinden bi hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti. Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belkide sevdiği onu unutmuştu. Bu düşünceler içinde derinliğe daldı. Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü bulduklarını müjdeleyecekti. fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı. Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı. O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. 1 hafta sonra tekrar gözlerini açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki birşeyler eksikti. Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti.
Ama içindeki burukluğu bir türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu. Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı. Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya bağlıyordu. genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlamış, ama ameliyat kolay değil, bir aydan geçer demişti doktor. Aylar geçmişti ama hala aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Hergün onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlarla. En çokta kaç kırmızısı gülünü seviyordu.
Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi. Oda genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi görüyordu genç kız.
Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle. Kapı çaldı aniden.
Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti. Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.
Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı. Yılar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği sevdiğinin kokusu vardı mektupta. Başı dönmeye başladı.
Koltuğuna geçip oturdu yavaşça. Kağıdı açtı. Ve elleri titreyerek okumaya başladı. "Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe 2 sevginin sığmayacağını bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim. Her günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin dahada artıyordu. Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden dahada hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım.
Hergün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım. Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime, sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım. Ve bir gün herşeyi değiştiçecek bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim. Ve değerlendirdim. Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye. Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık. Senden çok uzaklardayım belki, ama yinede seni görmek için uzaklardan gelebiliyorum. Hemde her gece. Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken yanağına bir öpücük konduruyorum. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi bildiğimi sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi sevmemizin 6. senesi. Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarında sen gel olur mu sevgilim. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak olur mu? Çünkü gözyaşlarımla, adını yazdım ona. Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde. Unutma, kırmızı gülüde unutma olur mu?. Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadarda Seveceğim. Sevgilin. "
Güneşli, hafif rüzgarlı bir sonbahar günüydü. genç adam, arkası dönük olduğu halde; pencereden dışarıyı eyrediyordu.
"Yaprakların dökülüşlerini görüyor musun?" dedi, duygu yüklü bir ifaşöyle. Sonbahar, dışarıda hükmünü icra ediyordu. Karşıda ki tek katlı evin avlusunda, şemsiye şeklindeki erik ağacının sararmış yaprakları rüzgarın etkisi ile havada daireler çüzerek uçuşuyorlardı. "Bilir misin?
Her yaprağı koruyan bir melek varmış. O bırakmadıkça yere düşmezlermiş.
"Pencerenin önündeki akasya ağacının yaprakları hala yeşil ve zinde gözüküyordu. Ardıç ağacı, yaprağını dökmemenin gururuyla bir minare şeklinde yükseliyordu. Yeşilliğinin bütün ihtişamı üzerindeydi.
Üniversitenin bahçesinde kavak ağaçları yapraklarını dökeli çok olmuştu.
Caddeden; el ele, kol kola, kızlar, erkekler gelip geçiyordu. "Sen, akıllı ve zeki bir kıza benziyorsun. "Beklemediği iltifat hoşuna gitmişti. Dinledi ve beklemeye geçti. Her iltifatın arkasından genellikle bir istek geldiğini bilirdi. "Bana hatıralarını yazar mısın?"
"Bir genç kızın hatıraları ne olabilir ki? Hem bunu neden istiyorsunuz?"
" Hikayeni yazmak istiyorum. "
" Hiç düşünmedim. Hayır, Hayır, yapamam. "
"Fevkalade yapabilirsin. Hem itiraz da istemiyorum"
Genç adam, döndü ve bilgisayarın tuşlarına dokunarak; wordu açtı. Earana iri bir başlık atmıştı. "adı da, "Taşradan Gelen Çiçek"olsun. İsim çok güzeldi. genç kız; içinden birkaç kez tekrarladı. "Taşradan Gelen Çiçek"
"Taşradan Gelen Çiçek"Bu sanki kendini anlatıyordu. Bu nasıl olurdu?
Genç adamı yeteri kadar tanımıyordu. Bilgili birine benziyordu.
Bakışları ve sözleri insanın içine işliyordu. Yanındayken bir şey yazmadı. Gitmesini bekledi. Uzun süre kalmadı. İşleri vardı gitti. Büro genç adamın olmasına rağmen; arada bir işi oldukça uğruyordu. Hiç düşünmediği halde; bu emre itaat etmek istiyordu. İşe alırken katı kurallar koyan ve sert konuşmaları olan bu insanı; fazla tanımıyordu.
Görünüşü saygı duyulmayı telkin ediyordu sanki. İlk gün onu, çok sert ve katı kuralları olan, anlaşılması imkansız biri olarak görmüştü.
İnsanları anlamak için sadece görüntü yetmezmiş. Meğer hiç deşöyle biri değilmiş. Annesi, insanları çekiniçecek birer mahluk olarak göstermişti.
Hepşöyle anlatmıştı. Duyguları, akıldan öne geçiyordu. Duygularının kendini yanılttığını anladı. Babacan tavırları karşında; ona olan sevgi ve saygısı her geçen gün biraz daha artıyordu. İçinden " Hatıralarımı niçin yaİmamı ister ki? Hikayeni yazmak istiyorum demişti ya. O, bir yazar mıydı ki? Daha önceleri, İsmini hiç durmamıştı. Acaba, hiç kitap yazmış mıydı? Veya başka bir sebeple istiyor olabilir miydi?
Yazacaklarımı bir başka amaçla kullanabilir miydi?"Ardı arkası kesilmeyen sorular aklını kurcaladı durdu. Nereden ve nasıl başlayacağını da bilemiyordu? Her şeye rağmen denemekle ne kaybederdi ki? Bu isteği, reddedemedi. Başladı ve bir kaç satır yazıp bıraktı.
"Oturduğumuz köy, bir dağın eteğinde ve önünde koca bir ova uzanıyordu.
