Evliliğinin üçüncü yılında kocası Barry'yi motosiklet kazasında yitiren Sharon dünyaya küsmüş, hele hele aşktan elini eteğini iyice çekmiş.
Büyük bir kozmetik firmasında çalışıyor. 25 yaşındaki Sharon, çok sevdiği Barry'nin olmadığı bir hayata henüz hazır değil. Sharon:
Barry'nin ölümünden bu yana bir yıl geçti. Ancak bir türlü onu unutamadım. Acaba son saatlerini hangi duygularla geçirmişti? Neler hissetmişti? Kazadan sonra kendime "yeni yaşamıma"çabucak uyum göstermem gerek diye düşündüğümü biliyorum. Ancak bunu başardığımı söyleyemem.
Her şey anlamını yitirmiş gibi. Sanırım tekrar başka biriyle ilişki kuramayacağım. Tabii ki ciddi bir ilişkiden sözediyorum. Başka birini öpme ve onunla aşk yapma düşüncesi dayanılmaz geliyor bana. Hele hele evlenmek düşüncesişöyle uzak ki. Ancak diğer yandan da yaşamımın geri kalanını yalnız geçirme düşüncesi de korkutuyor. Şöyle yalnızım ki. Sue:
Belki de "ciddi"ilişki için daha çok erken, belki de henüz hazır değilsin. Ne dersin? Sharon: Evet Sanırımşöyle. Ancak belki de bir kez daha hiç sevmeyeceğim diye korkuyorum. Ne dersiniz? Sue: Ben bir daha sevmeyeceksin gibi bir sonucun geçerli olmasını gösteren herhangi bir şey görmüyorum. Ancak Sanırım öncelikle çözmen gereken bazı sorunlar var. Son yılda çok ağladın mı? Sharon: Hayır, pek değil. Sue: Peki nedenini biliyor musun? Sharon: Tüm yaşamınızı ağlayarak geçiremezsiniz, değil mi? Sue: Görünürde bu kötü deneyi büyük bir cesüretle karşılamışsın. Ancak endişen tekrar ilişkiye geçemeyeceğin konusunda.
Kendini serbestmiş gibi hissedemiyorsun. Çünkü içinde ifade edemediğin büyük bir üzüntü var. Ağlaman çok normal. şöyle duygularla yüklü olman da normal. Daha önce ailenden birinin ölümünü gördün mü? Sharon: Evet, babam ben 16 yaşındayken ölmüştü. Sue: Sen ve ailen yas tuttunuz mu?
Sharon: Hepimiz babamı çok severdik. Elbette çok üzüldük. Ancak duygularımızı pek açığa vurmadık. Annem çok cesurdu. Eğer üzüntüsünü belli ederse bunun bizi üzmekten başka bir sonuç vermeyeceğini düşünüyordu. Erkek kardeşim ise 12 yaşındaydı. Ve olayı tam olarak anlamıyordu. Annem sırf bizim için kendini cesur olmaya zorluyordu. Sue:
Sen de Barry'yi yitirdiğinde annen gibi cesur olman gerektiğini mi hissettin? Sharon: Evet. Ancak bunu annem kadar iyi başardığımı sanıyorum. Kendimi çaresiz hissediyorum. Anneme büyük bir umutsuzlukla doluyken nasıl bu kadar cesur görünebildiğini sormak istedim. Ancak onunla bu konu hakkında konuşamadım. Annemle gerçi çok görüşüyoruz.
Barry öldüğünden beri çoğu haftasonlarını annemle geçiriyorum. Ancak duygularımızıhakkında pek konuşmuyoruz. Ben bu konulardan annemin önünde söz etmekten özellikle kaçınıyorum. Ona kötü anılarını tekrar anımsatmak istemiyorum. Sue: Sanırım birbirinize açılmaya alışmalısınız.
Barry'nin ölümünden sonra yine aynı evde mi kalmaya devam ettiniz?
Sharon: Evet. Başka bir yere taşınmayı hiç düşünmedim. oturduğumuz daireyi evlenmeden hemen önce almıştık. Bir yıldır çıkıyorduk. Ve daireyi almak için bayağı uğraştık. balayımızı bile bu dairede geçirdik.
Başka bir yere gitmeye gücümüz yetmiyordu. Ancak balayımız çok güzeldi.
Burası bizim, sadece ikimizin yeriydi. Sue: Boş zamanlarında neler yapıyorsunuz? Sharon: Fazla boş zamanım olmuyor. Büyük bir kozmetik şirketinde müdürün özel asistanıyım. Bu nedenle çok çalışmam görekiyor.
İtiraf etmeliyim bu da benim işime geliyor. Beni meşgul ediyor. Ve üzülmeye fırsat bulamıyorum. Eve geç geliyorum. birşeyler yedikten sonra, ya biraz televizyon seyrediyor ya da duş alıyor ve yatağa gidiyorum. Daha iyi birşeyler yapmak için pek zamanım yok. Sue: Olay oldukçan sonra işe gitmemezlik ettin mi? Sharon: Birkaç gün. Daha fazla gitmemek beraber çalıştığım arkadaşlarıma karşı haksızlık olurdu. Zaten evde ne yapacaktım? Evde hep kendimi kederli hissedecektim. Ben de işe döndüm. Herkes bana karşı çok nazikti. Onlarla birlikte olmayı istiyordum. Sue: Arkadaşların sana yardımcı oldu mu? Sharon: Evet, ellerinden geldiğince. Ancak beni anlayabildiklerini sanmıyorum. Bana yeni başlangıç yaİmam gerektiğini söylüyorlar. Ancak söylemek yapmaktan daha kolay. Arkadaşlarımın çoğu evli çiftler. Beni bekaç erkeklerle tanıştırmaya çalışıyorlar. Ancak bu beni daha da kötüleştirmekten başka birşeye yaramıyor. Bilmiyorlar ki hiçbiri Barry gibi olamaz. Sue: Ya hafta sonları? Sadece anneni mi görüyorsun? Sharon: Çoğunlukla annemi görüyorum. Bazen Barry'nin ailesini de görmeye gidiyorum. Barry onların tek çocuğuydu. Barry'nin ölümü onları elbette çok etkiledi. Onları hep sevdim ve onları görmekten çok mutluyum. Onlarla Barry hakkında konuşabiliyorum. Barry'nin babası tıpkı Barry gibi. Ve bundan hoşlanıyorum. Sue: İdeal olarak nasıl yaşamak isterdin? Sharon: Sorun bu. Barry'siz bir yaşam çok zor. Kendimi başka biriyle düşünemiyorum.
