Nasa, 1966 yılı civarında, aya gidecek Apollo astronotlarını eğitmek için, Kızılderili Rezervasyonu sınırlarında bulunan ve ortamı ay yüzeyine çok benzeyen Tuba City'e götürmüş. Astronotlar çalışmaya başlamış. Acayip görünümlü kamyonların arasında, sadece 2 uzay giysili astronot görünüyormuş uzaktan. Yakınlarda da yaşlı bir Navajo çobanı ile oğlu koyun otlatıyormuş. İki astronot dikkatlerini çekmiş, izlemeye başlamışlar. Bu arada da bazı Nasa personeli onları fark etmiş ve yanlarına gelmiş. Çoban İngilizce bilmediği için, oğlu aracılığıyla, o iki acayip adamın ne olduğunu sormuş. Nasa personeli de:
- "O adamlar aya gidecek astronotlar, eğitim yapıyorlar." deyince çoban çok heyecanlanmış ve:
- "Astronotlarla aya bir mesaj yollaması mümkün mü?" diye sordurmuş oğluna. Nasa personeli bunun çok orijinal bir şey olacağını düşünüp bir koşu teyp getirmişler ve adamın mesajını Navajoca teybe kaydetmişler. Mesaj kayıdı bitince Nasa personeli çocuktan babasının mesajını tercüme etmesini istemiş ama çocuk reddetmiş. Daha sonra Kızılderili rezervasyonunda birçok kişiye yanaşmışlar, her biri, önce "Cık cık cık" demiş, sonra da mesajı tercüme etmeyi reddetmiş. Ama en sonunda eline para sıkıştırılınca, bir genç, yaşlı adamın mesajını tercüme etmiş:
- "Bu heriflere dikkat edin, topraklarınızı çalmaya geldiler."
Dünyada insanlar, çok çeşitli nedenlerle firmalara ve kurumlara dava açıyor. Aynı davalar Türkiye'de açılsa neler olurdu, işte araştırma sonuçları:
* Eline kahve dökülen kadın, üzerinde 'Sıcaktır' yazmadığını iddia ederek, dava ettiği Mc. Donald's dan 2.5 milyon dolar tazminat kazandı.
BİZDE OLSAYDI: Kadının eline diş macunu sürülür. Kadın yaygaraya devam edince de garsonlar kadını bir temiz döver, sonra da derin dondurucuya kapatırlardı.
* San Diego'da bir adam, erkekler tuvaletinde kadın gördüğünü söyleyerek, duygusal travma geçirdiği iddiasıyla dava açtı.
BİZDE OLSAYDI: Öncelikle travmayı erkek değil, erkekler tuvaletine gören kadın geçirirdi. Hem de duygusal olmayanından. Hatta başına daha neler gelirdi Allah bilir.
* Bir soyguncu, kendisine bedava deodorant vermediği için hapishane yönetiminden şikayetçi oldu. BİZDE OLSAYDI: Adam Önce "Burası Migros mu lan" cümleleri eşliğinde güzelce bir ıslatılır, adamın ter kokusu hafifletilir, ceza evinde parasız hiçbir şeye sahip olamayacağı bir güzel anlatılırdı. Ertesi gün de mahkuma sadece deodorant değil, cep telefonundan tabancaya kadar satın alabileceği her türlü ürünün listesi verilirdi.
* Gene Amerika'da bir kanser hastası, öngörülen süre içerisinde ölmediğini söyleyerek sağlık müdürlüğünü dava etti. Doktorların koyduğu teşhise göre çoktan ölmesi gerektiğini söyleyen davacı tazminat istedi.
BİZDE OLSAYDI: Hasta tazminat talebinin ardından yetkililerce apar topar Devlet Hastanelerinden birine yatırılır, kanserden olmasa da kaptığı başka bir enfeksiyondan ölmesi kesin olarak sağlanırdı.
* Bira düşkünü bir Alman, Anheuser - Busch biraları üreten şirkete 10 bin dolarlık dava açtı. Biracıya göre reklamda birayla kadınların tavlanacağı söyleniyordu. Ancak kendisi başarılı olamamıştı. BİZDE OLSAYDI: Açtığı davanın ardından, derhal ana haber bültenlerine çıkar. Magazin programlarına konuk olur ve kendi çapında ciddi bir şöhrete ulaşırdı adam. Ve bu sayede kadın bulduğundan bira şirketi de tazminat ödemekten kurtulurdu.
