Nasreddin Hoca, bir akşamüstü evinde karısıyla sohbet ediyormuş. Pencereden kafasını çıkarıp, gökyüzüne bakan Hoca, ertesi gün planlarını karısına anlatmaya başlamış:
- Bak hanım, yarın hava güzel olursa; ormana ağaca giderim, yağmurlu olursa; hamama giderim.
Karısı Nasreddin Hoca'yı uyarmış:
- İnşallah de Hocam, inşallah de!..
- Yahu hanım, ne var bunda? Yarın hava ya iyi olur, ya da kötü olur.
Ertesi gün, sabah namazından sonra bulutsuz ve güneşli havaya gören Hoca, keyifle ormanın yolunu tutmuş. Köyden epeyce uzaklaşan hoca, bir askeri birlikle karşılaşmış. Askerlerin komutanı Hoca'ya demiş ki:
- Hocam, bize komşu kasabanın yolunu tarif edebilir misin?
Askerlerle uğraşmak istemeyen Hoca, şöyle cevap vermiş:
- Bilmiyorum.
Askerlerin komutanı bu cevabı üzerine çok sinirlenmiş ve bağırmaya başlamış:
- Kavuğundan utan be adam!.. Utanmadan bir de yalan söylüyorsun!.. Çabuk düş önümüze ve en kısa yoldan bizi Sivrihisar’a götür!..
Emir emirdir, ne yapsın Hoca? Düşmüş askerlerin önüne. Askerlerle birlikte onca yolu yürüyerek, Sivrihisar’a kadar giden Hoca, orada serbest bırakılınca, tekrar evinin yolunu tutmuş. Hoca yolda gelirken bir şimşek çakmış, ardından bir gök gürültüsü ve şakır şakır yağmur başlamış. İyice ıslanıp sırılsıklam olan Hoca, gece yarısından sonra evine ulaşabilmiş. Perişan bir vaziyette kapının eşiğine yığılan Hoca, biraz soluklandıktan sonra, kapıyı çalmış, karısı içeriden bağırmış:
- Kim o?
Nasrettin Hoca, bitkin bir şekilde cevap vermiş:
- İnşallah benim hatun!

Akşehir kadısı keyfine düşkün bir adammış. Akşehir'de halkın yanında içki içemeyeceğini iyi bilen kadı efendi, canı içmek isteyince; şarap şişesini alıp, bağlara gidermiş. Kadı efendi bir gün şarap şişesini alıp bağlara gitmiş, kendisini kimsenin görmeyeceği bir yere varınca; şarabını içmeye başlamış. İyice sarhoş olan kadı efendi, cübbesini, sarığını bir yere fırlatıp atmış ve kendisi de sızıp kalmış. Nasrettin Hoca'nın da bir cübbeye ihtiyacı varmış. Üstündekiler epey eskiymiş. Yerlere atılmış cübbeyi görünce hemen alıp sırtına giymiş. Kadı akşama doğru ayılmış, bir bakmış ki; cübbe yok. Cübbesini arayan kadı efendi, bulamayınca; çalındığını sanmış. O halde evine gelen kadı efendi, adamlarına emir vermiş:
- Yarın sabah kimin sırtında benim cübbeyi görürseniz; hemen yakalayıp getirin!
Ertesi gün çarşıyı pazarı dolaşan kadının adamları, bir bakmışlar ki; kadının cübbesi Nasreddin Hoca'nın sırtında. Bunu gören adamlar, Hoca'yı apar topar yakalayıp kadının huzuruna getirmişler. Kadı cübbeyi tanıyınca sormuş:
- Hoca efendi, bu cübbeyi nerden buldun?
- Dün bazı arkadaşlarla bağda dolaşıyorduk. Bir de ne görelim? Saçı sakalı ağarmış, şöyle sizin gibi kelli felli bir adam, zil zurna sarhoş olmuş yatmıyor mu? Yanında da içilmesi haram olan koca bir şişe şarap da var. Cübbesini sarığını çıkartıp atmış. Bu halde oralardan bir hırsız geçecek olsa cübbeyi çalacak. Buna meydan vermemek için cübbeyi aldım. Sahibi çıkınca hemen çıkarıp vereceğim. Şahitlerim de var.
Kadı şöyle sakalını bir sıvazladıktan sonra biraz düşünmüş ve demiş ki:
- Sen o cübbeyi sağlıkla giymeğe devam et Hoca efendi, o cübbenin sahibi çıkmaz...