Her yıl erken bastaran kar, yorgan döşek hasta gibi yatardı. bağıra hatta yaza kalırdı. Hiç kalkası gelmezdi. Dağların ve taşların karla kaplı olduğu bir günde doğmuşum. Günün anısına adımı "Kardelen"koymuşlar. Kaderlerimizin benzer oluşundan mı? İsimlerimizin benzer oluşundan mı? Bilmiyorum ama adımı taşıyan kardelen çiçeklerini bir ayrı seviyorum. Kışın ortasında kara inat kaç altından boylarını uzatırlar. Parlayan güneşin altında nazlı nazlı boyun bükerler. Ak rengini kardan alırlar. kaç suyu ile beslenir. Soğuğa ve gecelerin ayazına dayanırlar. Katlanmayı bilirler. Sevgiye, sevince ve bağıra müjdeci olurlar. Dağlarda ve kırlarda yetiştiklerinden dolayı kardelenler taşralıdırlar. Bunun için utangaçtırlar. Usul erkaç bilmezler. Bir bakıma çekingenliğin ve utangaçlığın sembolüdürler. O, hep yalnızdır. O, hep yok ve acılı günlerde vardır. Bahar geldiğinde, tabiat renkten renge girdiğinde de yine yalnızdırlar. Çiçekler, toprağın zindanından daima yağmurun ipine tutunarak çıkarlar. Kardelen, karlı sarp ve buzlu yüksek tepelerde açan mucize çiçektir. Sarp ve yüksek tepeler onun vatanıdır. Bazen en yakın yeşillik bile çok uzaklardadır kardelen için. Işığa, güneşe sevdalıdır yaratılandan beri. Cılız bir ışık, küçük bir umut görse kırar buzları, eritir karları kardelen.
Işığa, aydınlığa ulaşmayı kafaya koymuştur bir kere. "
"Kardelen şubat ayında karları delerek kendini gösteren soğanlı çiçeklerdendir.
Türkiye`de Toros dağlarında doğada kendiliğinden yetişmekte ve soyu giderek tükenmektedir. Kardelenin ince ve küçük yaprakları vardır. Beyaz çiçekleri damlacıkları andırır. Karın zorlu baskısını ve ağırlığını delip yüzeye çıkarlar. Bu narin çiçek, bu nitelişöyle bizim yurtdışında çeşitli zorluklarla boğuşarak hayata yükselen çocuklarımızı benzerler.
Bağıra ait ne varsa, yaşama ait ne varsa, alıp götürecek karlar altındaki ak sinesinde saklayacak toprağın. Karakış kara toprağın bağrında büyütünceye kadar ümitleri, koruyacak tohumları. Ve sonra yeniden Yüce adaletin söz sırasını ona vereceği ana kadar toprak annelik edecek ak saçlarıyla, yeşerecek ümitlere. Yeni muştulara gebe bahar gelsin, toprak filizlerini büyütsün diye. Kalp ateşinin sıcaklığında konaklasın. Gönüllerin misafiri olsun, filizlenip boy vereceği bir sine buluncaya kadar. İşte son yapraklarını da toprağa veriyor ağaçlar, yavrusunu cennetlere yolcu eden anne hissiyatıyla. "Birkaç gün sonraydı.
Genç adam; "yazamaya başlaya bildin mi?" diye sormuştu. Kardelen, imtihan ediliyormuş gibi bir mahcubiyet içerisinde "sadece birkaç satır"
Diyebildi. Yazıyı açtı. Evet, yazılan azdı. genç adam, yüreklendirmek ve cesüretlendirmek için; "Bir insanın hatıralarını yazması aslında fevkalade bir şey. İçini birilerine dökerek; rahatlar. İnsanın yaşamı boyunca sır tutabilen gerçek dostu bir elin parmaklarından daha azdır.
Ama kalem ve defter dinler. Yazılanları saklar. Anlattıklarına asla ihanet etmez. "Sözleri onu yüreklendirmişti. Sonra, yazmaya devam etmişti. " dedem erişmiş bir adammış. Babamsa dini bütün, yiğit bir adammış. Ceketini, bahçede ağaca astığında Hacı Ali Musa, evde diye çekinirlermiş. Çok yakışıklı ve bakımlı bir adammış. Çok güzel sesi varmış Köyde üstüne güzel kaval çalan olmazmış. Bekarlığında köyün genç kızları aşık olmak için yarışırlarmış. Unutamazlarmış. Merhametliymiş.
Seveni çokmuş. Yardım ve ihsan etmeyi severmiş. En büyük amcam, annem gelin olmadan kanserden ölmüş. Üç halam olmasına rağmen; genç yaşta ölmüşler. Babamsa, dedemlerin son çocuğuymuş. "
"Rahmetli olan babamın yüzünü hiç hatırlamıyorum. Öldüğünde çocukmuşum. Baba sevgisinin, babanın ne olduğunu bilemedim. babasız büyümenin zorluklarını, güçlüklerini, babasız olanlar daha iyi bilirler. Evin son çocuğuyum.
Önümde bir ağabeyim ve iki ablam vardı. Hayatın acımasızlıklarına bizim için katlanan dul bir kadın ne kadar başarılı olabilir? Kolay mıydı?
Genç yaşında dul kalmak. Bir kadının; evin hem erkeği hem de hanımı olmak. Her insanın cesaret edemeyeceği bir sorumluluktu bu. Ama şöylesin ki iş başa düşmüştü. Ne yapabilirdi? Evlenip çocuklarını ortada mı bırakmalıydı? şöyle yapan çok değil miydi? Ama benim annem annelerin en fedakarıydı. "
"Oturduğumuz ev amcamların eliyle bitişikti. Taşlarla örülmüştü. Çamurdan sıvalı iki katlı bir evdi. Babağırahmetli oldukçan sonra; amcam adeta Azrail kesilmişti. Babam sağken bile; babamı kıskanırdı. Ama babamın yiğitliği karşısında hiçbir şeye cesaret edemezdi. Annem güzel bir kadındı. Dört çocuğu olmasına rağmen; genç bir kızdan farksızdı. Annemi tehdit ediyordu. Evli ve çocukları olmasına rağmen; "ya benimle evlenirsin ya da defolup babanın evine gidersin"
Diyordu. Annem bu gözü dönmüş, amcamdan çok korkuyordu. Biz olanları sadece Yaşlı gözlerle seyrediyorduk. Elimizden bir şey gelmiyordu. Babam hayattayken evimizden çıkmayanlar, sürekli babamın yanında olanlar;
Artık yoktu. Ne olmuştu. Değişen neydi? Akrabalarda sadece bize üzülmekle yardım ettiklerini sanıyorlardı. "
"Biz de; amcamı gördüğümüzde kaçacak delik arardık. Kendinden nefret ettirmişti.
Korkumuzdan dışarıya çıkamıyorduk. Annem; ahıra kapıdan gidemiyordu.
