Mart ayı gelmiştir, kediler her akşam süslenip, püslenip, mis gibi kokularını sürünüp dışarı çıkmaktadırlar. Aralarında bir de küçük erkek kedicik vardır. Bir gün “ben de gelmek istiyom†der. Kediler sinirlenir. “Hadi len, senin daha yaşın küçük, giт misket oyna. € Bir gün, iki gün, üç gün... Bizimkini iyice merak sarar. Son bir kez daha dener şansını bir akşam: “Ya ne olur beni de götürün nereye gidiyorsanız?†aralarından babacan bir kedi çıkar: “Gel lan, sen de gel de öğren, ilerde lazım olacak. Sevişmeye gidiyoruz. Mart ayı bizim ayımız. € Hepsi toplanır. Aylardan mart dedik ya, hava soğuk, damda beklerler. “Bak,†der babacan kedi:
- Aşağıdan dişi kedi geçtiğini gördün mü saldır! Aradan saatler geçer, ne gelen, ne giden var. Bizim gariban kedicik iyice üşümüştür. Babacan kediye yanaşır, kolunu hafifçe vurarak: “Abi ya,†der:
- Ben bi beş dakka daha sevişiyim, gitcem.
Hayvanlar, kendi aralarında, en zeki hayvan yarışması düzenlemişlerdi. Her hayvan, kendini hayvanların en zekisi sandığından, bu yarışmayı kazanacağını sanıyordu. Ama hepsi de yarışmanın birinciliğine iki güçlü aday olduğunu bilmekteydi; bu adaylardan biri tilki, biri de sansardı. Kurnazlıkta, zekada, bu ikisine üstün başka hiçbir hayvan yoktu. Bu yarışmayı ya biri, ya öbürü kazanacaktı. En zeki hayvan yarışmasının yapılacağı gün yaklaştıkça, yarışma birinciliğine iki güçlü aday olan sansarla tilki arasında korkunç bir rekabet başlamıştı. Bu iki zeki hayvan birbirlerine düşman olmuşlardı. Sansar tilkinin, tilki de sansarın kazanmaması için, elinden geleni yapıyordu. Sansar, - Tek tilki kazanmasın da, zarar yok, ben de kazanmamaya razıyım. diyordu. Tilki de, - Tek sansar kazanmasın da, kim kazanırsa kazansın. diyordu. Durum bu denli düşmanlığa varınca, sansarla tilki, en zeki hayvan yarışmasının birinciliği için başka bir aday aramaya başladılar. Öyle bir hayvan bulmalıydılar ki, zeka konusunda kendileriyle yarışa çıkamasın, onlara bir zararı olmasın, yani hayvanların en aptalı olsun. Araya araya buldular bu hayvanı: Öküz. Bir sabah sansar, yemyeşil bir çayırlıkta otlamakta olan öküzün yanına gidip, - Merhaba öküz kardeş, diye söze başladıktan sonra, öküzün zekasını övmeye başladı. Öküz büyük bir alçakgönüllülükle gülümseyerek, - Benimle alay mı ediyorsun sansar kardeş? dedi. Sansar, - Ne diye alay edecekmişim, dedi, hayvanların en zekisiyle alay etmek haddime mi kalmış. Sansar, öküzü hayvanların en zekisi olduğuna inandırmak için diller döktü. Bununla da yetinmeyip öbür hayvanları da, öküzün en zeki hayvan olduğuna inandırmaya çalıştı. Sansardan sonra çayırda otlayan öküzün yanına tilki gitti. Kendisine bön bön bakan öküze, - Ah öküz kardeş, dedi, gözlerinden zeka kıvılcımları çıkıyor. Öküz, - Ben her ne kadar öküzsem de sandığın kadar da öküz değilim, kendimi bilirim, dedi. Tilki, - İnan olsun öküz kardeş, dedi, senin o zeka kıvılcımları çakan pırıl pırıl gözlerine bakarken, ipnotize olup kendimden geçiyorum. En zeki hayvan yarışmasının rakipsiz tek adayı sensin. Tilki, öküzün zekasını tanıtmak için, can düşmanı sansardan daha büyük bir reklam kampanyasına girişti. Hayvanlar, öküzün zeki olmadığını, yarışmayı kesinlikle kazanamayacağını