Annemin babamın ölümünden sonra neden bir daha evlenmediğini merak etmişimdir. Gerçi babamı yitirdiğinde benim Barry'i yitirdiğim yaştan daha yaşlıydı. Ancak hala çok çekiciydi. Şimdi onun neden tekrar evlenmediğini anlayabiliyorum. Bir bebeğim olmadığı için gerçekten büyük bir pişmanlık duyuyorum. Hep istedik. Ama çok gençtik. Ve önümüzde çocuk sahibi olmak için uzun yıllar olduğunu düşünüyorduk. Eğer bir bebeğim olsaydı, ondan bir parçam olmuş olacaktı. Ancak insan gençken kendini sanki ölümsüz sanıyor. Sue: Barry neden özel biriydi? Sharon: O sevdiğim tek erkekti. Önceden birkaç erkek arkadaşım olmuştu. Ancak Barry benim tüm yaşamımdı. Bazen onun ölümünde benim de suçum varmış gibi hissediyorum. Sue: Barry'nin ölümünden neden kendini suçluyorsun?
Sharon: Barry ne zamandır bir motosiklet almak istiyordu. Ben de iş arkaşdaşlarımdan birinin motosikletini sattığını ona söyledim. Bunu söylemeseydim belki de Barry hala hayatta olacaktı. Ve hala akşamları evde beni bekliyor olacaktı. Bu beni kahrediyor. Sue: şöylesi bir olayı yaşayanlar genellikle "ah olmasaydı" diyerek kendilerini suçlarlar.
Ancak tabii ki gerçekte şöyle bir suçluluk duygusu mantıksızdır. Şimdi biraz zor bir soru soracağım. Öldükten sonra Barry'nin bedenini gördün mü? Sharon: Hayır. Ne ben ne de ailesi buna daynamadı. Amcam onu teşhis etti. Sonraları keşke onu son bir kez görüp " Elveda" diyebilseydim diye hayıflandığım oldu. ÖZETLE SUE GOODERHEM:
"Sharon çok sevdiği Barry'nin kaybıyla unufak olmuştu. Acısını bu denli arttaran nedenlerden biri de, babasının ölümünde de kederini dışa vurİmamaktı. Birlikte birçok seans yaptık. Şimdi kendisine yeniden aşık olabiçecek cesüreti buluyor"
"Toğlum ölüm olayına bir tabu gibi yaklaşır. Her şey hakkında konuşulabilir. Ancak bu konuda konuşmak pek iyi karşılanmaz. Barry'nin ki gibi ani ve kötü bir yokoluştu. Sharon, bu ölümü kabullenmekte gerçekten büyük zorluklar çekti. Uzun süren bir hastalık, kişiyi ölüme hazırlaması için zaman verir. Ama ani ölüm bir şansı vermez. Üç adımda ölüm. Sevdiğini yitiren kişinin duygusal yaşamı üç aşamada farklılıklar gösterir. Öncelikle ölümü kabul etme durumunda kalır. O artık yoktur.
İkincisi büyük bir üzüntü: Gözyaşları, öfke ve suçluluk duygusu. Ve üçüncüsü olarak yeni bir kimlik arayışı: Onsuz yeni bir yaşama başlamak.
Bu aşamalar sevilenin ölümü ya da bir ilişkinin bitiminden sonra yaşanan duygulardır. Ve sağlıklı bir başlangıç için bu aşamalardan geçilir. Sharon'a Barry'nin bedenini öldükten sonra görüp görmediğini sordum. Çünkü görseydi, bu ona gerçeği kabullemede yardımcı olacaktı.
Anlaşılan nedenlerle akrabalar cesedi yaralar içinde görmekten çekinirler. Ancak ceset onların görebileceği gibi hazırlanırsa girmelerinde bir sakınca yoktur. Ölü bedeni görmek psikolojik açıdan faydalıdır. Aksi takdirde her an geri dönebileceği takıntısından kurtulmak zor olur. Sharon da Barry'inn öldüğünü tam anlamıyla kabullenmiş değildi. Kedeşöyle yaşamak Sharon üzüntüsüne ifade etmekten büyük aranda kaçınıyor. Çünkü kendisini annesi gibi cesur daaranmak zorunda hissediyor. Bu nedenle anneşöyle duyguları hakkında konuşmuyor.
Öte yandan arkadaşları da ona bu konuda pek yardımcı olmuyor. Oysa sorunlarını çözmeden cesur bir yüz takınmanın pek faydası yok. Kendisini Barry'nin motosiklet almasına ön ayak olduğu için suçlu hissediyor.
Eğer biraz konu hakkında daha akılcı düşünürse Barry'nin istedikten sonra başka bir yerden motosiklet satın alabileceğini anlayabilir. Öte yandan, ağlayabilmek, duygularını kontrol altında tutmadan açığa vurabilmek için birini onu cesüretlendirmesini bekliyor. Duygularını içine atmadan bunları biriyle paylaşmayı denemek sorunun büyük bir bölümünü çözecektir. Çünkü bastırılmış duygular ciddi bir depresyon nedeni olabilir. Gelecek var mı? Sharon'un acısını daha zorlu ve derin yapan nedenlerden biri de kaybetmeyi ilk kez yaşadığı babasının ölümünde de kederini tam anlamıyla dışa vuramadığındandır. Birkaç seans sonunda Sharon geleceğe daha olumlu bir yaklaşım içine girdi. Hatta kendisini yeni bir ilişkiye görebiçecek ve aşık olabiçecek kadar serbest bile hissedebilirdi. Barry'i asla unutamayacak. Ve unutmayı da istemiyor.
