Home
Tüm Kategoriler
Popular
Komik Resimler
En İyi Fıkralar
En son şakalar
Nasrettin Hoca Fıkraları
+18 Fıkralar, Yaran artı 18 fıkralar
Asker Fıkraları, Askerlik Fıkraları
Avcı Fıkraları, Avcılık Fıkraları
Bakkal Fıkraları
Bayburt Fıkraları
Bektaşi Fıkraları
Belaltı Fıkraları
Büyük Fıkraları
Cimri Fıkraları
Çocuk Fıkraları, Çocuksu Fıkralar
Çorum Fıkraları
Deli Fıkraları
Dini Fıkralar
Doktor Fıkraları
Dursun Fıkraları
Duvar Yazıları
Elazığ Fıkraları
Erkek Fıkraları
Erzurum Fıkraları
Evlilik Fıkraları
Fıkra Gibi Komik Olaylar
Fıkralar - Corona (Covid-19)
Hayvan Fıkraları, Hayvanlar Alemi
İngiliz Alman Türk
Ingiliz-alman-turk-fikralari
Kadın Erkek Fıkraları
Kadın Fıkraları
Kamyon Yazıları
Kapak Edici Fıkralar
Karadeniz Fıkraları
Karı Koca Fıkraları
Kayseri Fıkraları, Kayserili Fıkraları
Kısa Fıkralar
Komik Hikayeler
Komik Şakalar
Komik Sözler
Köylü Fıkraları
Kurban Fıkraları
Mardin Fıkraları
Matematik Fıkraları
Meslek Fıkraları
Mühendis Fıkraları
Nam-ı Kemal Fıkraları
Öğretmen Fıkralar
Okul Fıkraları, Okul Öğrenci
Polis Fıkraları
Politika Fıkraları, Politik Fıkralar
Ramazan Fıkraları
Sarhoş Fıkraları
Sarışın Fıkraları
Seçim Fıkraları
Sekreter Fıkraları
Şoför Fıkraları
Soğuk Espiriler
Spor Fıkraları
Tarih Fıkraları
Temel Fıkraları
Trakya Fıkraları
Ünlülerden Fıkralar
Български
English
Deutsch
Español
Русский
Français
Italiano
ελληνικά
Македонски
Türkçes
Українські
Portugal
Poland
Sweden
Dutch
Danish
Norwegian
Finnish
Hungarian
Romanian
Czech
Lithuanian
Latvian
Croatian
My Jokes
Edit Profile
Logout
En son şakalar
Yaşanmış Hikayeler
Birer birer gittiler...
Birer birer gittiler yaşamımdan.
Herbiri ayrı bir yaraydı, her biri ayrı bir yaşanmışlık, güzel ve çirkindiler, umutları, umutsuzlukları vardı, sevdaları vardı, en önemlisi insandılar, insan olmayı ve insanları seviyorlardı. Ben onlarıBöylece seviyordum. Yanımdalarken kırıyordum onları, bazen küçük düşürüyordum, kendimi yükseltiyordum. Oysa paylaşılmışlıkların en güzelini yaşıyordum onlarla. Kurgu değildi bu, sıralı hayaller silsilesi değildi, kandı, etti, duyguydu tüşöyle. Önceleri bebim için tutunacak birer daldılar, hiçliğimi eriten çokluğumdular, sonraları sevdamdılar.
Sabah. Güneş penceremi tırmalıyordu artık. Ben geceden kalma mutluluklarınmı süzerek güne umutlu başlama kavgasındaydım. Yaşam sürecinin bir basamağını daha yılgın ve durağan atlamaya hazırlanıyordum. Geçmiş belleğimde dingin bir tutarlılıkla mıhlanıp kalmıştı. Bu yaşadığımız günlerin ne denli kepaze olduğunu mırıldanıyordum. İçimde acı tadı vardı ayrılıkların, yalnızlıkların.