elbet biliyorlardı. Ama sansarla tilkinin, kendilerinden baskın çıkıp en zeki hayvan seçilmemesi için, öküzün zeki olduğu yalanına inanmadıkları halde inanmış göründüler. Birbirlerine öküzün ne büyük zekası olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaya başladılar. - Aman zürafa kardeş, bizim öküz yok mu, ben onun kadar zeki hayvan görmedim. - Hiç bilmez olur muyum, devekuşu kardeş, öküz benden bile zekidir. Sen ne dersin leylek kardeş? - En zeki hayvan yarışmasında ben oyumu, gözümü kırpmadan öküze vereceğim. Dağlar, taşlar, ormanlar, çöller, kayalar, dereler, hayvanların öküz övgüleriyle yankılanıyordu:
- Hayvanların en zekisi öküzdüüüür! - Öküzden daha zeki hayvan yoktuuuur! - Bizim en zekimiz öküüüüz! Bütün hayvanların bu yoğun propagandası karşısında öküz de yavaş yavaş, gerçekten hayvanların en zekisi olduğuna inanmaya başlamıştı. Kendi kendine şöyle diyordu:
- Çakal, sansar, tilki, bütün hayvanlar söylüyor, hayvanların en zekisi benmişim. Hepsi de aldanmıyor ya, öyleyse dedikleri doğru. Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün hayvanların en zekisi olduğunda anlaştılar. Böylece öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi, yükselmiş oldu. Öküz artık kasıla kasıla yürüyor, şişine şişine böğürüyor, yayıla yayıla kuyruk altından mayıs bırakıyordu. Gel zaman, giт zaman. Hayvanlar arasında, çiftesi en pek hayvan yarışması yapılacaktı. Hiç kuşkusuz, çiftesi en pek hayvan, ya at yada katırdı. Eşek de, - Benim de çiftem güçlüdür! diye araya giriyorduysa da, katırla atın çiftesi yanında eşeğin çiftesinin adı bile geçmezdi. Katır atın, at da katırın çiftesi en güçlü hayvan diye seçileceğinden korkuyordu. Bu iki hayvan arasında tarih boyunca süren kanlı bir çifte atma rekabeti vardı. Bu iki can düşmanı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine atıp tutmaya başladılar. At şöyle diyordu:
- Hıh, katırın çiftesi de çifte mi sanki. Öküz bile ondan daha sert çifte atar. Babası eşek olan bir hayvanın çiftesinden ne çıkar. Katır da şöyle demekteydi:
- Atın çiftesiyle sinek bile ezilmez. Öküzün çiftesi bile atınkinden daha güçlüdür. At derede su içmekte olan öküzün yanına gidip ona şöyle dedi:
- Ey sayın öküz, sen dünyanın yalnız en zeki değil, hem de çiftesi en güçlü hayvanısın! Art sol ayağıyla bastıgı taze fışkıdan fos diye bir ses çıkaran öküz, - Aman at kardeş, dedi, sen varken benim çiftemin lafı mı olur. At üsteledi:
- Yoo, sayın öküz, sen bir çifteyle katırı devirirsin. Boşuna alçakgönüllülük gösterme. At gitti, arkasından katır, öküzün yanına geldi, - Dünyanın çiftesi en güçlü hayvanı sayın öküze saygılarımı sunarım, dedi. Öküz, bu sözlere önce inanmak istemedi, ama katır, - Benim çifte de, atın çiftesi de seninkinin yanında hiç kalır. deyince, - Ben onlardan daha iyi bilecek değilim ya. diyerek, çiftesinin pekliğine inanmaya başladı. Her hayvan kendini çiftesi en güçlü hayvan sanıyordu. Horoz bile, mahmuzuyla çifte atabileceğini sanmaktaydı. İşte bu yüzden bütün hayvanlar, çiftesi zayıf bir hayvanın çiftesi en pek hayvan olarak seçilmesini istemekteydi. Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün çiftesi en güçlü olduğunda birlik gösterdiler. Böylece en zeki hayvan olan öküzün çiftesi en güçlü hayvan olarak da hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi daha da yükseldi. Gel zaman, giт zaman. Hayvanlar arasında hızlı koşma yarışı yapılacaktı. Her hayvan, hatta kaplumbağa bile, kendisini en hızlı koşan hayvan sanmaktaydı. Ama yine her hayvan içinden, en hızlı koşan hayvanın ya tavşan yada tazı olduğunu biliyordu. Hepsinin içinde de, her zaman, her yerde olduğu gibi, en güçlüye, en başarılıya düşmanlık, kıskançlık, çekemezlik duyguları vardı. Onun için, en hızlı koştuklarını bildikleri halde, tavşanla tazının yarışmayı kazanmasını istemiyorlardı. Hızlı koşmada en amansız rakip olan tavşanla tazı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine can düşmanı olmuşlardı. Tazı, - Ben birinci olmayacaksam, öküz olsun daha iyi. diyordu. Tavşan da aynı düşüncede olduğundan öküze gidip, - Sen yalnız en zekimiz, en çiftesi güçlümüz değil, hem de bizim en hızlı koşanımızsın sayın öküz, dedi. Öküz, tavşana, - Tazı da senin gibi düşünüyor. dedi. Yarışma günü gelip çattı. Bütün hayvanlar koşmaya başladılar. Hızlı koşabilenler, rakipleri birinci olmasın diye birbirlerini çelmelediklerinden, önleyip engellediklerinden düşüp devriliyorlardı. Hepsi de, içlerinde en yavaş koşan öküzün birinci gelmesini istiyorlardı, ona yol veriyorlardı. Bunun sonunda öküz birinci oldu. En zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan hayvan seçildiğinden, öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, düzeyi, işi, görevi daha da yükselmişti. Öküzün burnu büyümüştü, yanına varılmıyordu artık. Gel zaman, giт zaman. En yakışıklı hayvan seçimi yapılacaktı. Bütün hayvanlar kendilerini en yakışıklı sanmaktaydı. Ama hepsi de en güzel hayvanın dağ keçisiyle geyik olduğunu da biliyorlar, bu iki güzel hayvanı kıskanıyorlardı. Tek onlar birinci seçilmesin de, isterse öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçilsin. Geyikle, dağ keçisine gelince, bu iki rakip birbirlerinin aleyhine propagandaya girmişlerdi. İkisi de birbirlerinin çok çirkin olduğunu yayıp duruyordu. Dağ keçisi geyik, geyik de dağ keçisi için, - Öküz bile ondan yakışıklıdır. diyordu. Öbür hayvanlar da, yalan olduğunu bildikleri halde öküzün en yakışıklıları olduğuna inanmış görünmeye başlamışlardı. Seçim günü geldi. Bütün hayvanlar oylarını öküze verdiler. Böylece öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçildi. Bu seçimden hayvanların en güzeli, en yakışıklısı olan geyikle dağ keçisi bile memnundu. Gel zaman, giт zaman. Hayvanlar arasında en yırtıcı olanı seçilecekti. İki aday vardı, biri kurt, biri de kuş. Kuş deyince serçe kuşu değil, kartal. Kurtla kartaldan daha yırtıcı hayvan yoktu. Ama yine. de bütün hayvanlar, bu gerçeği bildikleri halde, kendilerinin en yırtıcı olduğunu sanıyorlardı. Kartal, yatıp geviş getirmekte olan öküzün yanına gitti:
- Sayın öküz, dedi, akılsız kurt, kendisini senden daha yırtıcı sanıyor. Öküz, - Ben hiç yırtıcı değilimdir, dedi, çünkü ot yerim. - Yooo, hiç alçakgönüllülük göstermeyin boşuna. Siz kurda göre çok daha yırtıcısınız. Az sonra da yanına gelen kurt, öküze, - Dünyanın en yırtıcı hayvanını selamlarım. dedi. Öküz, - Yanılıyorsun kurt kardeş, dedi, evet ben en zeki hayvanım. Evet, en çiftesi pek hayvan benim. Evet, en hızlı koşan hayvan benim. En yakışıklı hayvan da benim. Ama en yırtıcı değilim. Sen benden çok daha yırtıcısın. - Hayır, hayır. İstersen sen benden üstün olabilirsin yırtıcılıkta. Seçim günü gelip çattı. Öküz, hayvanların oybirliğiyle en yırtıcı hayvan seçildi. Bu birincilikten sonra, hayvanlar toplumundaki yeri, işi, düzeyi daha da yükseldi. Gel zaman, giт zaman. Hayvanların en düşünür olanı seçilecekti. Elbette bu yarışmada en güçlü iki aday kazla hindiydi. Her zaman olduğu gibi, bu iki güçlü aday birbirlerine düşünce, yine öküz en düşünür hayvan seçildi. Gel zaman, giт zaman. En koruyucu hayvan seçimi yapılacaktı. Elbette hak, çoban köpeğiyle kurt köpeğinden birinindi. Ama en koruyucu hayvan seçiminde çoban köpeğiyle kurt köpeği bile oylarını öküze vermişlerdi. Öküzün, - Ben kendimi bile koruyamam. demesi, seçilmesini önlemedi. Ama seçimden sonra, öküz de kendisinin en koruyucu hayvan olduğuna inanıp böğürerek, köpek taklidi yapıp havlamaya çalıştı. Gel zaman, giт zaman. En büyük hayvan seçimi yapılacaktı. Ya fil, ya deve kazanacaktı yarışmayı. Ama karınca bile kendini hayvanların en büyüğü sandığından, fille deveyi büyüklükte çekemiyor, başka bir hayvanın birinci olmasını istiyordu. Fille deveye gelince, onlar da birbirlerine düşmüşlerdi. Seçim yapıldı. Çok demokratik bir seçim olmuştu. Öküz, seçimi kazanmış, hayvanların en büyüğü seçilmişti. Artık böbürlenmesinden, öküzün yanına varılamıyordu. Gel zaman, giт zaman. En sütlü hayvan yarışması yapılacaktı. Yarışmayı, ya ineğin ya mandanın kazanacağı biliniyordu Ama gelgelelim, memeleri olmayan, bütün yaşamında bir damla süt bile görmemiş olan tavuklar bile, kendilerini en sütlü hayvan sanıyorlar, bu yüzden de mandayla ineği kıskanıyorlardı. Aralarındaki rekabet yüzünden birbirlerine düşmüş olan mandayla inekse, tek rakibi birinci olmasın diye, öküzün en sütlü hayvan olduğunu söylüyorlardı. Manda, öküzün yanına gidip, ona en sütlü hayvan olduğunu söyleyince, öküz, - Siz beni kızkardeşim inekle karıştırdınız galiba, dedi, ben hiç süt vermedim şimdiye dek. Memelerim de yok. Manda, - Maşallah siz o kadar sütlü bir hayvansınız ki, dedi, süt vermek için memeye bile ihtiyaç yok. Arkadan inek, öküzün yanına geldi. Ağabeyine en sütlü hayvan olduğunu söyledi. Öküz, - Yahu, memem bile yok ki, süt vereyim. dedi. Öküz böyle söylerken, biyandan da işiyordu. Bunu gören inek, - İşte, işte bak ne güzel de süt veriyorsun! diye bağırdı. Öküz, - Ne sütü yahu, işiyorum. dedi. İnek de ona, - Demek sen şimdiye dek hep süt işiyormuşsun da haberin bile yokmuş. dedi. Bütün hayvanlar, başta en sütlü hayvan olan mandayla inek, öküzün en sütlü hayvan olduğunu yaymaya başladılar. Dağ-taş onların yaydıkları reklamla inledi. - En yağlı süt, öküz sütü! - Sütlerin en temizi öküzün sütüdür. - Öküz öyle sütlüdür ki, süt işer! Bu yoğun reklamlarla artık öküz de sidiğinin süt olduğuna, sanrı renkli süt işediğine inanmıştı. Seçim zamanı geldi. Bütün hayvanlar, en başta da inekle manda, oylarını öküze verdiler. Böylece öküz, en sütlü hayvan seçildi. Gel zaman, giт zaman. Hayvanlara yeni bir