Evimizin salonundan ahıra inen bir kapı açmıştı. Bu kapıya, merdiven dayadı. Bu şekilde hayvanları besliyordu. Bu kapıdan kimsenin haberi yoktu. Üzerini tahta ve kilimlerle kapatmıştık. Bu şekilde fark edilmiyordu. "
"Yağmurlu bir sonbahar günü idi. Amcam; yine annemle tartışıyordu. Biz; korkumuzdan titriyorduk. Annemi dövmek için içeriye girmeye çalışıyordu. Ama bağıramadı. Yağmurdan dolayı toprak olan evimiz akıyordu. Islanmadık bir yer kaİmamıştı. Yataklarımızı varana kadar her yer ıslanmıştı. Yatacak ne yer, ne de yatak kalmıştı. Annem ağlıyor, bizde annemin ağlamasına. Göz yaşlarımızıyağmur sularına karışıyordu.
Annem daha fazla dayanamadı. Çektiği sıkıntılar gözüne görünmüyordu.
Amcamın yaptıkları çok yıpratmıştı bizleri. Üstelik akrabalardı. Amcam, annemin halasının oğluydu. Ama hiç kimseden çekmemişti, amcamdan çektiği kadar. Dayımlara haber gönderdi. Adeta yalvarırcasına "beni kurtarın bu deliden" diyordu. Dayılarım toplanıp geldiler. Traktörü çektiler evin önüne, eşya olarak fazla bir şey yoktu. Bütün köylü, amcama lanet yağdırıyordu. Hem ağlıyorlar hem de eşyaları traktöre taşıyorlardı.
Evimizin önü cenaze evi gibiydi. Sanki babam o gün yeniden ölmüştü.
Kolay değildi babamın hatıralarını bırakıp ta başka köye göç etmek.
Köyün kadınları bir yandan ağıtlar yakıyorlar bir yandan da bize sarılarak dua ediyorlardı. Ben o zaman dört buçuk beş yaşlarındaydım.
Evimizi sökmüşlerdi. Arkamızda babamdan kalma sadece bir toprak yığını bırakmıştık. Amcama, "bütün dünya senin olsun biz gidiyoruz daralma "
Dercesine Yaşlı gözlerle bakıyorduk. "
"İdealim; bir kadına yakışır meslek sahibi olmaktı. Beni, bugünlere getiren; dünyanın en fedakaç insanı olan anneme bakmaktı. Herkesin annesi çok fedakardır ama benim ki başka bir fedakardı. Tüm gençliğini, bizi büyütmek amacıyla harcamıştı.
Evlenerek; bizi, bir başkasının eline bırakmadı. Gerek maddi sıkıntılardan, gerekse sahipsizlikten kaynaklanan meseleler yüzünden, arzu ettiğim mesleği edinemedim. İnsanın başarılı olabilmesi için mutlaka bir desteğe ihtiyacı vardır. Bu desteği annemden başkasından almadım, alamadım. "
"Çocukluk günlerimi; yaşayamadım. İlkokul beşinci sınıfa giderken, hafta sonları dağlara fidan dikmeye giderdik. Yaşım küçük diye almazlardı. Yalvarırdım. Ne olur beni işe götürün, çalışabilirim derdim. Anam gündüzleri dağa fidan dikmeye gidiyor, geceleri ise lamba ışığında kilim dokuyordu. Babamın ölümünden bir süre sonra annemin köyüne göç etmek zorunda kaldık. Ama ancak sekiz ay dayanabildik. Annemin babası; yani dedem annemi evlendirmek istedi.
Annem reddetti. "
"Tekrar Babamların köyüne döndük. Bir süre çadırda yaşadık. Yeniden ev yaptık. Aradan geçen zaman amcamı uysallaştırmış veya da yılmıştı. Bir gün dağa oduna gittiğinde; kalp krizinden köyden kavgalı oldukçarı insanların kucağında öldü. Kırk gün sonra da yeni evli oğlu yol kenarında dolmuş beklerken trafik kazasında öldü. "
"Akrabalarımızı babam öldükten sonra bize karşı çok sorumsuz ve duyarsız olmuşlardı. "Ne haliniz varsa görün" diyorlardı. Allah’a şükürler olsun, annemin yüreği sayesinde, kendi ayaklarımızın üzerinde durabildik. Şu anda muhanete muhtaç değiliz. Eskiden yalınızca anam çalışıyordu. Çok şeye yetişemiyordu. Ve çok rezillik çektik. Yiçecek kuru ekmek bulamayıp; çok aç yattığımız zamanlar oldu. İsyan etmemeyi anam öğretti. Her şeye rağmen şükretmesini, büyük bir sabırla gelecek rahat günleri beklemeyi öğretti. Aslın da yazacak çok şey var ama ben kısaltarak yazmak istiyorum. "
"Bu yaşıma kadar, okula giderken yeni bir kitaba sahip olmadım. Büyüklerim deşöyleydi. Ağabeyimi, babam trafik kazasında öldükten sonra ortaokulundan almışlardı. Biz kızlar, okula hep anamdan gizli kayıt yaptırmıştık. Maddi sıkıntılardan dolayı okutİmam sizi derdi. Ama başarılı olduğumuzu görünce; öğretmenlerinde zorlaması ile bizi okuldan almaktan vazgeçti. Üniversiteye kadar geldim.
Başkalarının; eski kitaplarıyla okuyordum. Cebimde; on milyon zor olurdu. Gerekirse yemeklerimden kısarak onunla bir ay geçinmeye çalışırdım. Bu durum beni cimri değil ama tutumlu olmaya sevk etti.
Hayatta en nefret ettiğim şey cimrilikti. Çektiğim sıkıntılar bende hırsı oluşturdu. Bir gün çok param olursa; benim gibi durumumda olanlara yardım etmeyi isterim. Düşüncelerim gerçekleşir mi bilmiyorum?
Üniversiteyi; çok zorluklar içerisinde bitirdim. "
"Arkadaşlarım; bana bu sıkıntılara rağmen nasıl hayata iyimser bakıyorsun, nasıl mutlu olabiliyorsun derlerdi. Bende onlara zaman her şeyin ilacıdır, son gülen iyi güler derdim. Bu tutumumdan dolayı çevremden çok taktir alırdım.
