Günlerden bir gün, gecelerden bir gece Hoca Nasrettin, kuyudan su çekmeye karar vermiş. Elinde su kovası, bahçedeki kuyunun başına gelmiş. Tam kovayı sarkıtacağı sırada, kuyunun içinde Ay'ı görmüş:
- Eyvah! Ay kuyuya düşmüş, deyip üzülmüş. Sonra da Ay'ı kuyudan nasıl çıkaracağını düşünmüş. Aklına kovası gelmiş. Ay'ı kova ile çıkarmaya karar vermiş.
Kovayı, ipiyle kuyuya sarkıtmış. Kova, suya değince de ,çekmeye başlamış. Su ile ağırlaşan kova bir süre sonra, kuyu duvarına takılmış. Nasrettin Hoca, kovayı ne kadar çekmek istemişse de bir türlü çekememiş.
Kan ter içinde kalmış. Kovanın yukarı gelmemesinin nedenini Ay'ın ağır olmasına vermiş. Kovayı yukarı çekmeyi sürdürmüş.
Fakat ipe o kadar şiddetli asılmış ki, ip kopmuş. Nasrettin Hoca da, sırt üstü yere yuvarlanmış.
Nasrettin hoca, gözünü açınca, gökte parıldamakta olan Ay'ı görmüş, – Oh, çok şükür.. Epeyce uğraştım, epeyce yoruldum ama sonunda Ay'ı kuyudan çıkarmayı başardım. Bu iş bütün yorgunluğuma değdi. demiş.
Günü birinde Nasrettin Hoca, padişah ve vezirleriyle beraber ava çıkmış. Padişah ve vezirlerin omuzlarında birer doğan varmış. Nasrettin Hoca'nın parası doğan almaya yetmediği için, bir alakargayı omuzuna koyup ava gelmiş.
Padişah ve vezirleri bu duruma içten içten gülmüşler, ama Nasrettin Hoca'yı üzmemek için bir şey dememişler. Av başlamış, padişah ve vezirleri doğanlarını gökyüzüne salmışlar. Nasrettin Hoca da "Haydi bismillah!.." deyip alakargasını uçurmuş. Gökyüzünde uçan doğanlar bir ördek, bir kaz ve bir bıldırcın yakalayıp getirmişler. Nasrettin Hoca'nın alakargası da gidip bir koca öküzün üzerine konmuş. Nasrettin Hoca padişaha dönüp, sevinçle bağırmış:
- Padişahım, gördünüz mü? Benim alakarga bir öküz yakaladı!..
Sözünü bitirir bitirmez de, hemen koşup öküzü boğazlamış. Öküzün sahibi koşarak gelmiş ve şaşkınlıkla sormuş:
- Hoca efendi, öküzümü niye kestin?
Hoca cevap vermiş:
- Bu benim avımdır.
- Hoca efendi, yahu hiç alakarga ile öküz avlamak olur mu?
Bu soru üzerine Nasrettin Hoca sinirlenmiş ve demiş ki:
- Bre ahmak, haddini bil!.. Padişahımın himmeti olduktan sonra, alakarga ile öküz de avlanır fil de!..
Hoca Nasreddin, küçük oğluyla birlikte köyüne gidiyormuş. Oğlunu eşeğe bindirmiş, kendisi yürüyormuş. Karşıdan gelenler, oğlunu göstererek:
- Ak sakallı yaşlı adam yürürken bacak kadar velet eşekle gidiyor. Zamane çocuğu işte, demişler.
Bu konuşmaları işiten Hoca oğlunu indirip kendisi binmiş. Az sonra birkaç kişi daha denk gelmiş. Bunlar ise:
- Koca adama bak! Bu sıcakta kendi eşekte, ufacık çocuğu yaya yürütüyor. Hiç acıma yok, demişler.
Bu konuşmalardan sonra Hoca, eşeğe oğlunu da bindirmiş. Çok geçmeden yine birileriyle karşılaşmışlar. Bu kişiler de:
- Zavallı hayvan zor yürüyor. Düşüp ölecek! Hiç acımadan iki kişi birden binmişler üstüne, demişler.