* Florida'da bir balıkçının ailesi, hava tahmini tutmadığı için fırtınada ölen babalarının ardından, hava tahmini yapan kanalı mahkemeye verdiler.
BİZDE OLSAYDI: Dava asla açılamaz ve sonuçlanamazdı. Çünkü Türkiye'de hava tahminleri her türlü ihtimal göz önüne alınarak yapılır. "Yarın hava kar yağışlı olacak ve zaman zaman da güneşli geçecek." Veya "denizlerimizde hava 2 ile 6 kuvvetinde olacak." (Bu hava tahmini gerçekten yapılır bizde ve inanın yaşayan bilir, ama 2 ile 6 hava arasında dağlar kadar fark vardır.) * Bir kadın sürücü, çarptığı ve öldürdüğü adamın eşinden, kaza anında kendisine şok yaşattığı için tazminat talebinde bulundu.
BİZDE OLSAYDI: Sık sık olan bir vakadır bizde bu. "Önüne baksaydı kardeşim" ile başlayan ve "onlar da dikkat etseydiler birader" denilerek salınan çok trafik canavarı vardır bu ülkede.
Tazminat istemediklerine dua edelim.
Uçağın havalanmasını beklerken, kitap okumak isteyen adamın yanında oturan yolcu, adama dönmüş ve:
- "Biliyor musunuz, bir yerde okumuştum. Eğer yolculuk esnasında yanınızdaki ile sohbet ederseniz, seyahat süresi daha kısa geliyormuş insana." demiş.
Kucağındaki kitabı okumak üzere yeni açmış adam, kitabı yavaşça kapatmış ve diğer yolcuya:
- "Hangi konuda sohbet etmek istersiniz?" diye sormuş.
Diğer yolcu:
- "Bilmem ki, nükleer enerji konusunda konuşmak ister misiniz?" demiş.
Kitabını okumak isteyen adam:
- "Olabilir, bu ilginç bir konu ancak nükleer enerji konusuna girmeden önce size başka bir soru sorayım. Bir at, bir inek ve bir keçi, üçü de ot yiyerek beslenmelerine rağmen, keçi misket şeklinde, inek sıvı şeklinde, at ise kurutulmuş ot şeklinde dışkılar. Sizce neden?"
Sohbet etmek isteyen adam, hayretle bakmış:
- "Bilmiyorum. Hiçbir şey aklıma gelmiyor" demiş.
Kitabını okumak isteyen adam:
- "Hiç bir bok hakkında bilgin yok. Ne demeye nükleer enerji konusunda sohbet etmek istiyorsun?" demiş.
Adamın biri, bir gün şehir dışında yolda kalmış. burası arabaların nadir geçtiği ıssız bir yolmuş. Saat gecenin 2'siymiş ve kış mevsimi olduğundan aşırı derece soğuk, fırtınalı, kar yağışlı ve bir metre ötenin bile görünemeyeceği kadar sis hakimmiş. Adam saatlerce yürüdükten sonra yanından yavaşça bir arabanın geçtiğini fark etmiş ve bu işkenceye bir son vermek için koşarak arabanın ön kapısından içeri girmiş.
Kafasını sola çevirmiş, gözlerine inanamamış. Şoför koltuğunda kimse yokmuş. Tam bunun şokunu yaşarken ileride bir uçurumun belirdiğini fark etmiş. Korkudan ne yapacağını şaşırmış. Son duasını etmeye başlamış. Bir de bakmış ki direksiyonda sadece bir el var ve direksiyonu çeviriyor. Adam bu kadarına da dayanamamış ve arabadan dışarıya atlayarak hızla hiç bilmediği bir yöne doğru koşmaya başlamış. Ağaçların arasında olduğunu fark ettiği küçük bir kahveye sığınmış.
Bir çay içip kendine geldikten sonra kahvedekilere başından geçenleri anlatmış. Kahvedekileri de bir korku sarmış ve kimseden çıt çıkmıyormuş.