Canı sıkılan, "bana moral ver" diye yanıma gelirdi. En umutsuz anımda bile; mutlu olmayı, hayattan zevk almayı bildim. Önemli olan da sıkıntılar içinde var olmayı, ayakta kalabilmeyi başarmaktır. Çalışmayı çok istiyordum. Amacım şimdiye kadar hep rezillik çeken anamı rahat ettirmekti. "
"İhtiyacım olmasa evimden dışarı çıkmazdım. Çünkü kadınların çalışmasına karşıyım. Bir kadın muhtaçsa, bakmakla yükümlü olduğu birileri varsa, kocası ölmüş veya boşanmışsa, ülkeye faydalı mesleği varsa, çalışsın. Kadının yeri erkeğinin dizinin dibidir. Erkek getirmeli, kadın israf etmeden güzel bir şekilde değerlendirmeli en güzeli budur bence. Benim fikrime katılmayacak çok kadın olabilir.
Yuvayı dişi kuş yapar. Kadın kendi görevini, erkekte kendi görevini bilmeli. Evlilikte kadına da çok iş düşüyor. Erkeği evine kadın bağlar.
Erkeğim beni aldatıyor. Kim bilir ne eksiğin varda erkeğinin gözü dışarıda oluyor. Anlayış lazım. Koca sinirlenirse; kadının cevap vermemesi gerekir. "
"Siniri geçince gelip özür dileyecektir. Yani alttan almak çok önemlidir her kadın başarılı olamaz bu konuda. Dünyada erkeğin en büyük cenneti kadın, cehennemi de kadınıdır. Evlendiğim zaman, dört dörtlük bir ev hanımı olmayı çok istiyorum ve bunu bağıracağım. Erkekte kadınını sadece bulaşık, çamaşır yıkayan çocuklara bakaç olarak görmemeli. Kadınlar ilgi ister. İşinin yeri ayrı olmalı.
Eşinin yeri ayrı olmalı. İkisine de vakit ayırmalıdır. Çalışıyorum diye bütün sinirini evde eşinden çıkaİmamalı. eliyle güzel konuşmalı.
Sıkıntılarını eliyle paylaşmalı, eşi de hem evdeşi, hem de dert yoldaşı olmalı. "
"Yoksulluk çekmiş oİmama rağmen; hiçbir zaman lüks peşinde olmadım. Yeter ki, mutlu bir yuvam olsun. Tek odalı ev de; benim için saray gibidir. Hangi zengin, mal varlığını ahrete götürebilmiş? Muhanete muhtaç olmayacak kadar olsun, yeter. Fazla zenginlikte zarardır. Fazla fakirlikte. İkisi de adamı kötü yola sevk edebilir. Eğer, zenginlik merhameti ve imanı yok edecekse hiç vermesin daha iyidir. Anamın istediği de bizi helal süt emmiş birileşöyle evlendirip mürüvvetimizi görmek. Ancak o zaman rahat bir nefes alır. Yapmak istediğim şöyleri şöyleyince anam bana "yanında eşin olursa, kimsenin bir şey şöylemeye hakkı olmaz, ama tek başına bir kıza namusuyla çalışıyor da olsa şöyleyecek bir şey bulurlar" der. Erkeksiz kadın gövdesiz dala benzer.
Yapmak istediklerini hiçbir zaman tam olarak yapamazsın. Kadın erkek eşittir derler ama Hayır hiçbir zaman eşit olamaz. " günler gelip geçiyordu. Kardelen’i yeni bir hayat bekliyordu. İşyerinde rahatsızlanır. Sancılar içerisinde kıaranmaktadır. Patronun bekaç genç ortağı tarafından özel doktora götürülür. Muayene olur. Film, tahlil derken; safra kesesinde taş ocağını andırır bir şekilde on sekiz adet taş vardır. Bir an önce ameliyat olması gerekmektedir. Bayramdan birkaç gün önce ameliyata yatar. AmeliYaşlı taşları alınır. Hastanede bir kaç gün yatmak mecburiyetinde kalır. Kısa bir zamanda başından geçenlerin karşısında beklemediği ilgi ile karşılaşır. Yapılan ziyaretler, getirilen çiçekler, yapılan yardımlar karşısında minnettardır. Bu arada abisinin çalıştığı özel şirket abisini işten çıkarmış, kara kışın ortasında evde karakıştan daha acı gelmiştir. Eve gelir getiçecek hiçbir şey yok. kaç kış her yılkından daha zor şartlar altında geçmektedir.
Sanki, her şey; üst üste gelmiş ve evde yakacak gereğinden önce bitmiştir. Kader ağını örmekte, bu iki genç yoğun duygular yaşamaya başlamaktadırlar. Ama Kardelen’in önünde haklı olarak endişe edebileceği evlenme yaşını doldurmuş ama bir türlü kısmeti çıİmamış iki ablası vardır. Sevmek, severek evlenmek arzusu içerisindedir. Duygularını ima etse de şöyleyememektedir. Bir gün arzu ettiği halde şöyleyemediği teklif karşı taraftan gelir. Patronu gelip koltuğuna oturmuştu. Kardelen :
"Çay içer misiniz?"sualine karşı "birini de kendine al" demişti.