Boşluğu kucaklayan kollarımda yorgunluk ve yitikliği aynı anda yaşıyordum. Geleceği bilmiyordum ve bu beni yaralamıyor aksine kamçılıyordu. Dört elle olmasa da yaşama bağlaİmamı sağlıyordu. İleriye dönük planlar yapmıyordum, dilidmde hep aynı dizeyi gezdiriyordum ; "Que sıra sera". Hoşuma gidiyordu bu. Ama kadercilik değildi benimkisi, sadece hoşuma gidiyordu. Çünkü bir bakıma doğruydu, olacak olan olurdu ve bu yabancı dildeki karşılığı içimi ısıtıyordu. Dünü artık unutup beynimin ücra bir köşesine itmenin zamanı gelmişti. Bana yararı yoktu hatırlamanın. Unutmak ; o ne büyük bahtiyarlıktı. Ve çoğu insan kendini irdelemek yerine bu büyük zenaati kullanarak mutluluğa erişiyordu. Ama benim için yine de eşidi yaşİmamaktı. Evden çıktığımda kör bir vaktiydi sabahın ve körlük sanki tüm şehri sarmışcasına insanlar da yitik bir söylercesine ararcasına, kör topal ilerilyorlardı caddelerde, birtaz sonra her biri işyerlerine, okullarına varacak ve akşama kadar yaşama ara vereceklerdi. Çünkü yazarın dediği gibi yaşam gecenin konusuydu, tek kalmanın ve içkinliğin konusuydu, gündüzün ve hengameli bir kalabalığın değil. Bu bir anlamda rahatlatıyordu insanları, işteyken sayılar ya da dosyalarla uğraşıyor, kimisi yük taşıyor, kimisi araba sürüyor ve akşama evlerine döndüklerinde rahat bir yorgunlukla uykuya dalıyorlardı ve bu ebedi istirahat provalarını habersizce yaptıktan sonra kendilerini ertesi güne aktarıyorlardı. Ben de bu yığınsal kalabalığa katılarak hızla yolumu eritmeye başladım. Kafamı hiçbir şey üstünde yoğunlaştıramıyor, sadece yürümekle yetiniyordum. Belki de bu benim mola verişimdi. Anlamsız bir rahatlıklaBöylece ilerliyordum her sabah ve hergün yaptığım gibi işle ilgili ve birbiriyle ilintisiz bir sürü şeyi kafamdan hızla geçirirp sonuçta hiçbir yere varİmamanın huzurunu yaşıyordum. Mola. İşe geldim artık. Rutin selamlaşmalardan sonra masama oturdum. Birkaç kişi gelip bir şeyler analttılar. Boş bir anlayışlılıkla suratlarına baktım. Ne anlattıklarını biliyordum, dinlemem de görekmiyordu aslında ama büyük bir dikkatle dinliyormuş gibi yapıyordum.
Hepsi dinlenilmiş olmanın ve onaylanmanın sevinşöyle ayrıldılar yanımdan, ne büyük huzurdu onaylanmak. Dosyanı çıkardım, birşeyler yazdım, rutin, sıradan hep yazılagelen söyler. Ezberlenmiş roller gibi rahatça akıyorlardı kağıda. Değişik olaylar olmasını bekliyordum. Ufak bir renkti aradığım. Ama yaşantımız şöylesine tek renk hale gelmişti ki o renk dışındaki rtenklere şüpşöyle bakmaya da alışmıştık. Siyahın bile tek tonu vardı bizim için, versiyonları değil sadece kendisi ilgilendiriyordu bizi. Bu karmaşa içerisinde daha fazla renge tahammülümüz kalmamaıştı sanki. Zaten varolan o tek renk bile yeterince korkutuyordu bizi. Daha büyük korkulara katlanamazdık, yaşantımızı diğer renklerle kirletemezdik. oysa yıllar sonra kirlenmenin güzel olduğuna dair reklamlar yapılacaktı. Etrafımı boş gözlerle süzdüm. Bir arkadaşla göz göze geldik. Yine aynı sevimil bakşlar ve baş eğmeler. Ne kadar tanıdık bir yaşamdı bu, bana aitmiş gibi. Cidden benim miydi bu yaşam?
