Nasreddin Hoca, zengin, obur ve aç gözlü, bir Akşehirli ile beraber Konya’ya gidiyormuş. Yolda acıktıkça yanlarındaki azıklarını çıkarıp yemeğe oturuyorlarmış. Hoca daha bir iki lokma yemeden, adam azığın hepsini mîdesine bi güzel indiriyormuş. Adam yolda sürekli kazanmaktan, yemekten, içmekten bahsediyormuş.
Derken Konya’ya gelmişler. Ekmeklerini yeni pişirmiş, bir yandan fırından çıkaran, bir yandan da mis gibi kokan ekmekleri vitrinine dizen bir fırıncının önüne gelmişler. Birlikte fırıncı dükkanına girmişler.
Hoca, Fırıncıya ;
- “Bu ekmekler senin mi?” diye sormuş.
Fırıncı afallayıp, şaşkın şaşkın bakarak;
- “Evet benim” deyince Hoca cevabı yapıştırmış:
- “Bu kadar misk gibi kokan, kızarmış sıcak ekmeğin var da ne duruyorsun, hepsini sen yesene !…”
Adamın biri korku belası, Timur’a iyi bakımlı bir eşek hediye etmiş. Etraftaki dalkavuklar eşeği öve öve bitirememiş, göklere çıkarmışlar.
Hoca’yı gözden düşürmek için fırsat kollayan bu dalkavuklardan biri hemen söze girmiş:
- Hükümdarım, bu eşek öylesine cins bir eşek ki, Hoca gibi ağzı öpülecek birinin eline geçse iyi yetiştirilirse alimallah okuma bile öğrenir.
Timur bu fırsatı kaçırmamış. Hoca’yı zor durumda bırakmak, biraz da eğlenmek için harekete geçmiş. Tutmuş, eşeğin yularını Hoca’nın eline vermiş.
- Eti senin, kemiği benim Hocam, oku, korkut, ne yaparsan yap adam et bunu!
Hoca da çaresiz eşeğin yularını tutmuş. Herkes merak içinde şaşkın bakarken, Hoca, evinin yolunu tutmuş. Eve varınca düşünüp taşınmış. Alaya alınmamak, ele güne rezil olmamak, yüzünü kızartmamak için bir çare aramış. Kendine göre bir yol da bulmuş. Kitapçıya gidip deriden bir kitap yaptırmış. Yapraklarının arasına arpa serpiştirmiş. Bu sırada eşeği de bir kaç gün aç bırakmış. Kitabı getirip aç eşeğin önüne koymuş. Kitabı yaprak yaprak açıp arpaları eşeğe yedirmiş.
Sabah bir akşam iki derken eşek alışmış buna. Artık kitabın yaprakları diliyle açmaya, arpaları dişiyle öğütmeye, kitabın sonunda arpa bulamayınca anırmaya başlamış.
Gel zaman giт zaman; aradan tam bir ay geçmiş. Timur’un karşısına çıkma zamanı gelip çatmış. Hoca o günün akşamı eşeğe yem vermemiş. Ertesi sabah, eşeğe gümüş bir gem vurmuş. Eşekle birlikte imtihan yerine varmış. Timur’un karşısına çıkmış.
Hoca, saray avlusunun orta yerine bir masa istemiş. Getirdiği kitabı da üstüne koymuş. Dünden beri aç olan eşeği de çekmiş kitabın önüne. Eşek kitaba eğilmiş. Başını hiç kaldırmadan kitabın sayfalarını tek tek açıp çevirmiş, arada bir de zırlayıp durmuş. Kitabın bütün sayfalarını çevirme işi bitince anırmaya başlamış. Hoca:
“İşte gördünüz, eşek kitabın bütün sayfalarını çevire çevire okudu.
Görenlerin parmağı ağzında kalmış. Ama orada hazır bulunanlardan ve Hoca’yı çekemeyenlerden bazıları:
- Canım Hoca, demişler, okumasına diyecek yok da, ne okuduğu anlaşılmıyor, biz bu işten bir şey anlamadık!
O zaman Hoca:
- Tabi anlamazsın, o eşekçe okudu anlamak için eşek olmak gerek.
Orada bulunanların hepsi Timur da dahil dillerini yutup öylece kalakalmışlar.