Nasrettin Hoca, Akşehir'deki mahkemeye, Kadı olarak tayin edilmiş. Bir gün, bir adam, koşarak mahkemeye gelmiş ve Hoca'ya sormuş:
- "Hoca Efendi, farz edelim ki, iki inek merada dövüştü ve biri öldü. Öldüren ineğin sahibi sorumlu tutulacak mıdır?"
Hoca, adamın hilekar bakışlarını fark etmiş ve hüküm vermeden, temkinli bir şekilde cevap vermiş:
- "Yerine göre bakılır."
Adam konuşmaya devam etmiş:
- "Belki bu karar vermene yardımcı olabilir, Hoca Efendi. Senin inek benimkini öldürdü!"
Hoca cevap vermiş:
- "Bilindiği gibi inekler hayvandır. Genel olarak hayvanlara sebep bağlanmadığından dolayı sorumsuzlardır. Bu durumda, öldüren ineğin sahibi sorumlu tutulamaz!"
Adam konuşmasını sürdürmüş:
- "Özür dilerim Hoca Efendi, dilim sürçtü. Benim inek seninkini öldürdü demek istemiştim!"
Bu haber üzerine, Hoca'nın kanı beynine sıçramış. Sakalını çekmiş, kalkmış ve yeniden oturmuş.
Biraz düşündükten sonra, adama dönerek:
- "Bu ilk düşündüğümden daha karmaşık bir durum" demiş ve memurluğunun tüm ağır başlılığıyla katibine dönmüş ve eklemiş:
- "Katip, yanındaki rafta duran kara kaplı kitabı ver bakayım!"
Aksak Timur, bir gün, Nasrettin Hoca'nın köyüne uğramış. Köylüler, padişahı layıkıyla ağırlayıp misafir etmişler. Padişah da, köylülerin bu konukseverliğe karşılık olarak bir fil bırakmış ve:
- "Bu fil köyünüze bir hediyem olsun." demiş ve gitmiş. Fil zaman geçtikçe, köyde bağ bahçe bırakmamış ve her yanı talan etmiş. Köylüler ne yapsın, padişahın hediyesi diye, ses çıkaramamışlar. Çaresizlik içinde, bir gün Hoca'ya gelip dert yanmışlar:
- "Hocam perişan olduk. Ne olur bizi kurtar. Biz bu file bir şey yapsak, padişah bizim kellemizi alır."
Hoca da köylülere seslenmiş:
- "Birlikte gidelim. Ben durumu padişaha arz edeyim."
Köylüler, çaresizlik içinde gelmeyi kabul etmişler. Hoca da, köylüyü arkasına almış ve yola koyulmuşlar.
Hoca Timur'un sarayına geldiğinde, arkasına dönüp bakmış. Korkudan, arkasında kimsenin kalmadığını ve herkesin kaçmış olduğunu görmüş.
Hoca tek başına Timur'un huzura çıkmak zorunda kalmış.
Timur merak içinde Hoca'ya sormuş:
- "Hoca niye geldin? Filim nasıl?"
Hoca, korkup kaçan köylülere çok kızmış ve onlara bir ders vermek istemiş.
Bu nedenle Timur'a şu cevabı vermiş:
- "Padişahım, hediyeniz olan filden çok memnun kaldık. Kendisi tek başına yalnız kaldı. Biz bir fil daha istiyoruz."
Bir gün, Nasrettin Hoca, oğlunu okulundan almaya, eşekle gelmiş. Okuldan sonra, oğluyla beraber eşeğin üzerinde, evin yolunu tutmuşlar. Yolda giderlerken, bir grup insan önlerine çıkmış. İçlerinden birisi, Hoca'ya seslenmiş:
- "Hoca ayıp değil mi, eşeğe iki kişi binmişsiniz. Eşek o kadar yükü nasıl taşısın?"
Bunun üzerine Hoca da, oğlunu eşekten indirmiş ve yola devam etmişler. Hoca eşek üzerinde, oğlu yay olarak giderken, bir adam seslenmiş:
- "Ayıp Hoca, ayıp. Küçücük çocuk yürütülür mü hiç?"
Hoca bu kez, çocuğu eşeğe bindirmiş, kendisi yürümeye başlamış. Aradan biraz zaman geçince, başka bir adam Hoca'nın oğluna seslenmiş:
- "Bu zamane çocukları böyle işte. İhtiyar babaları yürür, kendileri eşeğe biner."
Bu söz, çocuğun çok ağrına gitmiş ve eşekten inmiş. Bu kez ikisi birden yayan yürümeye başlamış. Bir süre sonra, Hoca ve oğlunu yürürken gören gevezenin birisi seslenmiş:
- "Enayilere bak, eşek boş gidiyor, bunlar yayan."
Bunun üzerine Nasrettin Hoca, oğluna dönüp demiş:
- "Görüyorsun ya oğlum, elalemin ağzı torba değil ki büzesin."