Ancak onun için artık şu olasılık geçerlidir: Yeni bir evde, yeni bir erkekle, yeni bir yaşam.
Her şey güzel olacaktı. Sen, ben ve hayatımız. Hayallerimiz ve hedeflerimiz. Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler. Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın. Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık.
‘Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız. ' diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım. Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır ‘yaşıyordum. '
Mutluydun. Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının ‘birbirine bakmak' değil, ‘birlikte aynı yöne bakmak'
Olduğunu ağlıyorduk. Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allah'ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevşöyle aydınlanıyordu sanki.
Huzurluyduk. Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar. 17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık.
Onların dualarını almıştık ‘iki dünya mutluluğu' adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik.
Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük. O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna. Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu.
"Artık uyumalıyız. " diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an. Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allah'ım.
Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet, Allah'ın Celâl İsminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek görekiyordu, bu bir zelzeleydi. Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı. Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz. Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime. Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.
On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik.
On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana ‘Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim. '
Dedin. Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.
Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor, bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz İkinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile. Sekizinci gündü. Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler.
Çığlıklar, ‘Sesimi duyan var mı?'lar. İsyanlar, sabırlar. Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı. Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim. Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu. Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar. İnsanların dilinde tek kelime: Deprem. fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı. Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları. Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye - i hayâllerimiz. Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım, ‘Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun. ' diyorlar. Aslâ!. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle "ötelere"sevdalandık. Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter. Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana ‘unutursun'
Diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli "öteleri"aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ. İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb'imden. Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil. Vekillerin En Güzeli'ne emanet ol. * 1999 Marmara Depremi'nde yaşanmıştır.
Sevdalar ve Aşk Her gün bir bardak çay içmek için oturduğum o güzel parkta bir hafta önce tanistigim ve çok güzel sohbetler ettigimiz Yaşlı adamla yine birlikte günesli piril piril bir havada, yemyesil çimenler, Ağaçlar, Rengarenk çiçekler ve kus sesleri içinde çaylarimizi yudumlayip sohbet ederken bizi bu güzel ortamin büyüsünden uzaklastaran bir sesle sohbetimiz bölündü. -"Merhaba baba, nasılsin?"
- "Tesekkürler kizim, sen nasılsin?, bizde sohbet ediyorduk, bak seni arkadaşımla Tanıştırayım. "
Daha sözü bitmeden kiz elini uzatarak o simsicak gülebilen gözleri, tebessüm dolu dudaklari, nese dolu seşöyle -"Merhaba ben ASLIHAN"Onu ilk gördüğüm anda beynimde simsekler çakmis, gözlerim birer Volkan krateri gibi şiddetli patlamalarla sarsilmis, bedenimin her zerresi isteri krizine tutulmus gibi titremeye baslamisti, etrafimizi saran güzellikler ve güzel sohbetimiz uçup gitmis, sanki bir çölün ortasinda serap gören biri gibi olmustum, elini sikmak ve selamlamak için ayaga kalkmaya çalıştigimda sendeledim, ayakta zor durarak normalde çok akici konusabilen ben kekeleyerek -"Merhaba ben ADNAN" diyebildim. Elini Tuttuğumda ise bu sözleri elini tutmadan önce söyleyebilmis olduğuma sevindim, çünkü vücudunun elektrigi bedenimi sarmis ve ben ben olmaktan çikmistim. Bir rüya görür gibiydim o babasına -"Bir haftadir evde anlattigin kişi degil mi, hani sohbetini çok sevdigini ve her gün onunla bulusmak istedigin kişi bu degil mi?"Bana dönerek -"Sizi kiskanmaya baslamistik, babam hep sizden bahsediyor, ona anlattiklarınızi bize anlatiyor ne güzel sözler buluyorsunuz. Sanki sizi bizden çok seviyor diye düsünmeye hatta kiskanmaya baslamistik. "Tekrar babasına döndü -"Bu gün yapacak bir isim yoktu seni görmeye geldim, birazda arkadaşıni merak ettim bahane ile tanismak istedim. "Sözler fazla sürmedi kısa bir süre oturduktan sonra müsade isteyip gitti, gitti ama ruhumuda beraberinde götürdü. Ben artik iki kisiyim bedenim her yerde olabiçecek ama ruhum hep onunla kalacakti. Neydi beni ona baglayan, düsündüm durdum zaten tüm düsüncelerim onunla dolmustu, onun gülen gözleri, tebessüm eden dudaklari, kivir kivir dalga dalga saçlari, nese dolu sözleri hiç aklimdan çikmiyordu. Onunla birlikte oturmak, ellerini ellerime alip, gözlerinin içine bağırak ona gözlerimle anlatmak istiyordum kalbimdökülüri. Içimi kaplayan heyecan firtinasindan biraz olsun siyrilip gerçek dünyama döndügümde her gün zehir içer?ibi yasadigim monoton hayatim beni kahretmeye baslamisti. O ana kadar geçen günlerim aylarim yillarim heba olmuslardi. Ben insanlari dogar büyür is sahibi olur evlenir çocuklari olur belki torunlari bile olur diye bilirdim.