başkan seçilecekti. Oldum bittim hayvanların başkanı elbet aslandı. Yine bir aslanın başkan seçileceğine hiç kuşku yoktu. Ama ne var ki, kaplan da başkanlığa adaylığını koymuştu. Kaplan, - Ya o, ya ben!. diyordu. Kaplan böyle diyordu ama, aslanın yine başkan seçileceğinden korkuyordu. Bunun üzerine “Ya o, ya ben!” diyen kaplan, - Ne o, ne ben! demeye başladı. Aslan da, kaplanın başkanlığa adaylığından sonra başkan olmaktan umutsıızluğa kapılmaya başlamıştı. Ya kaplanı başkan seçerlerse. Tek kaplan seçilmesin diye, aslan da, - Ne o, ne ben! demeye başladı. Bütün hayvanlar, hak etmediklerini, layık olmadıklarını bile bile hayvanların başkanı olmak istiyorlardı. Her başarılı, her güçlü kıskanıldığından, onlar da aslanla kaplanı çekemiyor, kıskanıyorlardı. İşte böyle böyle hayvanların başkanlığına öküz aday gösterildi. Çünkü hayvanlar, inanmadan öküzü en zekileri seçmişler, ama sonra sonra inanmaya başlamışlardı. Öküzü, yalan olduğunu bile bile, en sütlü hayvan, en güzel hayvan seçmişler, sonradan bu seçim resmileşince kendi yalanlarına inanmaya başlamışlardı. E böyle olunca, en zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan, en yakışıklı, en yırtıcı, en düşünür, en iyi koruyan, en büyük, en çok süt veren hayvan olan öküz, neden hayvanların başkanı olmasındı? Bu denli çok üstünlük ne aslanda vardı, ne de kaplanda. Kaldı ki, rakibi kaplan seçilmesin diye, tarih boyunca hayvanların başkanı olan aslan bile, öküzün başkanlığa kendisinden daha layık olduğunu söylüyordu. Yeni başkan adayı kaplansa, - Başkanlık öküzün hakkıdır! diyor da başka bir şey demiyordu. Öbür hayvanlara gelince, nasıl olsa kendileri başkan olamayacaklarına göre, onlara en az zararı olan, hiç de rakip saymadıkları öküzün başkan olmasını istiyorlardı. İşte böylece seçim zamanı gelince, bütün hayvanların oybirliğiyle öküz başkan seçildi. Başkan öküz, kendini gerçekten başkan sanarak başkan gibi davranmaya başlayınca, hayvanlar da bu davranışı karşısında onu gerçekten başkan sanmaya başladılar. Hayvanların tarihini yazan gergedan, çağını yazdığı tarih kitabına bu olayı şöyle yazdı:
“Atla katır tepişir, olan eşeğe olur. Öyle zaman gelir, güçlüler birbirine girer, arada öküz bile başkan olur.”
Sevgi ve saygının, kendine güvenin, sempatik olmanın, korkuyu azaltmanın, kolay iletişim kurmanın yolu gülümsemekten geçer. Öfkeli insanlar hem çevreye, hem de kendilerine zarar verir. Kendine güvenemeyen insan kolay iletişim kuramaz. Gergin ortam aynı zamanda başarıyı azaltır. İletişimde en önemli unsurun güvendir ve güven ise insana gülümsemekle başlar. Kuşku insanları birbirinden uzaklaştırır. Yanlış anlamalar başlar. İnsanlara gülümsemek için kişinin kendine güvenmesi gerekir. Güvenle rahatlama sağlanır. Rahat insan daha kolay iletişim kurar. Stresi yenmenin en iyi yolu gülmektir.
Araştırmacıların bulgularına göre gülmek vücudu rahatlatır, beyni sakinleştirir, insanlara zevk ve umut verir, insanların sorunlarını ve acılarını unutturur. Gülmek zevktir, vücut ve ruh için sağlıklıdır. Bir atasözüyle; "En iyi ilaç gülmektir."
Bir Alman atasözüyle de:
"Gülmek hayatın şekeridir."
* Başarıyı olumlu yönde etkiler.
* Çevreye ve kendine güven artırır.