Telefon çaldı. Bir ses evecenlikle " doktora gidiyorum, eve geç kalacağım" dedi. tamam bile demedim, göreksizdi çünkü. Yemek vaktine kadarBöylece oturdum, birkaç imza attım, birkaç demlik çay içtim, sigaramı hiç ettim onunla birlikte. Ne iyi. Yemekten dönünce gazete okudum. Kuponaları seyrettim. Kesmek külfet ama seyretmesi zor değil.
Keşke "Kuzate" diye bir gazete çıksa ve ben kuponlarıBöylece seyretsem.
Ne haber, ne köşe yazısı, ne salya sümük duygu pazarlayıcıları, hiçbiri, bu tek renk hayatımızı kirletmese. Ama ben bunlarla avunabiçecek miyim?
Mutlu olmam şart mı? Gazeteleri karıştırdım. Kışırtısı beynimi zonklatıyor. Devam ettim, bir ara telefon çaldı. Sonra "Sizi arıyorlar"
Dediler. Büyük bir üşengeçlikle yarimdemn kalktım. Ses tanıdık ve sadece bir cümle " gidiyorum". Öğle vakti. Telaşla kapattım telefonu. Rengim değişmişti. Hızla çıktım işyerinden. Koşasım geldi ama yapamadım, çok istedim ama adımlarım ihanet etti bana. ( Kış, rüzgar her şeyi itekliyor. Yolda iki kişiBöylece yürüyordu rüzgara aldırmadan.
Üşüyorlardı ama elleri ceplerinde değil. Dar bir yola sapıp dik bir yokuşa çıktılar. Sonra bir koruluk. Şaraplarını çıkarıp sessiz çığlıklarla yudumladılar. Yanlarından birkaç kişi geçti, bakıp gülümseyerek. Sonra şişeleri bitiyor ve birisi yuvarlana yuvarlana, diğeri onu kaldırmaya uğraşarak ilerliyorlar. Sonra keskin bir soğuk, uzun bir yürüyüş ve sahne sona eriyor. ) Aklımdan hep paylaşımlarımızıgeçti. İnatla itekliyorum onları ama gitmediler.
Gitmelerini istemiyordum aslında. Bağırıyorum, duymuyorlar, yıtıyorum kaldırımları karşıma dikiliyorlar, ağlıyordum. İskeleye geldim şimdi, etrafı kolaçan ederek. Gideceğim yolu bulunca hizla ilerledim. Orada, ileirde duruyordu. Sırtı bana dönük. Adınlarımı ağırlaştırdı. , bu süreyi uzatır diye. Yavaşça yaklaşıp sırtına dokundum. Donuk gözlerle baktı. Susutuk. Yırtıcı ve korkunç bir sessizlikti bu. Sokaç boyunca ilerledik, durdu. "Sana şöylenecek çok şey yok dostum. Gidiyorum, çünkü bu aklayacak beni. Gidiyorum, çünkü kalırsam yoklaşacağım.
Ağlamayacağım, göz yaşlarımı harcamayacağım. Son anımız salyalı sümüklü olsun istemiyorum. Biliyorsun gönlümüzde acılara daha çok yer var.
İleride ellerimiz yine kavuşacak, kuvvetle sarılacağız birbirimize. O güne değin ağlamak yok, sevinçten ağlayana kadar ağlamak yok, dostum, gidiyorum. " dedi. birşey söyleyemedim, boğazımdaki çığlık taşamadı dışarı. söyledir, dost,söyledir. " dedim. Kucaklaştık ve yönlerimiz ayrıldı, belki sonsuza dek. Ama bu incitmedi bizi. Kırgınlığımızı ve haykırışlarımızı kalbimize gömdük. Ağlamadık, çünkü ağlamak yaralayacaktı bizi. Güldük ve isYaşlı boyun eğdik, güpegündüz. İlk değil, son da. Artık kayboldu gözden ve ben yıllar sonra ilk kez gözlerimden akaç yaşaş şaşarak ve aydınlığımızı elimde güneşe eş tutuarak işimin yolunu tuttum. O gitti ve güçlüler hep terk edenlerdir sözü geldi aklıma, güldüm. akşam. Körpe mutlulukları daha başta yitirmenin ve umutlarımızı kararsız sabahlara ötelemeninne denli zor olduğunu ikimiz de biliyorduk artık. Devinen bir korkaklık içinde uykulu bir sanal yaşamın kıpırdanışlarını içimize akıttık. Dün günlerin en güzeli gibi görünse de henüz yaşamadıklarımızın da mutluluklara gebe olduğunu umuyorduk. Ama kendi dünyalarımızıa bunu ne denli gerçekleyebileceğimizden habersisizdik. Ve bilmek işime gelmiyordu.