Sevdaları asklari okumustum ama hiç yasİmamistim. Asklardan sevdalardan uzak sıradan hayatim birden değişti, renklendi, neselendi, galiba ben asik olmustum. Tekrar kendime baktim; Hayır olamaz şöyle bir şeye hakkim yok şöyle güzel duygulara kapılmaya, ben evliyim, çocuklarim var, sonra bu kiz bir arkadaşımin kizi, duygularimi bilseler bana ne derler, çevremdeki insanlar, akrabalarım, dostlarim neler söylerler, esim çocuklarim ne der diye düsünürken ben ben olmaktan çikmistim. Çok farklı daaranislar sergileyen biri olmustum. Bir tarafta hayatimizin gerçekleri, bir tarafta duygularim hislerim kalmışti. Kararsiz geçen günlerin birinde yine arkadaşımla aynı yerde oturmus sohbet ederken bana -"Sende bir haller var, eskisi gibi degilsin, durgunsun, kelimeler agzinda dügümleniyor, sanki büyük bir siri yasiyorsun sirlar karli daglarin tepelerinden atilan bir kartopu gibi her geçen gün büyürler ve içimize sigmaz oldukçarinda patlarlar, anlatacak bir arkadasa ihtiyacın varsa ben seni dinlemeye hazirim, senin için yapabilecegim bir şey varsa şöyle yapayim" dedi. Birden -"Kizin" diyecektim kelime agzimda dügümlendi. -"Kizma ama bunu kimseye anlatamam içimde bir sir var ve bu sir bir gün benimle birlikte gömülecek. " dedim. -"Seni hülyalara dalduran seni kendinden geçiren başka dünyalara götüren sir gibi bir sirra sahip olmak isterdim" dedi. -"Kimi insan vardir kendinden geçmek ve anlatamadiklarını unutmak için içer?arhos olur sizar, kimi insan vardir anlatamadiklarını resim yapar çizer, kimi insan vardir anlatmak istediklerini siir yapar yazar, kimi insan ise zaten kendinden geçmistir düsledigi an sizar, uyandigi an kalemi olmadan siirini kalbine yazar, firçasi olmadan resmini yapar görebildigi her yere. "
- "Sevdalar asklar hayatimiza renk katan, heyecan veren, Yaşama sevincimizi yücelten ve bize biz olduğumuzu ifade eden en güzel söylerdir. Sende sevdalan, askla saril görebildigin, koklayabildigin, duyabildigin, tadabildigin, temas edebildigin her güzel seye. "Lafimin arasina girdi ve -"Nerde o günler benden geçti asklar sevdalar" dedi. Konuyu biraz dagitmaliydim sözlerime devam ettim. -"Önünde duran çay bardagini ince belinden sikica kavra, gözlerini iyice aç ve gör rengini, demini, bununa götür kokla iyice çek nefesini içine tüm hücrelerin duysun o güzel kokuyu, şimdi gözlerini kapa ve dudaklarına götür bardagi, dudaklarindaki sicakligi hisset, bir yudum iç ve dilindeki lezzeti düsün, artik şöyle çaya güzelligini, şöyle onu sevdigini ve dinle yüreginle dinle çayin sana verdiği cevabı, mutlaka duyacaksın çünkü hiç bir sevgi sözü cevapsiz kalmaz kulaklarını aç ve dinle duydugun an bil ki yasiyorsun sevdaları aski. " günler aylar hatta yillar şöyle geçti, içimdeki sevda ve ask beni eritiyordu, itiraf edememenin büyüttügü sirrim artik zaptedilmez hale geldi. şimdi ben bir başka sehirde yasiyorum. fakat hala ruhum onunla birlikte ve bana dönmüyor. Bir zamanlar yaptigim bir hatanin cezasıni yillardir çekiyorum ve hala çekmeye devam ediyorum. Son günlerde bende bir şeyler değişmeye basladi. Kendimi affetmeyi ögrenmeliyim diyorum. Yillar önce yaptigim o hatadan dolayi kendimi affedip bir sans daha tanimaliyim. Belkide hatada ısrar etmek yanlisti ve ben bu yanlisla yillarimi geçirdim. Artik kararliyim hatami affedip kendime bir sans daha taniyacagim. Iste o gün içimi dolduran sirrimi disa vurup anlatacagim ve sana haykiracagim "SENI SEVIYORUM " diye.
Hasret hanım'la, hemşire olarak çalıştığım hastaneye yattığı gün tanıştım.
Hasret hanım sedyeden alınıp yatağına yatırılırken, eşi de yanındaydı.
Yakalandığı ince hastalık olarak adlandırılan vereme karşı amansız bir Savaşıveriyordu. Hastalığı son safhasında olmasına rağmen; teni bembeyaz, solgun yüzü, biçimli kırmızı dudakları olan, neşeli ve canlı bir hanımdı. Yatağına yerleştirdik. Kullanacağı tüm eşyalarını yerleştirdikten sonra:
"Başka bir ihtiyacınız var mı?" diye sordum. "
Evet" dedi. Çantamdaki kitaplarımı alabileceğim kadar yakınıma koyar mısın? Duygulu, hassas ve romantik bir hanımdı. İlerleyen günlerde ki konuşmalarımızıan pembe dizilere, aşk konulu filmlere ve romantik kitaplara düşkünlüğünü gördüm. Aramızdaki dostluk; her geçen gün ilerliyordu. Bir ara baş başayken:
" Evleneli nerdeyse tam yirmi beş yıl oldu. Yani tam bir çeyrek asır. Kadınları sürekli ‘aptal kadın' gözüyle gören bir erkekle evlilikte ne kadar mutlu ve mesut olabilirsiniz?
Bunun ne kadar can sıkıcı bir hayat olduğunu bilir misin? Onun beni sevdiğini biliyorum ama bu güne kadar bir defa dahi olsa ‘seni seviyorum' demedi. Hakkını inkaç edemem. Ne aç koydu, ne açıkta bıraktı.
Her insanın karnını doyurabilir, sırtını giydirebilirsiniz. Ama onalrdan daha önemlisi oların kalbini, yüreğini, düşünce ve duygularını da düşünmek, doyurmak görekmez mi?" Hastanenin bahçesindeki yaprakları dökülmekte olan ağaçlara bakarken; son günlerini yaşamaktaydı. İçini çekerek söyleniyor, gözlerinden sıcak bir damla yanaklarına doğru kayarak düşüyordu. "Bana ‘seni seviyorum' demesi için neler vermezdim.