* Kolay iletişim kurulmasını sağlar.
* Öfke, gerginlik ve korku gibi duyguları azaltır.
* Gülümsemek, neşelenmek, elem duygusunu azaltırken, umut duygusunun yeşermesine, kişinin başka kişilerle ilişki kurmasına da aracı olur.
* İyileştirme, sakinleştirme, umutlandırma gibi özel güçleriyle gülmek, fiziksel ve duygusal sorunların hafiflemesi için önemli bir kaynak.
* Gülmek, insanın bir yandan kendini iyi hissetmesini sağlarken, diğer yandan insana olumlu, iyimser bir bakış açısı da kazandırır. Umutlanma ve sorunlara çözüm bulabilme gücü ve cesareti de verir.
* Karşılıklı gülebilmek, ilişkinin güçlenmesini sağlarken olumlu duyguları tetikler ve duygusal bağın sağlamlaşmasına yol açar. Birbirimize gülümsediğimiz zaman aramızda bir bağ oluşur ve bu bağ yaşamın zor anlarında, umutsuzluğa düştüğümüz zamanlarda önemli bir destek güç olarak yanımızdadır.
* Gülmektir, acı, yas, tükenmişlik gibi duyguların paylaşımına yardımcı olurken, insana yeterlilik duygusunu kazandırır. Eğlenme, canlılık ve keyfi de içinde barındırır.
* Gülebilme yetisi ya da becerisi yaşamı sadece keyifli hale getirmez, aynı zamanda sorun çözme, başkalarıyla ilişki kurma ve yaratıcılığın gelişimine yardımcıdır.
İlk fıkrayı anlattığınız veya dinlediğiniz anı hatırlıyor musunuz? İlk defa neye veya kime güldüğünüzü?Güldüren bir kişi olmak kararını verdikten sonra benim yaptığımı yapın! Çünkü ben de uzmanların söylediklerini yaptım!
İlk kural: "Ne kadar gülmece dinleseniz, fıkra kitabı okusanız, güldürü programları veya Kemal Sunal filmleri seyretseniz denemeden ve uygulamadan güldüren bir kişi olamazsınız!"
* Gülmenizi tetikleyen fıkra, karikatür, atasözleri, ve bunun gibi şeyleri toplayın biriktirin arşivleyin.
* İnternet’ten günlük fıkra gönderen sitelerin listelerine katılın.
* Sizi güldüren okuduğunuz veya karşılaştığınız olayları kaydedeceğiniz bir günlüğünüz olsun.
* Birlikteliğin anahtarlarından bir tanesi, “gülmek”, “merhaba” demek ise, bir başka deyişle ilişkiyi keyifle başlatmak ve dostlukları pekiştirmenin bir yoluysa birbirimizden bu davranışı esirgemeyelim, gülmeyi, merhaba demeyi özel günlere ya da anlara bırakmayalım, saklamayalım.
Bir öneri:
Ömrünü ikiye katlamak istiyorsan, yediğinin yarısı kadar ye, uyuduğunun iki katı uyu, üç kat daha fazla su iç ve dört kat daha fazla gül... Uzmanlara göre gülme; "Her insanda doğuşta var olan bir özelliktir. bir deyişle de "Vücudun ötüşüdür."
Gülmenin faydaları:
* Bağışıklık ve sindirim sistemini çalıştırır ve güçlendirir.
* Vücudun üst kısmındaki tüm kaslar gevşetip aerobik yaptırır, sinirlerin ve organların egzersiz yapmasını sağlar.
* Vücudun doğal mutluluk hapı olan endorfin hormonu salgılanmasını sağlar.
* Kendine güveni sağlar.
* İletişim aracıdır.
* Pozitif duyguları öne çıkarır.
* Bir kahkaha bir kilo pirzolanın yanı sıra, bir kutu ilaca da bedeldir.
* Keyif veren bir gülme, günlük yaşantımıza mutlu, olumlu duygularla başlama, sıkıntı, acı ve hatta çatışmaların ilacıdır.
* Gülebilme bize yaşamın bir başka yüzü olduğunu anımsatarak acıya katlanma eşiğimizi, gücümüzü arttırır.
