Bir gün Timur, Hocayla hoşbeş ederken:
- "Buradan attım kılıcı, varıp Halep'de oynadı bir ucu!" kabilinden, sözü uzattıkça uzatarak, büyüttükçe büyüterek, pireyi deve yapar. Hoca canından bezer. O da tutar, Allah'ın devesini, dev yapılı bir mahluk haline kor:
- "Doğrusu elimden nice develer gelip geçti ama, böylesini görmedim. Uç desem, kanatlanıyor; yürü desem, ayaklanıyor. Ne çare ki, benim çömez misali okuması var, yazması yok!" kabilinden satar, savurur. Timur buna, parmağını ısırır:
- "Aman şu mahluku bir göreyim!" der. Hoca hiç istifini bozmadan:
- "Devletlim bugünlerde, namaz başlarını öğretiyorum. Allah izin verirse, seneye yine geldiğimde, önünüze diz çöksün!" der. Timur seneyi iple çeker. O gün gelince, Hoca:
- "Sormayın efendim, kuranı okumaya başlayınca, öyle bir aşka geldi ki, şimdi de Hafız olacağım diye tutturdu. Allah ecelden aman verirse, bir daha ki seneye getireyim de hıfzını dinleteyim!" deyip Timur'un otağından ayrılır. Timur, gene seneyi iple çekmeye başlar. Hocanın eşi dostu:
- "Bre Hoca, sen kanınla mı oynuyorsun? Kaçın kurdu Timur böyle mavalları yutar mı?" diye çekip çekiştirince, Hoca:
- "Yahu, ne telaş ediyorsunuz, seneye kadar çok zaman var. O zamana kadar ya deve ölür, ya ben, ya da Timur."