Ama bu onun sanki tabiatına aykırı gibi bir insan o. "kocası ise her gün Hasret hanım'ı ziyarete geliyordu. Önceleri, Hasret hanım yatağında kitabını okurken veya televizyon seyrederken, o da yatağının ayak ucunda oturuyordu. Hasret hanım, daha sonraki günlerde, uzun saatler uyurken;
Odanın dışındaki koridorda aşağı yukarı veya hastanenin bahçesinde yürüyerek geçiriyordu. Çok geçmeden, Hasret hanım hiç kitap okuyamaz oldu. Uyanık olarak geçirdiği süreler, dakikalarla ölçülür olmuştu. Ben ise vaktimin çoğunu onun yanında kocasıyla ile geçiriyordum. Bana müteahhitlik yaptığını ve sık sık avlanmaktan zevk aldığını anlatmış.
İki kız çocukları olmuş, birini yıllar önce yuvadan uçurmuşlar diğeri ise başka bir şehirde üniversitede okuyormuş. Hasret hanım, bu amansız hastalığa yakalanana kadar, birlikte baş başa geçen, hayatın tadını çıkarmak adına bir çok seyahat ve gezi yapmışlar. Mesut Bey, eşinin yavaş yavaş ölüme yaklaştığı gerçeği karşısında, duygularını bir türlü dile getiremiyordu. Bir gün kafeteryada birlikte kahve içtikten, konuyu kadınlara ve biz kadınların yaşamlarında romantizme ne denli göreksinim duyduğumuza, eşimizden romantik sözler, mesajlar, kartlar ve aşk mektupları almaktan ne kadar hoşlandığımıza getirdim. " Hasret hanım'a kendisini hiç sevdiğini söylediniz mi?" diye sorduğumda, bana tuaf bir şey söylemişim gibi garip garip bakmıştı. "söylememe gerek var mı?"
Dedi. "Kendisini sevdiğimi zaten o biliyor!"
" Elbette biliyor. " dedim ve uzanıp elini tuttum. Elleri sıradan bir erkeğin ellerinden daha sertti. Bir kazma kürekle çalışan birinin ellerinin olması gerektiği gibiydi. O anda tutunabileceği tek şeyin elindeki fincanmış gibi sıkı sıkıya ona yapışmıştı. "Mesut Bey, Her kadın sevildiğini, seven için ‘ne anlama geldiğini bilmek' ister. Bunları hiç düşündüğünüz oldu mu?"Birlikte Hasret hanım'ın odasına doğru yürüdük. Mesut Bey, odaya girdi. Ben ise diğer hastaları ziyarete gittim. Daha sonra, Mesut Bey'i Hasret hanım'ın yatağının kenarında oturduğunu, onun elini tuttuğunu gördüm. İki gün sonraydı. Sabah hastaneye gitmiştim. Mesut Bey, koridorun duvarına yaslanmış, gözlerini yere dikmişti. Hasret hanım'ın güneşin yeni bir gün için doğmakta olduğu; sabah 05:45'de öldüğünü; baş hemşireden öğrendim. Mesut Bey beni görünce yanıma geldi. Gayri ihtiyari bana sarıldığında; bütün bedeni titriyordu. Gözleri kızarmıştı ve yanakları gözyaşlarının izleri vardı. Sonra, sırtını duvara yasladı ve derin bir nefes aldı. "Sana bir şey söylemeliyim" dedi. "Ona sevdiğimi söyledikten sonra kendimi çok iyi hissettim. "Sustu ve başını kaldırdı.
"Söylediklerinizi uzun uzun düşündüm. Bu sabaha karşı ona: ‘kendisini ne kadar çok sevdiğimi, onunla evli olmaktan ne kadar mutlu olduğumu'
Söyledim. Onun ne kadar güzel gülümsediğini görmeliydiniz!" Hastaneden götürülmek üzere; hazırlıkları yapılan Hasret hanım'a veda etmek için odasına girdim. Hasret hanım'ın yüzü asudelik içindeydi. Bir ömür boyu beklediği sözü, yeni bir hayata başlamak üzere giderken; alabilmiş olmanın rahatlığı ve huzuru içinde gibiydi. Başucundaki komodinin üzerinde Mesut Bey'in yazmış olduğu bir Sevgililer Günü kartı duruyordu.
Üzerinde:
"Sevgili Karıma. Seni Seviyorum" diye yazıyordu. Daha sonraki günlerdeydi. Mesut Bey'le yolda karşılaşmıştım. "Onun değerini, onu kaybettikten sonra çok daha iyi anladım. Geçen gün bir yazı okudum.
Keşke onu yıllar önce okusaymışım. İnsanlığın yüce rehberinin bir hadisi şerifinde:
" Erkek hanımının yüzüne güler yüzle bakarsa ‘bir köle azat etmiş sevabı', tebessüm ederse ‘haç ve umre etmiş sevabı' kucaklar ve severse ‘sıddıklar' sevabı yazılır" diyordu. "Bu hadisi şerifi okuduktan sonra daha da iyi anladım ki' söyleyenin kendisinden hiç bir şey eksilmediği halde; ‘Seni seviyorum' dememekle; biz erkekler ne kadar da cimriymişiz meğer!. " diyordu.
I Love You I Love You Do You Love Me Yes I Do Umit Besen hizla İngilizce ögrenmeye baslayan bir irka yapabilecegi en büyük zalimligi yapmis, bu sarkiyi peydah etmişti. Caddelerde, sokaklarda kekolar arabalarından bu yaraticilik örnegi sarkiyi bangirdatir ufacik olmamiza rağmen agiz dolusu kuİmamizi saglarlardi. O dönemde, es kaza bir turist ile tanisirsam bu sarkiyi nasıl açiklayacagimi kara kara düsünürdüm. Yillar sonra yabanci bir hanım ile sohbet ederken bu sarki aklima gelmisti.