İkimizin de içimize sığmayan dünyalarımızı ortada bir yerelerde buluşturmayı umuyorduk. Bir bağlamda başarmıştık da bunu. Ama yine de olİmamıştı. İki ayrı insandık, iki ayrı dünya. Düşlerimiz ve sevdalarımızıvardı birbirine teğet, o özgürlüğü seçti ben sadece ipimi uzattım, fark buradaydı. Hayat bir sonraki ayrılığa kadar yeni bir yara açmıştı kalbimde ve zaman buna çare olacaktı, umut ediyordum.
0
0
4
Önceki Sayfa
Yaşanmış Hikayeler
Sonraki Sayfa
Herbiri ayrı bir yaraydı, her biri ayrı bir yaşanmışlık, güzel ve çirkindiler, umutları, umutsuzlukları vardı, sevdaları vardı, en önemlisi insandılar, insan olmayı ve insanları seviyorlardı. Ben onlarıBöylece seviyordum. Yanımdalarken kırıyordum onları, bazen küçük düşürüyordum, kendimi yükseltiyordum. Oysa paylaşılmışlıkların en güzelini yaşıyordum onlarla. Kurgu değildi bu, sıralı hayaller silsilesi değildi, kandı, etti, duyguydu tüşöyle. Önceleri bebim için tutunacak birer daldılar, hiçliğimi eriten çokluğumdular, sonraları sevdamdılar.
Sabah. Güneş penceremi tırmalıyordu artık. Ben geceden kalma mutluluklarınmı süzerek güne umutlu başlama kavgasındaydım. Yaşam sürecinin bir basamağını daha yılgın ve durağan atlamaya hazırlanıyordum. Geçmiş belleğimde dingin bir tutarlılıkla mıhlanıp kalmıştı. Bu yaşadığımız günlerin ne denli kepaze olduğunu mırıldanıyordum. İçimde acı tadı vardı ayrılıkların, yalnızlıkların.
Boşluğu kucaklayan kollarımda yorgunluk ve yitikliği aynı anda yaşıyordum. Geleceği bilmiyordum ve bu beni yaralamıyor aksine kamçılıyordu. Dört elle olmasa da yaşama bağlaİmamı sağlıyordu. İleriye dönük planlar yapmıyordum, dilidmde hep aynı dizeyi gezdiriyordum ; "Que sıra sera". Hoşuma gidiyordu bu. Ama kadercilik değildi benimkisi, sadece hoşuma gidiyordu. Çünkü bir bakıma doğruydu, olacak olan olurdu ve bu yabancı dildeki karşılığı içimi ısıtıyordu. Dünü artık unutup beynimin ücra bir köşesine itmenin zamanı gelmişti. Bana yararı yoktu hatırlamanın. Unutmak ; o ne büyük bahtiyarlıktı. Ve çoğu insan kendini irdelemek yerine bu büyük zenaati kullanarak mutluluğa erişiyordu. Ama benim için yine de eşidi yaşİmamaktı. Evden çıktığımda kör bir vaktiydi sabahın ve körlük sanki tüm şehri sarmışcasına insanlar da yitik bir söylercesine ararcasına, kör topal ilerilyorlardı caddelerde, birtaz sonra her biri işyerlerine, okullarına varacak ve akşama kadar yaşama ara vereceklerdi. Çünkü yazarın dediği gibi yaşam gecenin konusuydu, tek kalmanın ve içkinliğin konusuydu, gündüzün ve hengameli bir kalabalığın değil. Bu bir anlamda rahatlatıyordu insanları, işteyken sayılar ya da dosyalarla uğraşıyor, kimisi yük taşıyor, kimisi araba sürüyor ve akşama evlerine döndüklerinde rahat bir yorgunlukla uykuya dalıyorlardı ve bu ebedi istirahat