Nasrettin Hoca, bir gün Akşehir pazarına gitmiş. Pazarda, bir adamın başına toplanmış olan kalabalığa yaklaşmış. adam, elindeki bir kuşu, 50 Akçe gibi çok yüksek bir fiyatla satmaya çalışıyormuş. Halbuki yan taraftaki tavuklar 5 Akçeye satılıyormuş.
Hoca, aradaki bu aşırı fiyat farkını bir türlü anlayamamış ve adama sormuş:
- "Hemşerim bu nasıl bir kuştur ki, 50 Akçe istersin?"
Adam cevaplamış:
- "Hoca efendi, bu bildiğin gibi bir kuş değildir, bunun özelliği var."
Nasrettin Hoca, merak içinde sormuş:
- "Neymiş bu kuşun özelliği?"
Adam cevap vermiş:
- "Hocam bu kuşa papağan derler ve konuşur."
Bunun üzerine Hoca, hemen eve koşmuş. Kümesten hindisini kaptığı gibi pazara geri dönmüş. Pazarda papağan satmakta olan adamın yanına durmuş. Yüksek sesle bağırmaya başlamış:
- "Ey ahali, bu gördüğünüz kuş, sadece 100 Akçeye, gel, gel!"
Herkesten çok, papağan sатаn adam bu işe şaşırmış ve Hocaya sormuş:
- "Hocam, bir hindi için 100 Akçe çok değil mi?"
Hoca adama demiş:
- "Sen de bir kuşu 50 akçeye satıyorsun."
Adam cevap vermiş:
- "Dedim ya hocam, benim kus konuşur."
Hoca da lafı yapıştırmış:
- "Senin kuş konuşursa, benimki de düşünür!"
Nasrettin Hoca, her akşam yatarken:
- "Ya Rabbi! Yüz altın isterim. Doksan dokuz olursa almam" derdi.
Hocanın bir de Yahudi komşusu vardı. Her akşam, Hoca komşunun bu şekil dua ettiğini duyunca Hocayı denemeye karar verdi. Bir akşam yine Hoca duasını bitirip sonunda da:
- Ya Rabbi! 100 altın isterim, 99 olursa almam" demeye başlayınca daha evvel damın başına çıkan Yahudi bacadan aşağı altınları teker teker atmaya başladı. Hoca efendi hemen ocağın başına koştu ve gelen altınları almaya başladı. Hoca 100 altın istiyordu ama, altınların sonu 99 olunca kesildi. Daha evvel:
- "99 olursa almam" diyen hoca:
- "99'u veren Allah 100'ü de verir, aza şükretmeyen çoğu bulamaz" dedi ve altınları keseye doldurdu.
Hocaya altınları döken Yahudi sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemeye başladı. Sabah oldu, Yahudi alelacele hocanın kapısını çaldı ve:
- "Hocam akşam altınları bacadan ben atmıştım. Bir şaka yapayım, dedim. Bakalım hoca efendi sahiden almayacak mı? diye denemek istemiştim" falan diyerek altınları geri istedi.
Hoca merhum:
- "Ne münasebet canım! Sen bana Allah tarafından altın atıldığını duydun ve hemen açıkgözlük yapmak istiyorsun. Ben senden altın falan istemedim, ben Allah'tan istedim, O da verdi" deyince Yahudi ne yapacağını şaşırdı, doğru kadıya varıp hoca merhumu şikayet etti. Nasrettin hocaya gelip:
- "Mahkemeye gideceğiz" deyince, hoca:
- "Giderim ama, altıma bir at, sırtıma bir kürk isterim" dedi. Yahudi çaresiz bunları kabullenip bir at, bir de kürk aldı hocaya.
Beraber kadının huzuruna çıktılar. Yahudi derdini anlattı:
- "Benim paralarımı vermiyor" dedi. Kadı, hoca merhuma:
- "Ne diyeceksin bu iddialar karşısında?" diye sordu. Hoca merhum:
- "Kadı efendi, bu adam yalancının tekidir. Bana para falan vermedi. Bu adam korkuyorum biraz sonra dışarıdaki ata bile 'benimdir' diyecektir" dedi.
Yahudi'nin gözleri bir karış açık:
- "Evet, kadı efendi. Dışarıdaki at da aslında benim" dedi. Hoca merhum:
- "Görüyorsun değil mi kadı efendi? Ben ne dedim, korkarım şu sırtımdaki kürke bile sahip çıkabilir. 'O da benimdir' diyebilir. Bu adam bu kadar yalancı ve düzenbazdır" dedi. Yahudi heyecanla:
- "O da benim kadı efendi. Ben verdim buraya gelirken onu" dedi. Hoca Merhum:
- "Ben demedim mi Kadı efendi?" dedi.
Kadı Yahudi'nin haksızlığına hükmetti. Yahudi mahkemeden eli boş döndü tabii. İkisi bir yola çıkıp gitmeye başladılar. Hoca atta, Yahudi yürüyor. Hoca merhumun oyunu burada sona ermişti:
- "Al atını, kürkünü ve paralarını. Ben senin malına sahip olacak değilim. Fakat bundan sonra sakın kendini Allah yerine koyayım deme" diyerek adama biraz da akıl verdi.