Kendisine şöyle bir sarkinin var olduğunu anlatıp, sözlerini söyledigimde bana sadece "I Dont believe You"(Hadi Len) demisti. Çiki Çiki Baba Sarki sözlerinin illede bir manası olmasi görekmez, düsüncesinin bayrak tasiyan örnegi oldu. Aynen söyleydi: Çiki çiki baba.
Aynı ayni yaba. Feli feli kuuli. El fakiri yaba. Oyyyy oyyyyy oyyyy.
Ulan ne isti be. Memisler Topaloglu. şimdi buşöyle bir adamdi ki ceketinin rengine uysun diye saçini boyamaktan çekinmezdi. Uzayliydi, "Uzaydan gelmedik ki, dünyaliyiz biz" diye sarkisi vardi. Bir de "Memisler"adli sarkisi vardi. Duydugumuzda gülmekten yarilarak ikiye ayrilmistik. Sözleri şöyle bir şeydi Sanırım: Elmaları yemisler, Seftaliyi yemisler, Gülmüsler eğlenmisler, Güllü kizi yemisler, Lambaya püf demisler, nasıl etti bu isi, Tebrik ettim memisi. diye sürüp gidiyordu. Inanilmazdi, onu aiçecek sevmis, bagrimiza basmistik. Hayat bayram Olsa "Bütün dünya buna inansa, bir inansa" gibi hayaller içeren bir sarkidir. Aslinda sözleri gayet iyi niyetli, barisçidir, fakat haddinden fazla ve sahtekaç bir iyimserlik tasir. Üstelik melodisi çok basittir ve kolaylikla sinir bozabilir. Hala heryerde çalinir ve insanlar elele tutusarak bu güzel dilekleri tekrarlarlar. Bu gibi durumlarda yavasça masadan kalkarak tuvalete dogru yol almayi yeglerim. "
Hocam nereye? El ele tutussak, birlik olsak" diyenler olduğunda:
"Ya iyi diyosun da çok sikistim bilader. El ele tutussak ama prostat olmasak" gibi manasız cümleler kurarak sivisir, sarki bitene kadar ortama geri dönmezdim. Çikinti bir adam olmak degildi niyetim ama masada el ele tutusarak "Insanlar tutussa, kardes olsa" diye avaz avaz bağıran bu insanların, bar ortamindan çikaç çikmaz "Vay it sipasi benim arabayı sikistirmis. Hüleaynn ancuk kafali ileri alsana lan" diyerek söz konusu kisilere kafadan dalmasi ne kadar isabetli daaranmis olduğumu anlatirdi bana. "Bütün dünya hizla sallansa, hayat aaran olsa"
Diye mirildanarak yol alırdim kıranlikta. Serseri Hayatta ne oglunun ne de kendinin ne is yaptığını anlamadigim Selçuk Ural söylerdi bu sarkiyi. Aksi gibi sarki adamın delikanlilik dönemlerine de denk gelmemisti. Kocaman adama kaç yikama bir kot Takım giydirmisler, bu sarkiyi şöyletirlerdi. Sözleri aynen söyleydi: Serseriyim. Ah serseri. Okur yazar ve sevimli. Biraz çapkin, biraz deli. Ama sevecen bir serseri. Ulasilmak ve onikiden vurulmak istenen mantik Sanırım suydu:
"Serseri erkekler kizlari cezbederler. Ama eli mustali sokaç serserileri degil. Sevimli, hayati 9 - 5 tadinda Yaşamayan, genç mizaçli. "Yani kısaca bir Mickey Rourke tipi erkek anlatisiydi. Gelin görünki koca serserilik felsefesi bizimkilerin dilinde "okur yazar bir sevimli" Haline gelmisti. Çok yasayin. Bir Aslan Miyav Dedi "Bir aslan miyav dedi. Minik fare kükredi. Fareden korktu kedi. Kedi pir uçuverdi. "Türk çocuklarının Kayahan'a emanet edildigi bir dönem. Hazret lütfedip Cumartesi sabahlari bi çocuk programi yapiyo.
Hesapta olaylar gelecekte bi uzay gemisinde mi ne geçiyo, ufak tefek çocuklar tulumlarla ortalikta dolaniyo, koskoca pop yildizi kartondan yapilma "TRT robotlariyla"muhatap olmak durumunda kaliyo. Romantizmin çökmek bilmez kalesi gazi almis ya, sabah akşam bi tarafından çocuk sarkilari çikariyo. Bereket hepsi gömüldü gitti tarihin tozlu sayfalarına. Hiç girmeyelim, bu konu burda kapansin. Horozumu Kaçirdilar Bakın bu sarki beni her duydugumda korkutmustur. Ulan şöyle hiyar çocuk sarkisi olur mu? Horozu kaçiriyorlar, damdan dama uçuruyorlar, bi de suyuna pilav pisiriyorlar. Magdur sahis da olaylari bir bir müsahede ediyor, sonra kafayi yiyip, kaçirilmis, suyuna pilav pisirilmis horoza "
Geh bili bili" diyor. Polise, kolluk kuvvetlerine olan güvenim ilk bu sarkida sarsilmisti. Demek ki bi gün herifin biri beni de kaçirabilir, suyuma pilav pisürebilir ve pilavdan yiyebilirdi. Terör sarkisiydi.
Umarim yoktur artik. Abone Su anda Kral TV'nin elinden ne çekiyorsanız, iste bu yüzdendir dostlar. İlk Türk pop sarkisi degildi elbet ama bu günkü tarzi yakalayan ve gelişmesini saglayan ilk sarkiydi. Sarisin, hafif toplu, genç bir kiz tellerin arkasından, Aboneyim abone.
Biletlerim cebimde. Balli lokma tatlisi. Aman hadi Hayırlisi. " diye bağırarak fitili atesledi. Kötü sesli bu genç kizin İsminin Yonca olduğunu ögrendigimizde hafizamizi zorlamis ve Devekusu Kabare'de geçirdigi günleri animsamistik. Demek ki bu kiz bir sekilde söhret olmayi kafasina koymustu, oldu nitekim. Sarkici oldu. Evet oldu. Habolo.