provalarını habersizce yaptıktan sonra kendilerini ertesi güne aktarıyorlardı. Ben de bu yığınsal kalabalığa katılarak hızla yolumu eritmeye başladım. Kafamı hiçbir şey üstünde yoğunlaştıramıyor, sadece yürümekle yetiniyordum. Belki de bu benim mola verişimdi. Anlamsız bir rahatlıklaBöylece ilerliyordum her sabah ve hergün yaptığım gibi işle ilgili ve birbiriyle ilintisiz bir sürü şeyi kafamdan hızla geçirirp sonuçta hiçbir yere varİmamanın huzurunu yaşıyordum. Mola. İşe geldim artık. Rutin selamlaşmalardan sonra masama oturdum. Birkaç kişi gelip bir şeyler analttılar. Boş bir anlayışlılıkla suratlarına baktım. Ne anlattıklarını biliyordum, dinlemem de görekmiyordu aslında ama büyük bir dikkatle dinliyormuş gibi yapıyordum.
Hepsi dinlenilmiş olmanın ve onaylanmanın sevinşöyle ayrıldılar yanımdan, ne büyük huzurdu onaylanmak. Dosyanı çıkardım, birşeyler yazdım, rutin, sıradan hep yazılagelen söyler. Ezberlenmiş roller gibi rahatça akıyorlardı kağıda. Değişik olaylar olmasını bekliyordum. Ufak bir renkti aradığım. Ama yaşantımız şöylesine tek renk hale gelmişti ki o renk dışındaki rtenklere şüpşöyle bakmaya da alışmıştık. Siyahın bile tek tonu vardı bizim için, versiyonları değil sadece kendisi ilgilendiriyordu bizi. Bu karmaşa içerisinde daha fazla renge tahammülümüz kalmamaıştı sanki. Zaten varolan o tek renk bile yeterince korkutuyordu bizi. Daha büyük korkulara katlanamazdık, yaşantımızı diğer renklerle kirletemezdik. oysa yıllar sonra kirlenmenin güzel olduğuna dair reklamlar yapılacaktı. Etrafımı boş gözlerle süzdüm. Bir arkadaşla göz göze geldik. Yine aynı sevimil bakşlar ve baş eğmeler. Ne kadar tanıdık bir yaşamdı bu, bana aitmiş gibi. Cidden benim miydi bu yaşam?
Telefon çaldı. Bir ses evecenlikle " doktora gidiyorum, eve geç kalacağım" dedi. tamam bile demedim, göreksizdi çünkü. Yemek vaktine kadarBöylece oturdum, birkaç imza attım, birkaç demlik çay içtim, sigaramı hiç ettim onunla birlikte. Ne iyi. Yemekten dönünce gazete okudum. Kuponaları seyrettim. Kesmek külfet ama seyretmesi zor değil.
Keşke "Kuzate" diye bir gazete çıksa ve ben kuponlarıBöylece seyretsem.
Ne haber, ne köşe yazısı, ne salya sümük duygu pazarlayıcıları, hiçbiri, bu tek renk hayatımızı kirletmese. Ama ben bunlarla avunabiçecek miyim?
Mutlu olmam şart mı? Gazeteleri karıştırdım. Kışırtısı beynimi zonklatıyor. Devam ettim, bir ara telefon çaldı. Sonra "Sizi arıyorlar"
Dediler. Büyük bir üşengeçlikle yarimdemn kalktım. Ses tanıdık ve sadece bir cümle " gidiyorum". Öğle vakti. Telaşla kapattım telefonu. Rengim değişmişti. Hızla çıktım işyerinden. Koşasım geldi ama yapamadım, çok istedim ama adımlarım ihanet etti bana. ( Kış, rüzgar her şeyi itekliyor. Yolda iki kişiBöylece yürüyordu rüzgara aldırmadan.