Bir dünya hayal edin ki, tüm insanlar, gülmece (mizah) kabiliyetli olsun ve ağlamaktan çok gülsünler, surat asmaktan çok gülümsesinler! Böyle bir dünyanın olabilmesi için gülenler kadar güldürenlere de ihtiyaç vardır. Peki, siz hiç eş dostunuzu veya toplum önünde konuşurken insanları güldürmeyi denediniz mi?
"Bir adım bin fikirden daha iyidir" deyişine uygun: "Size sevdiğim bir fıkrayı anlatsam!"
Demedikçe başarılı olunmaz. Bunun için de uğraş ve çaba gerekli. Bunun için de araştırmacıları dinleyelim ve yapılması gerekenleri listeleyelim:
* Gülmece (Mizah) dergilerine abone olun ve gülmece (mizah) ve fıkra kitapları, görüntü bantları alın. Böylece bir gülmece (mizah) arşivi veya kitaplığı oluşturun.
* Her gün en az bir defa içten gülün, bunun için başkalarını güldürmeniz gerekebilir; çünkü güldüren insan daha candan güler.
* Yaşadığınız güldürücü olayları, eş dostla paylaşmaya gayret edin. Duyduğunuz veya okuduğunuz güzel bir fıkrayı, eş dosta anlatın.
* İş yerlerinde de hep ciddi olunması gerekmez. Gülmeceyi (Mizahı) iş yerine de taşıyın. Kahve molalarında, dedikodu yerine biri birinizi güldürmeyi seçin. Kahve yerine fıkra arası verin!
* Eleştiri ve şikayetlerinizi gülmeceyle (mizahla) ve gülümseyerek yapmaya gayret edin.
* Gülmece (Mizah) kabiliyeti olanlarla arkadaşlık yapın.
* Kendinize gülmeyi öğrenin.
* Sıkıntılı ve hoş olmayan durumlarda bile gülünecek bir şey bulmaya çalışın.
* Gülmeceyi (Mizahı) kendiniz de yaratabilirsiniz. Deneyin.
* Sözcük (kelime) oyunları ve taklitler de insanları güldürür. Deneyin.
* Günlük yaşantımıza bilerek, bilinçli olarak, daha fazla merhaba, biraz neşe ve gülme katarsak yakın ilişkide olduğumuz kişilerle aramızda çok daha sağlıklı birliktelikler oluşabilir.
Bir gün, bir kozada küçük bir delik açıldı. Bir adam, bedenini bu küçücük delikten çıkarmaya çalışan kelebeği saatlerce seyretti. Sonra, kelebek sanki daha fazla ilerlemek istemiyormuş gibi durdu. Sanki, ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve artık daha fazla ilerleyemiyordu.
Ve adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline bir makas aldı ve kozayı keserek deliği büyüttü.
Kelebek kolayca dışarı çıktı. Fakat bedeni kocaman, kanatları kuru ve buruşuktu.
Adam, kelebeği izlemeye devam etti. Çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek kadar genişleyebileceğini umut ediyordu. Fakat bu olmadı!
Gerçekte, kelebek ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta sürünerek geçirdi. Uçmayı hiç başaramadı.
Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı, bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için verdiği mücadelenin, kelebek için gerekli olduğuydu. Çünkü bu, Allah'ın, yaşam sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için yarattığı yoldu. Böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti.
Bazen mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek duyduğumuz şeylerdir. Eğer Allah, hayatımıza hiçbir engelle karşılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık. Şimdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık.
Güç istedim... Ve Allah, beni güçlü yapmak için karşıma zorluklar çıkardı.
Bilgelik istedim... Ve Allah bana çözmek için sorunlar verdi.
Zenginlik istedim... Ve Allah çalışmak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi.
Cesaret istedim... Ve Allah üstesinden gelmem için bana tehlike verdi.
Sevgi istedim... Ve Allah yardım etmem için Sorunlu insanlar verdi.
İyilik istedim... Ve Allah bana fırsatlar verdi.
İstediğim hiçbir şeyi elde edemedim, fakat ihtiyacım olan her şeyi elde ettim.