Habolo sobolobo, habolo humbaa. Habolo sobolobo habolo humbaa. Eee bu nasıl sarkidir, ne eder, ne anlatir hiç anlamadım. Anlamaya çalışmicamda. Manyakmiyim ben ya! Du ben sena anlatayim. Bu (Insallah yanilmiyorum) Yonca Evcimik'in, "Saat 9. 15 vapurunda. Onu gördüm karsimda. Dizlerimi titretti. Maymun oldum galiba. " diye baslayan ve aynı sekilde devam eden bol renkli bir sarkiydi. Klibinde tahta çubuklarla yürüyen saklabanlar, palyaçolar filan vardi. Daha da berbat bir şey söyleyeyim mi ben size bu sarki hakkinda: Severdim. Yonca Evcimik'in o sarkisinda abolo sobolobo falan yoktu. O senin dediğin söyleydi: Okayi yamasika kombambaa kombambaa. Okayi yamasika kombambaa kombambaa. Niye hatirliyorsam? Habolo sobolobo şöyle devam eder:
"Bir, ki, uç, dört basladi. Hemen şimdi basladi. Sarkimiz Marsındiz. "
Galiba benim kafam göreksiz bir sürü bilşöyle dolu. Honki Ponki Bir tane hit vardi, Çiki çiki baba'dan evvel, nasıl unutulur? Senay'in söyledigi:
Honki ponki torino. Calona вiмво boriro. Mitsubisi hibobo kozizo. Çiki çiki sayne tiki tak toooooook. Ah be abicim. Cüceler "Cük cük cücelerim, menim güççük cücelerim, tarlalarda boy atasiz, ananiza tez çatasiz"
Diye sözleri vardi. Fantastik ögeler içeren bir halk türküsüydü. Çok meshur olmustu. Törkis Kovboylar "Ooo ooo çekilin yoldan vahsi batidan geliyorlar. Amerikanlar eskidi bunlar Törkis kovboylar, diye bir sarki yazsana" deseler bana, zevk ile yazardim, ama çikip okumazdim. arkadaşım eşek Baris Manço'nun "arkadaşım Essek" diye bi sarkisi vardi. arkadaşım es, arkadaşım sek, arkadaşım esseeekkk. Bu nakarati idrak etmem uzun zaman almisti. "Arkada Simsek"ne alakaç ne simsegi, ne manasız sarki, diye gıcık olmustum. Halbuki ne salakmisim. Biraz hatırlatip keyfinizi yerine getireyim mi? Sari kiz minik buzagiyi sütten kesti mi. Kuzularla oglaklar tepisiyor mu. Gizli Not: Yaziyi okuyan her iki kisiden biri sarkiyi söylemeye baslamistir. Eminim. Barmen Minik Barda durur barmen minik sise elindeeeee. Biz çalarız o durmaz hep oynar yerinde. Ya bu nasi sarkidir? Barmen niye minik? Yoksa barmenin lakabi mi minik? Hakaç abim, Peker abim. nasıl bir ruh hali içindeyken yaptin sen bunu? Çile Bülbülüm Iste klasik bir sazli sözlü eğlence yeri sarkisi. Ayilarin kendini göstermesi için de bire bir. Sarki başlar baslamaz grup kendi içinde göz temaslariyla bulusur, "Allah"kismi gelince insanliktan çıkmak üzere anlasir. Bakiniz şimdi sarkicimiz söylüyor:
Çileeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee AaAaAaAaAhhh Aaaaahh Çile Bülbülüm. ALLAHHHHHH Be hey ne oluyor!? Yahu bir adabi olmasin mi? Melodiye, besteye katkisi olmasin mi? Özellikle erkek vatandaslarimiz çok yapar bunu, aman korumanin ne alemi var; sırf erkekler yapar. Tüm eğlencelerimiz nasıl basitlesiyorsa, bu "Allah"bölümü deşöyle ayilasiyor iste. Adam gibi adamlarin bulundugu bir grupta bu sarkiyi söyleyiniz, aksi takdirde uzak durunuz. Bir de "Allah"kİsmini kaçirip bir saniye sonra bağıranlar vardir ki, "Yallah"
Diyip kafa koyulmalidir. Bakkal Amca şimdi dikkatle inceleyelim:
- Bakkal amcaa. Bakkal amca - Ne var? (Bakkalin zaten sesi boru gibi, bi de "Ne var" diyo. Tam ayi. ) - Unin var mı? - Var var. (Herif direk uyum sagladi. ) - Sekerin var mı? - Var var. (Kesin embesil) - Yagin var mı?
- Var var. - Ne duruyorsun? - Ne yapayim? (Dayanamayacagim ya. "Ne yapayim" diye soruyo çocugun pipisini koparacagi yerde. ) - Helva yapsana. Helva yapsana. Allah bütün Mahmut Tuncer'leri affetsin.
Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış. Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde, kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış. Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da, Rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış. Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış. Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye. Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş.
Içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş. Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu. "Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim. ". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten. "Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış. Papatya da ona kendinden bahsetmiş.
Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatYaşlı geçirmiş. Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş.
O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılİmamış. Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini. Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler. Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam görekecek" demiş. Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden"
Demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?".
" Hayır" demiş kelebek.
"Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim. "Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Seni seviyorum" diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende. "
Diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.
İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim. " diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden. İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?".
Günlerden bir gün aşk meleği oklarını yanlışlıkla iki kişiye fırlatır. "Bu ne biçim melek" demeyin olmuş bir kere. Dünyada en son aşık olması gereken iki zıt karakterdir kahramanlarımızı Bir arada olmaması gereken bu iki karakter aslında ömürleri boyunca acı çekmişlerdir ta ki meleğimiz hayatının en büyük hatasını yapana kadar.
