Susuzluktan kıvranan bir köy halkı, nefesi kuvvetli, "Bir dua etti mi gökten rahmet boşalıyor" diye namı yürüyen kasabadaki hocaya haber salıp getirmişler. O gece hoca efendi, bir güzel ağırlanmış, yedirilmiş, içirilmiş sabah namazından sonra hep birlikte yağmur duasına çıkılmış Hoca dua etmiş, köylü ellerini açıp amin demiş, dua bitmiş, köye dönüyorlar, onlar yağmur beklerken hava açmış, pırıl pırıl güneş... Köye yaklaşırken, homurtular başlamış:
- Ne biçim hoca bu yahu? -Hani bir okuyacak bir üfleyecek, gök gürleyecek yağmur yağacaktı...
- Güya karşı köye gitmiş, daha ellerini açıp duaya başlarken, gökten rahmet boşanıvermiş... Sonunda muhtar hocanın yakasına yapışmış:
- Hani hoca yağmur yağacaktı ne oldu? Hoca dönmüş:
- Size yağmur yağmaz!
- Niye yağmasın? Hocaysa hoca, duaysa dua, daha ne istiyorsun?
- Siz bana güvenmediniz!
- Ne demek güvenmedik? Güvenmesek kasabadan alır buraya getirir miydik? Aldık, getirdik, paranı peşin verdik, sen dua ettin, biz amin dedik, daha nasıl güveneceğiz?
- Siz yalnız bana değil, töğbe estağfurullah, Allah'a da güvenmediniz... Sizin kalbiniz bozuk! Köylü hep birden itiraz etmiş:
- Haşa sümme haşa, nereden çıkarıyorsun bu lafları? Hoca efendi elindeki şemsiyeyi göstermiş:
- Bre zındıklar eğer güvenseydiniz, hepiniz yağmur yağacak diye şemsiyelerinizi yanınıza alırdınız. Hani nerede şemsiyeniz? Bir ben güvendim, şemsiyemi aldım o da yetmedi!...
Yeni evli bir çift kol kola yürüyormuş.
Bu sırada bir horoz tavuğu kovalamış ve ibiğinden gagasıyla yakalayıp tavuğun üstüne atlamış. Horozun bu eylemine yeni evli çiftle birlikte beş altı yaşlarında bir çocuk da tanık olmuş.
Aynı olaya tanık olmanın verdiği bir yakınlaşma ile birbirlerine gülümsemişler. Erkek, küçük çocuğa sormuş:
- Yoksa bu horoz sizin mi?
- Evet abi.
- Peki, bu olay sık sık olur mu?
- Saymadım abi, ama günde sekiz-on kez oluyor galiba, diye cevap verincekarısı kocasını dirseği ile dürterek:
- Hıh! Bir horoz kadar olamıyorsun, demiş.
Bunun üzerine kocası bozuntuya vermemeye çalışarak yeniden bir soru yöneltmiş:
- Peki, küçük, bu olayı horoz hep aynı tavukla mı, yoksa değişiktavuklarla mı gerçekleştiriyor?
- Aynı tavukla olur mu abi, elbette her seferinde başka bir tavuğa biniyor, diye cevap verince bu kez de kocası dirseği ile karısını dürterek:
- Hıh! Şimdi aldın mı ağzının payını, demiş
Üzerindeki kıyafet ve davranışlarından köyden geldiği belli olan bir adam, son dakikada yetiştiği trene binmiş. Bindiği vagon dolu olduğu için oturacak yer bulamamış. Diğer vagonları da tek tek dolaşmış, hepsi dolu.
Tam umudunu kestiği sırada vagonlardan birinin boş olduğunu görmüş ve "milletvekillerine aittir" yazısını da fark etmeden, girip oturmuş. Biraz sonra, biri gelmiş ve adama çıkışmış;
- Ne işin var burada, çabuk kalk!.. Burası, benim yerim!..
- Nereden senin oluyormuş, para verip bileti mi aldım? Burası da boştu, niye kalkayım?
- Bak arkadaş, su levhaya dikkat etsene burada -milletvekillerine aittir- diye yazıyor. Ben milletvekiliyim, sen kimsin?
- Hadi oradan be!.. Sen milletin vekili isen ben de aslıyım. Milletin aslı varken, vekilin ne işi var!..
Nasreddin Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca, sağında Kadı efendi, solunda Tüccar efendi, hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri konusunda söz dokundururmuş.
Makamına güvenip, kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi, Hoca'ya:
- "Sana da lâf yetişmez ki" demiş, "İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki, en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün."
- "Yok canım, abartıyorsun, bak ben haddimi nasıl biliyor, muzırla yaban öküzünün arasında gidiyorum." demiş.