Anadolu Selçuklu Sultanı, Nasreddin Hocanın şaka yapmayı ve kendisine şaka yapılmasını sevdiğini bildiği için, Hocaya şaka yapmaya karar vermiş. Nasreddin Hoca için bir ziyafet hazırlatıp Hocayı Konya’ya davet etmiş. Hoca da Sultanı kırmayıp davetini kabul etmiş.
Nasreddin Hoca Konya’ya geldiğinde, kendisini Sultanın vezirlerden birisi karşılamış. Önce şehri gezip önemli yerlerini görmüşler. Akşam olunca da Sultanın sofrasına oturmuşlar. Sofraya ilk önce çorba gelmiş. Anadolu Selçuklu Sultanı çorbadan bir kaşık almış ve hizmetkarlara bağırmış :
─ Bu ne biçim çorba, tuzu yok bunun, kaldırın bunu çabuk!
Hoca çorbanın tadına bile bakamadan çorbalar kaldırılmış sofradan. Hemen ardından kuzu çevirme gelmiş sofraya. Anadolu Selçuklu Sultanı kuzu çevirmenin tadına bakar bakmaz hizmetkarlara bağırmış:
─ Bu ne biçim kuzu çevirme, doğru dürüst pişirilmemiş, kaldırın bunu çabuk! Nerede o aşçıbaşı, böyle yemek mi yapılır ?
Hoca kuzu çevirmeden bir lokma alamadan o da kaldırılmış sofradan. Hemen ardından hizmetkarlar pilav getiriyorlarmış. Bakmış Nasreddin Hoca her yemeğe bir bahane bulunup gönderiliyor, bu gidişle aç kalacak, hemen hizmetkarların elindeki pilav tabaklarından birini kapmış. Hizmetkarlar diğer pilavları daha sofraya yerleştirmeden, koymuş önüne pilavı, hızla kaşıklamaya başlamış. Bunu gören Anadolu Selçuklu Sultanı gülerek Hocaya sormuş:
─ Aman Hoca efendi ne yapıyorsun?
─ Pilavın sofraya getirilmesini niye beklemedin?
Nasreddin Hoca cevap vermiş:
─ Sultanım, aşçıbaşı sizin olsun, bari pilavı bağışlayın.
Nasreddin Hoca'nın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamaya karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise,
"Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım" diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş.
İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş.
Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş.
Ormana gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca:
- "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin!" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş.
Öğlen vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına.
"Ona değdi, buna değmedi"
Diye diye attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde delikanlı'ya bakmış:
- "Suphanallah, bak, becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk, senin çişini sana yedirdi! ..." demiş.