Derken birden kahvenin kapısı açılmış ve içeriye iri yapılı, yorgunluktan perişan olmuş, üstü başı yırtılmış, kan, ter içinde kalmış iki adam girmiş. Herkes hiç ses çıkarmadan onlara bakarken; adamlardan biri yanındakine hitaben (göz işaretiyle bizimkini göstererek):
- "Oğlum Osman, şurada oturan adam, biz arabayı itmeye çalışırken içine oturan şerefsiz değil mi lan." demiş.
Dört hanımı olan bir adamı arkadaşı ziyarete gelir. Adamın evi müsait değildir. Yalnızca büyük bir odası vardır. Ancak arkadaşını çok sevdiği için onun dışarıda kalmasına razı olmaz ve gece evinde kalabileceğini söyler. Akşam turşulu kavurma yemekleri yenilir, kadayıf dolmaları mideye gönderilir. Sohbet, muhabbetten sonra yatma zamanı gelir. Misafir için odanın öbür köşesine yatak serilir. Ev sahibi de hanımlarını sağ tarafına alır, yatarlar. Gecenin bir vakti, yediklerinin etkisiyle olsa gerek hanımlardan küçüğü kocasına sevişme teklif eder. Adam şaşırmıştır. Çünkü odada bir yabancı vardır ve işi fark edeceğine inanır. Ancak kadını da ikna etmek mümkün değildir. Adam çaresiz küçük karısına:
- "O zaman buzdolabının kapısını aç da bir bak bakalım, misafir yatıyor mu?" der. Kadın dolabın kapısını hafifçe aralar. Misafirin yattığını söyleyince, adam hızla işini görür. Aradan az bir zaman geçer, bu kez diğer eşi sıkıştırmaya başlar. Adam onu da ikna edemeyince yine buzdolabının kapısını açmasını ve misafire bakmasını söyler. Hafif ışık gelince ikinci hanımıyla da yatar. Bu iş bütün gece boyunca sürer. Adam dört hanımı ile aynı yöntemle birlikte olur.
Sabah olunca hiçbir şey yokmuş gibi kalkarlar. Ev sahibi misafirine:
- "Nasıl rahat yatabildin mi?" diye sorar. Misafir:
- "Çok iyi yattım, ancak yediklerimden dolayı gece çok susadım ve hararetten dilim damağım kurudu" der. Bunun üzerine ev sahibi:
- "Kardeşim niye öyle sıkıldın ki. Buzdolabı yanındaydı. Açıp içinden su alsaydın ya" deyince misafir şeytanca gülerek cevap verir:
- Yok baba yok. Buzdolabının kapağını kim açtıysa, sen kalkıp onu öptün. Ben de korktum, onun için su mu içemedim."
Erzurumlu bir aile, çocuklarını meslek öğrensin, eve katkıda bulunsun diye tepsi ustasının yanına çırak olarak verir. Çocuk iki gün işe gittikten sonra üçüncü gün gitmez. Bunu gören ninesi merakla:
- "Oğul niye işe gitmedin? Hasta mısın, yoksa ustan bir şey mi dedi?" diye sorar.
Çocuk rahat bir şekilde cevap verir:
- "Yok nine, ben o işi öğrendim" der.
Ninesi nasıl olduğunu sorunca da çocuk anlatır. Yaşlı kadın ikna olur. Aradan birkaç gün geçince ustası yeni çırağını merak eder:
- "Acaba ne oldu, gidip sorayım" diye yola çıkar.
Evin kapısını çalınca karşısına çocuğun ninesi çıkar. Usta çırağı sorunca ninesi söze başlar:
- "Oğlum, bizim uşak tepsi yapmayı öğrenmiş. Bana da anlattı, ben de öğrendim. Gerçekten çok kolaymış" deyince usta şaşırır:
- "Nine, hele bana da bir anlat bakalım çocuk nasıl öğrenmiş?" diye sorar.
Nine torunundan öğrendiklerini ustaya nakleder:
- "Vallahi, oğul diyor ki, sacı dövüyorsun dövüyorsun ediyorsun yassı, etrafını çevirip ediyorsun tepsi. İşte bu kadar kolay."
Usta bunu duyunca hem şaşırır, hem kızarak cevap verir:
- "Vay it oğlu it, kendi öğrendiği yetmemiş, bir de ninesine öğretmiş."