Eskisi kadar çekinmiyordu. Alışmıştı nasıl olsa. Ama saygıyı da elden bıraİmamaya kararlıydı. Çayları getirdi ve karşı koltuklardan birine oturdu. "Senden memnunum Kardelen. Sana bir teklifim var. Düşünmeni ve sonra karar vermeni istiyorum. Kabul etmekte veya ret etmekte tİmamen hür ve serbestsin. "Kardelen, meraklanmıştı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Ne teklif edebilirdi? Teklifi ne olabilirdi? Ya aklına geldiği gibiyse. Kendine olabilir miydi? Ama kendisi evliydi. Yok yok, bu olamazdı. Bir şöyler sezmiş, veya duymuş olabilir miydi? Saygı duyduğu bu insandan, azar işitmek, ölmekten daha zordu. Bir daha asla yüzüne bakamazdı. Şöylesine konuşuyor olamazdı. Kardelen utangaçlığı içinde kızardı. Sıkıldı. İçinde ala bora olan sorular karşısında tufana tutuldu. Bir süre sesi, sedası gelmedi. Kendine gelememişti. Kısık bir sesle " dinliyorum, efendim" diyebilmişti. "Seni aramızda görmek istiyoruz. Diğer bir tabir ile gelinim olur musun? Seni Ahmet’e istiyorum. "Kardelen, rahatlamıştı. Aradan geçen zaman fazla uzun oİmamıştı. Baştan konulan kurallar, yürüyor gibi gözükse de zaman zaman ihlallere kadar varmıştı. Acaba Ahmet’e karşı olan duygularından haberdar mıydı? Neler biliyordu? Bu teklifi Ahmet’ten habersiz mi yapmıştı? Ahmet’in haberinin oİmaması mümkün değil gibiydi. O zaman Ahmet’in de karşı olumlu duyguları olmalıydı. Ahmet’in bakışlarından ve yumuşak daaranışlarından alaka duyduğunu yüreğinde hissediyordu. Geçen günlere rağmen; Kardelen tereddüt etmektedir. Önünde iki ablasının olması, Kardeleni haklı olarak endişelendirmekte, hatta kara kara düşünmektedir. Kendi kendine çözüm üretmemektedir. Annesi bir şöyler sezmesine rağmen kırıcı bir şöyler şöylememektedir. "Kızım yüreğine hakim ol. Gönlünü kaptırma " derken bir şöyler sezdiğini de açığa vurmaktaydı. Teklifi kabul etmiş; işin devamının zamana bırakılmasını arzu etmişti. Kış bir türlü bitmek bilmedi. Bahar gelmeden günler yaza durdu. Nihayet badem ve erik ağaçları her zamanki gibi yapraklardan önce çiçeklerle donandı. Annesi "şöyle olmayacak, şehir bize göre değil, köye döneceğiz. " derken Kardelenin içini tarifi imkansız ayrılık acısı sarmaktadır. Geçmişi köy hayatı ile dolu da olsa; şehrin rahatlığı ve yüreğinde açan sevda çiçeğinin solmasından korkmaktadır. bağıra erdim derken; karakışa dönmekten ürkmektedir. Bir Cuma gününde ailesine düğürcü gidilir. Çaylar içilir. Hal hatır sohbetlerinden sonra niyet açıklanır. Mihriban kızın, yüzünden dökülenler; yere düşmeden buza kesmektedir. Her gün canı kadar; sevdiği yeğenini gelen misafire hakaret edercesine dövüp, ağlatarak tavır koymaktadır. Hiçbir şeyden habersiz gözüken anne bile; şokta, şaşkındır. Gün; yıl olur, zaman bir türlü geçmek bilmez. Düşünün denilerek müsaade istenir. Misafirlerin gitmelerinden sonra eve gelen Meral kız; eve anlatılanlar karşısında baygınlık geçirmekte, o anda işte olan Kardelen’i ise tarifi imkansız bir fırtına beklemektedir. O gün bir türlü geçmek bilmedi. Umutları, endişelerine çare olamadı. Biliyordu ki; iki abla, iki kara yılan olup;
Dönüp dönüp sokacaklardı. Anne, "emeklerim yüzüne gözüne dursun"
Diçecek; en ağır kahırlarını; üstüne üstüne alacaktı. Umutları, yüreğinde filizlenmekte olduğu sevgi adına direnmeli, her kahıra katlanmalıydı. Muştulu bir ilkbahar akşamının alaca karanlığında; eve giderken ayakları; bedenini taşıyamaz olmuştu. Eve, gitmek istemiyordu.
Ama; başka çaresi de yoktu. Dalgınlıktan etrafı görmüyordu. Evdekileri, solukları burnunda, pencerede önünde yolunu gözler buldu. Bütün gözler;
Sarı yılanın hain bakışlarından daha yakıcıydı. Beklediği an gelmişti.
Ne olacaksa olsun. Fırtına mı yoksa kıyamet mi kopacak; kopacaksa kopsun istiyordu. Her geçen anını buna hazırlamıştı. Acıyan ve içine ağlayarak; bir kıyılara sinen yengesinin önünde, annesi ve ablaları; üç koldan saldırdılar. "bunu bize nasıl yaparsın?" diyorlardı. Sevmek suç muydu? Sevilmek, istenmek suç muydu? Evde kalan ablaların olursa suç olurdu. "Sen nasıl bir insansın?, AYaşlı gecelerde, parmaklarım kanaya kanaya kilimler dokum. Üç beş kuruş harçlık için. Daha ellerimin kanları kurumadı. Hem bunu bizden gizlemeyi nasıl becerdin? Kesinlikle evlenemeyeceksin. Seni asla o oğlana vermeyeceğiz. Hatta ölsen bile.