Üşüyorlardı ama elleri ceplerinde değil. Dar bir yola sapıp dik bir yokuşa çıktılar. Sonra bir koruluk. Şaraplarını çıkarıp sessiz çığlıklarla yudumladılar. Yanlarından birkaç kişi geçti, bakıp gülümseyerek. Sonra şişeleri bitiyor ve birisi yuvarlana yuvarlana, diğeri onu kaldırmaya uğraşarak ilerliyorlar. Sonra keskin bir soğuk, uzun bir yürüyüş ve sahne sona eriyor. ) Aklımdan hep paylaşımlarımızıgeçti. İnatla itekliyorum onları ama gitmediler.
Gitmelerini istemiyordum aslında. Bağırıyorum, duymuyorlar, yıtıyorum kaldırımları karşıma dikiliyorlar, ağlıyordum. İskeleye geldim şimdi, etrafı kolaçan ederek. Gideceğim yolu bulunca hizla ilerledim. Orada, ileirde duruyordu. Sırtı bana dönük. Adınlarımı ağırlaştırdı. , bu süreyi uzatır diye. Yavaşça yaklaşıp sırtına dokundum. Donuk gözlerle baktı. Susutuk. Yırtıcı ve korkunç bir sessizlikti bu. Sokaç boyunca ilerledik, durdu. "Sana şöylenecek çok şey yok dostum. Gidiyorum, çünkü bu aklayacak beni. Gidiyorum, çünkü kalırsam yoklaşacağım.
Ağlamayacağım, göz yaşlarımı harcamayacağım. Son anımız salyalı sümüklü olsun istemiyorum. Biliyorsun gönlümüzde acılara daha çok yer var.
İleride ellerimiz yine kavuşacak, kuvvetle sarılacağız birbirimize. O güne değin ağlamak yok, sevinçten ağlayana kadar ağlamak yok, dostum, gidiyorum. " dedi. birşey söyleyemedim, boğazımdaki çığlık taşamadı dışarı. söyledir, dost,söyledir. " dedim. Kucaklaştık ve yönlerimiz ayrıldı, belki sonsuza dek. Ama bu incitmedi bizi. Kırgınlığımızı ve haykırışlarımızı kalbimize gömdük. Ağlamadık, çünkü ağlamak yaralayacaktı bizi. Güldük ve isYaşlı boyun eğdik, güpegündüz. İlk değil, son da. Artık kayboldu gözden ve ben yıllar sonra ilk kez gözlerimden akaç yaşaş şaşarak ve aydınlığımızı elimde güneşe eş tutuarak işimin yolunu tuttum. O gitti ve güçlüler hep terk edenlerdir sözü geldi aklıma, güldüm. akşam. Körpe mutlulukları daha başta yitirmenin ve umutlarımızı kararsız sabahlara ötelemeninne denli zor olduğunu ikimiz de biliyorduk artık. Devinen bir korkaklık içinde uykulu bir sanal yaşamın kıpırdanışlarını içimize akıttık. Dün günlerin en güzeli gibi görünse de henüz yaşamadıklarımızın da mutluluklara gebe olduğunu umuyorduk. Ama kendi dünyalarımızıa bunu ne denli gerçekleyebileceğimizden habersisizdik. Ve bilmek işime gelmiyordu.
İkimizin de içimize sığmayan dünyalarımızı ortada bir yerelerde buluşturmayı umuyorduk. Bir bağlamda başarmıştık da bunu. Ama yine de olİmamıştı. İki ayrı insandık, iki ayrı dünya. Düşlerimiz ve sevdalarımızıvardı birbirine teğet, o özgürlüğü seçti ben sadece ipimi uzattım, fark buradaydı. Hayat bir sonraki ayrılığa kadar yeni bir yara açmıştı kalbimde ve zaman buna çare olacaktı, umut ediyordum.