Oklar isimlerinin başharfi D ve M olan iki şanssız karakterimizi yaralamıştır. O büyük buluşma gününde yarım olan karakterlerimiz D ve M diğer yarısını bulmuştur ancak ortada çok büyük bir problem vardır. D ve M daha önce hiç hissetmedikleri ve belki başka hiçbir zaman hissedemeyecekleri güzel şeyler hissetmişlerdir ama bunun sonu olmadığınıan yakınıp durmuşlar bir süre. İki karakterimizde işini gücünü bırakmış, dünyadan ve sorumlu oldukçarı insanlardan bihaber inzivaya çekilmişler. Ancak bu sırada dünya birbirine girmiştir, insanlar çıldırmış, dünya sanki tersine dönmüştür sadece D ve M'nin değil tüm insanların hayatı alt üst olmuştur. Tabii aşkın gözü kördür D ve M'nin bunun farkına varması uzun zaman almıştır bu süre içinde küçük kıyametler kopmuş D ve M ancak dostlarının uyarmasıyla durumun farkına varmışlardır. Kahramanlarımızıan M'nin gözünün önündeki perdeler kalkıp olayın ciddiyetini fark edince D'ye artık ayrılmaları gerektiğini yoksa sadece ikisinin mutlu olması uğruna birçok insanın hayatının kararacağını anlatmıştır. Ancak, D kabullenememiş, bunun mümkün olmayacağını, onsuz hayatın zindanda yaşamaktan farklı olmayacağını anlatmış durmuştur, fakat M kafasına koymuştur bir kere ayrılmalarının en doğru karar olacağını söylemiş, bırakıp gitmiştir D'yi. O günden sonra D ve M hiç arİmamış, solmamışlar birbirlerini. Ama ne D mutludur ne de M. İkiside kendilerini görevlerine adamış hep başkaları için çalışmıştır, ne bir başkasına gönül verebilmişler ne de yaşadıkları o güzel günleri unutabilmişlerdir. D hiçbir zaman yedirememiştir, anlamamamıştır sevdiğini. Ama gururunu yenipte gidememiştir M'ye. M hep bu kaçırın en doğru karar olduğunu düşünmüş ama yürekten inanİmamıştır buna sadeceşöyle yapması gerektiği için yapmıştır, mutsuzdur ama yapılabiçecek başka bir şey yoktur. O günden sonra D ve M aynı yerde buluİmamak için çok çabalamışlardır. Aslında çoğu zaman buluşmuşlar mecburiyetten her buluşmada küçük kıyametler kopmuş, insanlar üzülmüş, ağlamıştır hatta kimi insanın canına mal olmuştur bu buluşma. Merak ettiniz değilmi bu iki bahtsızın gerçek adını daha fazla meraklandırmayayım sizi. Duygu ve Mantıktır asıl isimleri. Dünyada en son bir araya gelmesi gereken iki geçinemeyen sevgili.
Günlerce, gecelerce hep onu düşünmüştüm. O ise beni sadece bir iş arkadaşı olarak görüyordu. Hatta bir seferinde, kız arkadaşıyla kavga etmiş ve bana cep telefonunu uzatarak, onu arİmamı ve ikna etmemi rica etti. Göz yaşlarımı içime akıtarak, kıza telefon açıp barışması için ikna etmeye çalıştım. Sanki tanrı dualarımı duymuştu. Kız hiçbir şekilde barışmaya yanaşmıyordu. Ben üstüme düşeni fazlasıyla yapmıştım. Aradan birkaç hafta geçmişti. Haldun olanları unutup, eski neşesine kavuşmuştu. Bir akşam saat 22:00 sularında cep telefonuma bir mesaj geldi. Mesajın sahibi Haldun'du. Mesaj söyleydi. - Yarın bana son kez yardım etmeni istiyorum. Hayatımın aşkını buldum. Ne olur benimle evlenmesi için onu ikna et. Bu mesaj beni beynimden vurmuştu. Gün ışıyana kadar yanağımdan süzülen yaşlar yastığımda acı ve unutulması mümkün olmayan bir iz bırakmıştı. İşe giderken ayaklarım beni geri geri götürüyor, yol bitmesin diye sürekli dua ediyordum. Hayatımda ilk ve son kez aşık olmuştum ve bu aşkı ben kendi ellerimle yok edecektim. Mesaime yarım saat geç gittim. İçeri girer girmez Haldun, bu günün hayatındaki en mutlu gün olduğunu ispatlar gibi neşeli ve bir çocuk gibi heyecanlı yanıma geldi. Ben ise yenilgiyi çoktan kabullenmiştim. Ama sevdiğimin mutluluğu beni teselli ediyordu. Haldun, iyi günler dedikten sonra hemen konuya girdi. - Yeşim, senin hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Ama inan çok yüce bir olaya vesile oluyorsun. Elindeki telefon numarasını bana uzattı. Bu numarayı arayıp, karşı tarafa; - Haldun seni hayatını paylaşacak kadar çok seviyor. Lütfen onu kırma ve evlilik teklifini kabul et. İnan seni şimdiye kadar kimseyi sevmediği kadar çok seviyor.
Dememi istedi. Masama; - Bu emeğinin karşılığı değil ama, diyerek küçük bir hediye paketi bıraktı. Elimdeki telefon numarasını çevirmeye başladığımda parmaklarımdaki titremeyi görecek diye çok endişelendim.
Telefon çalmaya başlamıştı. Birden masamdaki kutudan love story müziğini duydum. Telefon halen kulağımdaydı. Bir yandan da kutuyu açmaya çalışıyordum. Kutuyu açtığımda bir cep telefonu gördüm. Telefonu aldım ve açtım. Haldun bir hamle ile masamdaki iş telefonunu kulağımdan aldı.
Ben ise gayri ihtiyari cep telefonunu kulağıma götürmüştüm. Haldun şimdiye kadar duymayı her şeyden çok istediğim, bir kerecik duyduğumda ölmeyi bile kabul edeceğim o cümleleri söylemeye başladı. Ben ise göz yaşlarımı tutamadım ve boynuna sarıldım.