"Kardelen, bütün saldırılara cevap vermedi. Onlar, içlerindeki hınç ve kini iyice kusmalarını bekledi. Uzun süre susması; onları daha da hırçınlaştırmıştı. Anne, kara kara düşünüyordu. Annesi, "Yarından tezi yok, işi bırakıyorsun. " dedi. Kardelen; göz yaşlarını tutamadı. Bir iki damla göz yaşı yanaklarından yuvarlanarak göğsüne düştü. Göz yaşlarını içine akıtmayı yeğledi. Kanadı kırılmış bir serçe gibiydi. Akşam yemeğini yiyemedi. Gece, gözlerine uyku girmedi. Sabahı zor etti. Her ne olursa olsun işe giçecek ve genç patronu ile vedalaşacaktı. Yanında annesi ve büyük ablasının arasında; birer zabitten farksız koruma ve kollama altında iş yerine geldiler. genç patronu, her zamanki gibi kendilerinden sonra geldi. Hiçbir şey oİmamış gibi tebessümle, hepsine ayrı ayrı " Hoş geldiniz" dedi ve bir gecede Kardelen’in gereğinden fazla yıpratıldığı gözünden kaİmamıştı. Kadın, "oğlum, Kardelen’i almaya geldik. Köye gideceğiz. " genç adam : olgunlukla "Teyze, Kardelen sizin. Ne zaman arzu ederse gidebilir. "Sabahın bu ilk vakitlerinde;
Kardelen, ana ve ablasının ortasında bir mahkumdan farksız; infaz edilmek üzere; vedalaşarak işten ayrıldı. Aradan bir hafta geçti. genç adam, netice için; eliyle birlikte; Kardelen’lere vardığında evde kimse yoktu. İkinci gün, gelin ve Kardelen’i eve; anne ve iki kızı misafirliğe gitmiş olarak buldu. Kardelen, sevindi. Hürmet etti. Sormasına fırsat vermeden anlattı. "Beni, kesinlikle vermek istemiyorlar. Biliyorum ki;
Benim ailem; sizlere layık değil. Ben de; sizlere layık değilim. Beni kabul etmeniz bile; şereflerin en büyüğüdür. Aileme ihanet içinde olmak istemiyorum. Seviyorum. Sevmeye de devam edeceğim. O, daha güzel ve daha şerefli kıza layık bir insan. Ve yarın annemle köyümüze gideceğim. "Bir gün sonra; ailesi evdedir, hiçbir şey oİmamış gibi varılır. Çay faslından sonra müsaade istendiğinde; annesi "bu iş olmayacak, kesinlikle de köye gelmeyin. "Ablası "kızın beyni yıkanmış, o daha cahil" diyordu. Gen adam "On dört on beş yaşında ki kızların gelin gittiği bir memlekette, yaşı yirmi dört ve üniversite bitirmiş kızın cahilliği mi olur? Zorla almak istemiyoruz. Hayırlısını diliyoruz. "Bir gün sonra Kardelen, annesi yanında olduğu halde köyüne gitmektedir. Her şeyi geride bırakırken; içten içe şöylenmektedir. " dostluğu, komşuluğu, kardeşliği Arkadaşlığı, sırdaşlığı, yoldaşlığı Hasılı Sevgiyi ve insanlığı Terk ediyorum şehirle birlikte Duyuyor musun? Feryad’ımı Duyuyor musun? Ah’ ımı, Sızısıyla dolu yıkık kalbimle Terk ediyorum şehirle birlikte"Kardelen; gönlü yıkık, köyde, pencere önündeki divanda oturmakta ve arzuları rüyalara dönüşmektedir. Sıcak bir yaz akşamında;
Avludaki yazlık tahtta yastıklara yaslanarak; oturmakta yıldızları seyretmekteydi. Kendinde değildi sanki. Yaz böcekleri ötüşmektedir.
Yassı tepeden, doğmakta olan; ay dolunaydaydı. Uzaktan bir kaval sesi gelmekteydi. Sese yöneldi. Dinledi. Köyün çıkışında; ulu bir çınar ağacı altında, çoban çeşmesinden gelmekteydi. Etrafta kimseler yoktu.
Üzerinde bembeyaz bir ipek elbise vardı. Hafif hafif esen yel; aşığın dizelerini de beraber getirmekteydi. Dinledi. Dinledi. Evet, bu ses onun sesiydi. Adeta yürümekten daha çok uçarak çeşmeye varmıştı. Koca kayanın üzerinde, bağrı yanık seşöyle içten içe söylüyordu. "Bendeki bir dert ki, Anlatİmam kimseye, Kulak verip de beni Dinler misin Kardelen?
Sardı tüm benliğimi, Mecalim yok gülmeye Sende benle ağlayıp, İnler misin Kardelen? Hatıralarımızıa dolu Gurbet aksamlarında Hasret denen türküyü şöyler misin Kardelen? Senin de gözlerin yaş Ağlamışsın besbelli Mevsimin gelmeyince Açar mısın Kardelen? Dostu oldum gecelerin Çözemedim bilmecelerin Cevabını sen bana Çözer misin Kardelen? Ayrılık tattırsa da acısını, Unutamazsın hatırasını Hepsini bir kalemde Siler misin kardelen? Yurdun dağlar senin Hep yükseklerdesin Eğilip de elimden Tutar misin Kardelen? Sevda içimde bir sancı İyisin amma çoğu zaman acı Çaldım işte kapını Açar misin kardelen? Arkadan bir dürten olmuştu.
Geri döndü. Baktı. Gözlerini açtığında annesi başucundaydı. "yatağına yat daşöyle uyu"Etrafı dinledi. Yaz böcekleri dışında ne bir kaval, ne de onun sesi vardı. Anladı ki, rüya görmüştü. Yıldızlar yağıyordu saçlarına. Ağlamak ve gözyaşlarında boğulmak için; sığınacak bir köşe arıyordu. Düşüncelere dalmak ve yeni düşüncelerle buluşmak için.
Kimselere anlatamadıkları ve kafasından atamadıkları bir yumruk gibi içine oturuyordu. Hatıraların acısı yüreğini dolduruyordu. Hak etmeyen insanlara sevgi, ilgi, zamanı vermenin ızdırabı yakıp kavuruyordu içini.
Bir deniz, bir okyanus misâli kabaran, ve ruhunu cendereye alanların biraz olsun azalması için, yine bir dost, bir can arkadaşı arıyordu akşamın loşluğunda. Rüzgâr önünde savrulan bir yaprak misâli, derin vadilerde, koyaklarda dolaşıyordu. Düşüncenin dar geçitlerinde, sonsuz kıvrımlarında ayak sürüyen zihnini dinlendirmek için yeni yollar arıyor, yeni kitaplara dalıyordu. Yarılan, bölünen, çırpınan ve duygusallıktan çatlayan yüreğini ferahlatmak için bir o yana, bir bu yana koşuyordu.
Sokaklar mekânı ve kaç ettiği mesafeler boyunca sonu gelmez çelişkilerle boğuşuyordu. Dağılan ve dağlayan cümlelerin verdiği ince ağrıyı dindirmek için; soğuk suların altına başını uzatıyor, soğuk yerlerde yatıyordu. Fiziksel bir yankının eseri olmayan bu durumu bilmesine rağmen yine de bütün bunları yapıyordu. gözyaşlarında boğulmak için Kararan bir gökyüzü altında ve kirli bir yeryüzü üzerinde volta atıyordu gece kuşları. Hırsın, kinin, kibrin ve nefretin taraftarları kendilerine özgü mekânlarda yeni planlar kurup; iyiliği, dostluğu ve barışı yıkmanın, insanlığı zora sokmanın hesabını yapıyorlardı.
Mesafeler aşılıyor, güzellikler törpüleniyor ve acılar harmanında yeni yeni yıkıntılar oluşturuluyordu. Boşa geçen zamanda gencecik vücutlara zulümden imzalar atılıyordu. Nazik ve kibarlar bir kenara çekiliyor;
Meydanı "kötülüğün erleri" dolduruyordu. Gün yitiriyordu ziyasını.
