Nasrettin Hoca, günlerden bir gün evine dönerken büyük bir konağa bir sürü insanın girip çıktığını görmüş.
Konaktan çıkanlardan birine yaklaşıp içeride neler olduğunu sorunca, adam:
"Düğün var"
Demiş. Düğün lafını duyan Hocanın gözünde kızarmış tavuklar, hindiler, tepsi tepsi pilavlar canlanmaya başlamış. Hemen oradan boş bir kağıt bulup bir zarfa koymuş, sonra da doğru konağa gitmiş. Uşaklardan birine:
"Efendini göreceğim, çok saygıdeğer birinden mektup getiriyorum..." demiş.
Uşak hemen Hocanın önüne düşmüş, onu efendisinin huzuruna çıkarmış. Hoca "Şenliğiniz mübarek olsun. Zamansız geldiğim için bağışlayın" deyip, mektubu vermiş. Ve hemen ilk davette sofraya çökmüş, derhal iştah ile atıştırmaya başlamış. Düğün sahibi Hocanın getirdiği zarfı bir zaman elinde evirip çevirdikten sonra,
- "Efendi, bir yanlışlık olmasın. Bu zarfın üzeri yazılı değil" diye sormuş.
Hoca da başını sofradan dahi kaldırmadan cevap vermiş:
- "Kusura bakmayın efendi hazretleri, biraz aceleye geldi. Esasında onun içi de yazılı değildir!."