Kayseri Fıkraları, Kayserili Fıkraları
Gezgin bir Yahudi'nin yolu Kayseri'ye düşer.
Yahudi her gittiği şehirde bir şekilde ticaret yapar ve para kazanır yoluna devam edermiş, burada da bir iş yapmak istemiş.
Yürürken düşünüyormuş ne yapabilirim derken bir bakmış dilenci kaldırımda oturmuş dileniyor. Önündeki tası görmüş, tas antika, kafayı takmış ona ileriden dönmüş adamla laflamaya başlamış, derken,
Yahudi:
- Ben hayvanları çok severim bana bu tastan süt içen kediyi satar mısın? demiş.
Adam da:
- Neden olmasın satarım, demiş.
Yahudi sormuş:
- “Kaç lira istiyorsun” demiş.
Dilenci:
- 500 lira istiyorum, demiş.
Yahudi:
- Yuh! Bu kedi o kadar etmez ki, demiş.
Dilenci:
- İşine gelirse, demiş.
Yahudi düşünmüş hesap yapmış:
"Ben bu tası 500 liraya alırım 750 liraya satarım" diye düşünür ve tekrar dilencinin yanına giderek.
- Ver bakalım kediyi, der.
500 lirayı sayar verir ve kediyi alır gider.
1 gün sonra tekrar gelir bakar dilenci orada oturuyor, kediyle yanına giderek:
- Arkadaşım bu kedi dünden bu yana hiç bir şey yemedi herhalde alıştı bu kaptan süt içmeye.
Dilenci der ki:
- Ne yapabilirim?
Yahudi:
- Şu önündeki tası versene bana, demiş
Dilenci:
- Neden, demiş.
Yahudi:
- Kedi bir şey yemiyor, alışmış. Ver de yemeğini onda yesin.
Dilenci:
- 500 lira ver vereyim demiş.
Yahudi:
- Ya bu tas o kadar etmez ki, demiş. Düşünmüş tas 750 lira ikisinin toplamı 1000 lira demiş sonra al o zaman kedini, ver paramı demiş.”
Dilenci:
- Veremem, demiş.
Yahudi:
- Neden, diye sormuş.
Dilenci:
- Ben tasın sayesinde günde 10 tane kedi satıyorum, demiş.
Yahudi bir daha Kayseri'nin yakınından bile geçmemiş.
Padişahın biri,
- Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim, demiş.
Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;
- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan?
Kuş kartaldır, Arslan da kuzu kadar minik bir yavru.
Kaptı mı götürür tabii!
- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!
- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!
- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş.
Ama bir gün bir Kayserili gelmiş;
- Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!
İki tane çiftçi, biri Adanalı, diğeri Kayserili... sohbet ederken, tabi haliyle zenginlikleriyle övünecekler... Kayserili tarlalarının çokluğundan, işçi yetiştirememekten, ürünlerin her sene telef olmasından bahsedince Adanalı atlıyor:
"Benim çiftlikte, sabah güneş doğmadan biniyoruz arabaya, akşam oluyor, biz hâlâ çiftliğin öteki ucuna yetişemiyo oluyoz, çaresiz geri dönüyoruz."
Kayserili de hiç bozuntuya vermeden lafı yapıştırıyor:
- Yahu bizim de vardı öyle bir arabamız ama geçen sene sattık, illet onlarla yolculuk yaa...