Kuşlar yollara düşüyordu. Acılar ve anılar tazeleniyordu. Ruhlar birer pervane olup kendi etrafında dönüyordu. Hüzün kaldığı yerden devam edip, sineleri yakmayı sürdürüyordu. Kaybettiklerine ağlıyordu.
Hürriyetlerini kaybedenler, özgürlükleri için sızım sızım sızlanıyorlardı. Kader mahkumları bir günü daha defterden düşüyordu.
Sokaklar boşalıyor; evler, kahveler, meyhaneler doluyordu. Kafayı tütsüleyenler; feleğe kahredip nara atıyorlardı. Yine de kimse kendini sorgulamıyordu. Çocuklar neşeleşöyle evleri dolduruyordu. Umutları giderek azalanlar, biten bir günde de bir şey kazanİmamış olmanın korkunç ızdırabıyla yanıp tutuşuyorlardı. Fakirliklerine, kimsesizliklerine, arkasızlıklarına kahredip, " dünyanın düzeni bu mu?"
Diye haykırıyorlardı. Ve seslerini yine kendilerinden başkası duymuyor, iniltilerine hiç kimseler kulak asmıyordu. Hayaller sökün ediyordu dört bir yandan. Aşka dair, mutluluğa dair, servete ve devlete ve şehvete dair. Uğruna mücadele edilmesi, çalışılması düşünülen hayaller. Bir defa daha görmek, bir kere daha sevmek adına kurulan hayaller. Izdırapları büyük, mutluluğu bir an olan hayaller kuruluyordu. Pişmanlığının vereceği acı tahmin edilmesine rağmen yine de istenilen ve gerçekleşmesi arzu edilen hayaller. Akılla değil de; hisle, mantıkla değil de;
Sezşöyle at başı koşan hayaller. Hatıralar boğazına doluyordu ellerini.
Her akşam olduğu gibi yeniden hesaplaşıyordu yaşadıklarıyla. Yaşayıp isteyip de, yaşayamadıklarıyla. Geriye dönüşlerle bir film şeridi gibi geçiyordu hayatı gözünün önünden. Hayatından geriye kalanın hatıralar olduğunu bir kere daha anlamanın verdiği azapla yeniden sarsılıyordu.
Hayatın mâzide gizli olduğu gerçeğinin bir kere daha farkına varıyordu.
Ana, baba, eşler, yarım kalan aşklar, yaşandığı zamanlarda dünyanın sonu olarak bildiği sevdalar, kardeşleri, arkadaşları geçiyordu hatıralar resmi geçidinden. Orada en çok yer edenlerle paylaştıklarını bir kere daha yaşama imkanın olmadığına ağlıyordu. Birer gözyaşı olup dökülüyordu göz pınarlarından, nişan aldığı yüreğini doğru, Zalimler, tarihin kaydedeceği yeni zulümlere kapı açıyordu. Mazlumlar yeni çilelere uğruyordu. Birileri, kendilerinin hiçbir zaman yapmayacakları fedakârlıkları, yine başkalarından bekliyorlardı. Vatan adına, millet adına, din adına. Gelişme, ilerleme ve kurtarma adına. Anlayanlar anladıklarıyla kalıyor, anlayamayanlar her vakit olduğu gibi yine ön safta yer tutuyorlardı. Yüreğinin kıvrımlarında dolaşıyordu. Hasretini şarkılar taşıyordu uzaklara. Şarkılar ve yangınlı türküler, duygu dünyasının kılavuzu oluyordu. Yeni melodiler vasıtasıyla, ruhu inceldikçe inceliyor, kelimeler birer ateş topu gibi zihnine hücum ediyordu. Şiirlere, yazılara ve yeni konularda buluşuyor. Akşam ve musiki ele ele vererek, içinde; yeni ateşler yakıyordu. Savrulan, zamandan zamana. Düşen, mekândan mekâna. Saatler bu minval üzre sürüp giderken, sabah oluyor, gün doğuyor ve yeni bir akşamı bekliyordu.
Günlerce, gecelerce hep onu düşünmüştüm. O ise beni sadece bir iş arkadaşı olarak görüyordu. Hatta bir seferinde, kız arkadaşıyla kavga etmiş ve bana cep telefonunu uzatarak, onu arİmamı ve ikna etmemi rica etti. Göz yaşlarımı içime akıtarak, kıza telefon açıp barışması için ikna etmeye çalıştım. Sanki tanrı dualarımı duymuştu. Kız hiçbir şekilde barışmaya yanaşmıyordu. Ben üstüme düşeni fazlasıyla yapmıştım. Aradan birkaç hafta geçmişti. Haldun olanları unutup, eski neşesine kavuşmuştu. Bir akşam saat 22:00 sularında cep telefonuma bir mesaj geldi. Mesajın sahibi Haldun'du. Mesaj söyleydi. - Yarın bana son kez yardım etmeni istiyorum. Hayatımın aşkını buldum. Ne olur benimle evlenmesi için onu ikna et. Bu mesaj beni beynimden vurmuştu. Gün ışıyana kadar yanağımdan süzülen yaşlar yastığımda acı ve unutulması mümkün olmayan bir iz bırakmıştı. İşe giderken ayaklarım beni geri geri götürüyor, yol bitmesin diye sürekli dua ediyordum. Hayatımda ilk ve son kez aşık olmuştum ve bu aşkı ben kendi ellerimle yok edecektim. Mesaime yarım saat geç gittim. İçeri girer girmez Haldun, bu günün hayatındaki en mutlu gün olduğunu ispatlar gibi neşeli ve bir çocuk gibi heyecanlı yanıma geldi. Ben ise yenilgiyi çoktan kabullenmiştim. Ama sevdiğimin mutluluğu beni teselli ediyordu. Haldun, iyi günler dedikten sonra hemen konuya girdi. - Yeşim, senin hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Ama inan çok yüce bir olaya vesile oluyorsun. Elindeki telefon numarasını bana uzattı. Bu numarayı arayıp, karşı tarafa; - Haldun seni hayatını paylaşacak kadar çok seviyor. Lütfen onu kırma ve evlilik teklifini kabul et. İnan seni şimdiye kadar kimseyi sevmediği kadar çok seviyor.