Hoca hemen inmiş, oğlunu da indirmiş. Eşek önde, onlar arkada ilerlemişler. Biraz sonra, yol kıyısında oturanlar:
- Şu dünyada amma aptal adamlar var; eşek bomboş gidiyor, adam da oğlu da kan ter için de arkasından koşuyor! diye konuşmaya başlamışlar.
Nasreddin Hoca dayanamamış. Oğluna dönüp demiş ki:
- Gördün mü evladım! Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Şu dünyada kimseyi hoşnut edemiyor, kimsenin dilinden kurtulamıyorsun! iyisi mi, kimseye kulak asmayacaksın ve kendi bildiğini yapmaktan şaşmayacaksın...
Bir zamanlar Nasrettin Hoca'nın epey bir paraya ihtiyacı olmuş. Ne yapsa etse de ihtiyacı olan parayı tamamlayamamış. Başlamış gece gündüz evinde yüksek sesle dua etmeye:
- Ya Rabbim! Bana yüz altın ver! Doksan dokuz olursa asla kabul etmem!..
Onun durmadan böyle dua ettiğini duyan zengin Yahudi komşusu, alay etmek için Nasrettin Hoca'nın geçeceği yola 99 altın bırakarak, bir köşeye gizlenmiş. Biraz sonra Nasrettin Hoca gelmiş, yerdeki altınları görmüş, toplamış, tek tek saymış 99 altın. Nasrettin Hoca altınları cebine atıp, şükretmiş:
- Allah'ım, dualarımı kabul ettiğin için sana şükürler olsun. 99 altını veren 1 altını da verir!
Köşeden bizim hocayı gözetleyen Yahudi atılmış:
- Dur Hoca, ne yapıyorsun? Altınlar benim!..
Hoca da içinden "Demek benimle alay etmek için yoluma altın dökersin ha!.. Ben seni bir süründüreyim de gör!.." diye gülmüş kendi kendine. Yahudi'yi sinir etmek için demiş ki:
- Bak komşu, bu altınlar senin değil!.. Ben yüce Rabbime yalvardım; bu altınları da bana o verdi.
Yahudi başlamış ağlamaya:
- Altınlarım gitti!.. Altınlarım gitti!..
Nasrettin Hoca da Yahudi'nin hâline gülmeye başlamış. Yahudi de yapışmış hocanın yakasına:
- Kadıya gidelim!..
Hoca da gönülsüz gönülsüz cevap vermiş:
- Kadıya gitmesine gidelim de, benim sırtımdaki kürkümle, başımdaki börküm eski.
Yahudi bakmış başka çare yok; sırtındaki kürkünü, başındaki börkünü çıkarıp hocaya vermiş. Hoca kürkü sırtına, börkü başına geçirdikten sonra sormuş:
- Bu kürkle, bu börkle insan yaya yürür mü?
Yahudi çaresiz "Yeter ki Nasrettin Hoca benimle kadıya gelsin." diye atını da vermiş, düşmüşler yola, gelmişler kadıya. Yahudi şikâyet etmiş:
- Nasrettin Hoca 99 altınımı aldı, geri vermiyor!..
Kadı, soran gözlerle Nasrettin Hoca'ya bakmış. Hoca da kendini savunmuş:
- Yalan kadı efendi, bu arkadaşta biraz delilik vardır, biraz sonra sırtımdaki kürke, başımdaki börke dahi sahip çıkacaktır!..
Kadı, Yahudi'ye dönüp sormuş:
- Öyle mi?
Yahudi telaşla atılmış:
- Kürk de benim, börk de benim!..
Ağlayan Yahudi'ye bakıp, içinden kıs kıs gülen Nasrettin Hoca yine söz almış:
- Gördünüz mü kadı efendi? Nerdeyse altımdaki ata da sahip çıkacak!..
İyice telâşlanan Yahudi bağırmış:
- At da benim!..
Kadı da Yahudi'ye bağırmış:
- Haddini bil efendi!..
Sinirlenen kadı, Yahudi'yi kovmuş. Nasrettin Hoca, Yahudi'yi kırk gün yalvartmış, kırk gün sonra da sormuş:
- Akıllandın mı?
Yahudi de ağlayarak cevap vermiş:
- Akıllandım.
Hoca da Yahudi'den aldığı her şeyi geri vermiş.