Dememi istedi. Masama; - Bu emeğinin karşılığı değil ama, diyerek küçük bir hediye paketi bıraktı. Elimdeki telefon numarasını çevirmeye başladığımda parmaklarımdaki titremeyi görecek diye çok endişelendim.
Telefon çalmaya başlamıştı. Birden masamdaki kutudan love story müziğini duydum. Telefon halen kulağımdaydı. Bir yandan da kutuyu açmaya çalışıyordum. Kutuyu açtığımda bir cep telefonu gördüm. Telefonu aldım ve açtım. Haldun bir hamle ile masamdaki iş telefonunu kulağımdan aldı.
Ben ise gayri ihtiyari cep telefonunu kulağıma götürmüştüm. Haldun şimdiye kadar duymayı her şeyden çok istediğim, bir kerecik duyduğumda ölmeyi bile kabul edeceğim o cümleleri söylemeye başladı. Ben ise göz yaşlarımı tutamadım ve boynuna sarıldım.
Günlerden bir gün aşk meleği oklarını yanlışlıkla iki kişiye fırlatır. "Bu ne biçim melek" demeyin olmuş bir kere. Dünyada en son aşık olması gereken iki zıt karakterdir kahramanlarımızı Bir arada olmaması gereken bu iki karakter aslında ömürleri boyunca acı çekmişlerdir ta ki meleğimiz hayatının en büyük hatasını yapana kadar.
Oklar isimlerinin başharfi D ve M olan iki şanssız karakterimizi yaralamıştır. O büyük buluşma gününde yarım olan karakterlerimiz D ve M diğer yarısını bulmuştur ancak ortada çok büyük bir problem vardır. D ve M daha önce hiç hissetmedikleri ve belki başka hiçbir zaman hissedemeyecekleri güzel şeyler hissetmişlerdir ama bunun sonu olmadığınıan yakınıp durmuşlar bir süre. İki karakterimizde işini gücünü bırakmış, dünyadan ve sorumlu oldukçarı insanlardan bihaber inzivaya çekilmişler. Ancak bu sırada dünya birbirine girmiştir, insanlar çıldırmış, dünya sanki tersine dönmüştür sadece D ve M'nin değil tüm insanların hayatı alt üst olmuştur. Tabii aşkın gözü kördür D ve M'nin bunun farkına varması uzun zaman almıştır bu süre içinde küçük kıyametler kopmuş D ve M ancak dostlarının uyarmasıyla durumun farkına varmışlardır. Kahramanlarımızıan M'nin gözünün önündeki perdeler kalkıp olayın ciddiyetini fark edince D'ye artık ayrılmaları gerektiğini yoksa sadece ikisinin mutlu olması uğruna birçok insanın hayatının kararacağını anlatmıştır. Ancak, D kabullenememiş, bunun mümkün olmayacağını, onsuz hayatın zindanda yaşamaktan farklı olmayacağını anlatmış durmuştur, fakat M kafasına koymuştur bir kere ayrılmalarının en doğru karar olacağını söylemiş, bırakıp gitmiştir D'yi. O günden sonra D ve M hiç arİmamış, solmamışlar birbirlerini. Ama ne D mutludur ne de M. İkiside kendilerini görevlerine adamış hep başkaları için çalışmıştır, ne bir başkasına gönül verebilmişler ne de yaşadıkları o güzel günleri unutabilmişlerdir. D hiçbir zaman yedirememiştir, anlamamamıştır sevdiğini. Ama gururunu yenipte gidememiştir M'ye. M hep bu kaçırın en doğru karar olduğunu düşünmüş ama yürekten inanİmamıştır buna sadeceşöyle yapması gerektiği için yapmıştır, mutsuzdur ama yapılabiçecek başka bir şey yoktur. O günden sonra D ve M aynı yerde buluİmamak için çok çabalamışlardır. Aslında çoğu zaman buluşmuşlar mecburiyetten her buluşmada küçük kıyametler kopmuş, insanlar üzülmüş, ağlamıştır hatta kimi insanın canına mal olmuştur bu buluşma. Merak ettiniz değilmi bu iki bahtsızın gerçek adını daha fazla meraklandırmayayım sizi. Duygu ve Mantıktır asıl isimleri. Dünyada en son bir araya gelmesi gereken iki geçinemeyen sevgili.
Günlerden bir gün kırlangıcın biri bir adama aşık olmuş. Ve adamın penceresinin önüne konup adama şöyle demiş:
- Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeri alda birlikte yaşayalım.
Adam:
- Olmaz alİmam. Sen bir kuşsun hiç bir kuş adama aşık olur mu?.
Demiş. Kırlangıç tekrar:
- Lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum canında sıkılmaz birlikte yaşar gideriz. demiş. Adam yine:
- Olmaz alİmam. Giт başımdan, diye cevap vermiş. Üçüncü ve son defa kuş adamın penceresinin önüne konup adama tekrar şöyle demiş:
- Lütfen beni içeri al. Artık soğuklarda başladı, dışarıda kalİmam biliyorsun ben sıcak havalarda yaşayabilirim sadece beni içeri almazsan başka sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım.
Lütfen beni içeri alda burada kalayım. Birlikte yemek yer omzuna konar seni neşelendirir sana yarenlik ederim. Hem sen de benim gibi yalnızsın, der. Adam ona:
- Giт derhal başımdan!. Ben yalnız kalırım demiş ve kuşu kovmuş. Kırlangıçta bu cevap üzerine üzüntülü bir şekilde uçmuş ve uzaklara gitmiş. Adam kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmüş ve kendi kendine "Ben ne aptal, ne kadar akılsız bir adamım, niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim? Ne güzel birlikte kalırdık"
Demiş ve çok pişman olmuş, pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Kendi kendine nasıl olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım yine gelir bende onu içeri alır birlikte mutlu bir hayat sürerim, demiş. Ve penceresini sonuna kadar açıp beklemeye başlamış. Yazın gelmeşöyle kırlangıçlar da gelmeye başlamış. Ama onun kırlangıcı gelmemiş. Yazın sonuna kadar hiç penceresini kapatmadan pencerenin başında beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş. Gelen kırlangıçlara sormuş ama onun kırlangıcını gören olmamış.
Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitmiş. Bilge kişiye olayı anlattıktan sonra bilge kişi ona şöyle demiş:
- Kırlangıçların ömrü 6 aydır.